1 Kasım seçimleri ve Solun Dersleri

1 Kasım seçimleri, siyaset ve toplum biliminin önüne karmaşık bir soru koydu: Belki de dünya siyaset tarihinde en büyük organize suç şebekesine dönüşen AKP, nasıl halkın bu kadar desteğini aldı? Sık sık kısaca, “celladına aşık olmak”, “Stockholm sendromu” gibi psikolojik terimlerle açıklanmaya çalışılsa da bunların kesin yanıtlar vermediği aşikar. Öyle olsaydı ‘ilacı’ da bulunurdu.

Toplum ve birey, siyaset ve kitle arasındaki bağ ve ilişki her zaman çizgisel bir düzlemde yürümüyor. Küçük detaylar üzerinden bireylerin verdiği kararlar bazen beklenenin tersine ‘büyük resmi’ değiştirebiliyor.

Bazen havada adeta ‘tek bir canlı’ gibi uçan, bir refleksle tek bir kütle halinde manevra yapabilen kuşların hareketlerinde görülen karakteristikler, tüm canlılardan sadece usu değil, bunu bireysel olarak kullanmasıyla ayrılan insanda da görülebiliyor. On binlerce kuşun tek bir sezgisel hareketle yön değiştirmesinde olduğu gibi insan da kitle halinde kararlar verebiliyor. Yine dürtülerle ilgili doğadan bir örneğe bakalım: Bir arı peteğinin yapısı en yetenekli bir mimarı bile kıskandıracak kadar mükemmeldir. Ama sorun, arının peteği inşa etmeden önce onu tasarlamamasındadır. Arı dürtüsel olarak peteği yaratır. Bu nedenle her zaman petek aynı olur. İnsanı arıdan ayıran temel nokta işte burada, önceden tasarlama yeteneği ve bunu kazandığı deneyimle giderek değiştirmesindedir.

İşte tam da bu nedenle insanda ‘doğal’ kabul edilebilecek sezgisel hareketler eğer bir süreklilik kazanırsa orada ya ussal bir sorun ya da bilinçli bir yönelme/tercih vardır.

Bu gerçek yine de kitlelerin, çoğunluğun aldığı ‘karar’ların her zaman doğru olduğu anlamına gelmez. ‘Milli irade’ arkasına saklanılarak veya onun adına yapılan katliamlarla doludur tarih. Bu bağlamda 1 Kasım seçim sonuçlarının analizini bir parti olarak AKP ve kurduğu iktidarın yapısını tam olarak belirlemeden, ‘petek’ örneğinde olduğu gibi, sürekli neden aynı sonuçları aldığımızı anlamak pek mümkün görünmüyor. Buna rağmen, insanları bir suç örgütünün arkasından sürükleyen nedenlere biraz geçmiş deneyim prizmasından bakaraksak, ‘çıplak gözle’ bile görülebilecek bazı noktalar tespit etmek mümkün.

Herşeyden önce, AKP’nin hem parti içinde hem de ülkede kurduğu baskıcı, (Karşıtlarını hem insanın yaşaması için gerekli en temel ihtiyaç ve özgürlüklerini elinden almakla tehdit etmek, hem de fiziksel olarak ortadan kaldırmak) keskin hiyerarşik yapının, biat kültürüyle beslendiğini saptamak gerekir. AKP’nin bu temelde kurduğu, “benden olan bin yaşasın, olmayan ölsün” sloganıyla özetleyebileceğim yasatanımaz çekirdek kadro çevresinde öbeklenen ve onun çeperlerinde adeta pıhtılaşan yandaş kitlenin ‘tutkalı’, ‘suç ortaklığı’ psikolojisidir. (AKP’nin bu yapısını “Yandaş Faşizm” başlıklı yazımda geniş bir şekilde açıklamıştım(1) İşte bu çekirdek kadro yıkılmadan AKP iktidarının çökmesi olanaksızdır. Bu çekirdek kadro içinde yer alan Cemaat’ın çıkar çatışmaları sonucu kopması ardından ortaya çıkan fırsat, ve ardından bu yıl Haziran seçimleri sonunda bir kez daha ortaya çıkan fırsatlar, muhalefetin ortak davranamaması sonucu kaçırılmıştı. Çekirdek kendini yeniledi. ‘Yandaş kitle’ pıhtılaşma noktasından katılaşmaya doğru bir adım attı.

AKP’nin tersine muhalefet, oldukça parçalı ve derin yarıklarla birbirinden uzak kamplarda konuşlanmış durumda. Seçim kampanyaları da bunu yansıttı. “Uzlaşma”yı öne çıkaran CHP, yukarıda kısaca açıkladığım AKP’nin yapısını hiç göze almadan, o tabanı kendine çekebileceğini sanarak izlediği politikalarla adeta ‘görünmez’, ‘duyulmaz’ bir muhalefete dönüştü. Diğer yandan, MHP, “inadına tek başına” politikasıyla, 2002 seçimlerinde olduğu gibi yine AKP’nin önünü açtı, adeta AKP’ye ‘proje’sini tamamlama fırsatı verdi.

Son bir kaç yılda özellikle solun büyük umutlar bağladığı HDP ise, içine girdiği kimlik politikaları sarmalı içinde dolaştı durdu. Sonunda AKP ve PKK’nin ‘savaş oyunu’na teslim oldu. Türkiye partisi olma iddiasıyla yola çıkmasına rağmen, PKK’nin zamansız ve henüz toplumsal bir karşlığı olmayan “demokratik özerklik” politikalarını zorla dayatmaya kalkması sonucu Kürt halkının bile oylarını kaybetti. Siyasete ironik bir ders sundu; iki kutup olarak görülen PKK ve MHP, AKP’yi tekrar iktidara taşıyan ana akımlar oldu. Kimlik politikalarının en masum ve haklı görülen istemlerle yola çıksa bile nasıl düşman kamplarına kan verebileceğine dair acı deneyimler yaşattı bize.

SOLUN DERSLERİ

Daha akılcı ve Türkiye’nin sorunlarına sundukları çözümler açısından daha rasyonel politika ve söylemlerle ortaya çıkan bir iki sol parti ise, bir “deli”yle girdiğimiz seçimlerde, herkesin onun attığı taşlarla ilgilendiği için yeteri kadar dikkat çekmedi; yüzde birlerle anılan oy oranlarında kaldı. Yine de yakın dönemde yaşadığımız seçimler, sol açısından önemli dersler sundu. Bu herşeyden önce, kendini solda gören ancak kimlik siyasetleri içinde boğulan ve diğerlerini de derinlere çekmeye başlayan partilere destek verenlerin artık kendi özgün düşünce ve teorik kuram temelinde kurdukları programlarıyla ve kendi gücüyle politik sahneye çıkma konusunda bir kez daha düşünmeleri gerektiğidir. Sol, oy oranlarıyla politik etki arasında dolaysız bir bağ kurmaya başladıktan sonra (bu sol-liberallerin AKP döneminde teorik öncülüğü ellerine almasıyla ortaya çıkmıştı) giderek sağa kayan bir siyasi çizgi izledi. Sadece bir oy deposu olarak gördükleri partilerin peşinde rüştünü ispatlamaya çalışanlar sanırım gerekli dersi aldılar 1 Kasımda. Yüzyıla yakın bir tarihi olan solun “Eğreti gelin”lere ihtiyacı olmadığını yaşam bize gösterdi.

(1) https://acikgazete.com/yazarlar/metin-senerguc/2013/10/17/akp-iktidarinin-donusumu.htm?aid=52999

1632890cookie-check1 Kasım seçimleri ve Solun Dersleri

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.