Oyunda sermayenin insanı nasıl gönüllü dönüştürdüğüne sık sık tanık oluruz. Patron, ürettiği ürünün oluşum aşamasında yer alan mühendisi aynı zamanda pazarlamacı olarak görür; çünkü ona göre ürünü en iyi anlatacak kişi onu yaratandır. Fakat bir engel vardır: Mühendis, pazarlama yapamayacak kadar çirkindir. Yüzü patron tarafından “uygun” bulunmaz. Bu nedenle şirket, Alp Dağları’na bakan lüks bir otelde yapılacak sunuma onun yerine asistanını göndermeye karar verir.
Mühendis Lette bunu kabullenemez. Hayatında ilk kez yüzü, işiyle arasına girer. Bilgisi ve emeği tartışılmazdır ama görünüşü patronun satış stratejisine uymaz. Son yıllarda büyük şirketlerin ürünlerini sahiplerinin ya da marka yüzlerinin gösterişli sunumlarla tanıttığını düşününce mesele sadece bir yüz meselesi olmaktan çıkar…
Pazarlamanın gücü arttıkça güzellik de “bir değere” dönüşür. Ürün satarken insan da kendini satmanın bir aracına döner. Lette’nin yaşadığı tam olarak budur. İcat ettiği yüksek voltaj konektörünü anlatma hakkı elinden alınmıştır. Bu, onun için yalnızca bir iş meselesi değil, bir onur kırılmasıdır. Evine döndüğünde daha acı bir gerçekle karşılaşır: Eşi de onun yüzüne, gözlerinin içine bakmamaktadır. Çirkinlik artık sadece işyerinde değil, evlerinde de görünür bir sorundur.
Oluşan bu krizden çıkış yolu olarak estetik ameliyatı seçer ve “kendi isteğiyle” yüzünden vazgeçer. Bu vazgeçiş, beraberinde yeni bir dünyanın kapılarını açar.
Yeni yüzüne kavuşunca bu kez sunumlara gönderilen kişi olur. Hem ürünü tanıtır hem patronun çıkarı için yeni yüzünü pazarlamaya başlar. Çekiciliği o kadar dikkat çeker ki herkes onun gibi olmak ister; tercih edilen, aranan, cazibeli biri hâline gelir. Kadınlar onunla birlikte olmak için sıraya girer.
Bu durumdan elbette yalnızca Lette faydalanmaz. Doktor da ameliyatı ve başarısını duyurmak için bilgilendirici bir sunum hazırlar ve kısa süre içinde müşteri sayısı artar. Bir süre sonra doktor bu yüzü standartlaştırır; aynı kalıptan çıkmış erkekler çoğalır.
Sonunda Lette’nin eşi bile ona benzeyen bu yeni erkeklerle birlikte olmaya başlar. Lette artık kendi yüzünün çoğaldığını görür; kimliği bulanır ve kendisini yeni bir krizin içinde bulur. Eski hâlini arar ama geri dönüş yoktur.
Toplumda kabul görmek uğruna aynılaşmak, özgünlüğü ve kişiliği silerken geriye sadece tüketilebilir bir beden bırakır. Çirkin, bunu sert ama komik bir dille hatırlatıyor.
Oyunun sahneye yansıması ise bu temayı güçlendiriyor. Yelda Baskın, absürt metni epik bir yorumla sahnelemiş. Mikrofon kullanımı, çıplak ses, oyuncuların beden dilleri ve hareket düzeni son derece dengeli. Sahnede hiçbir şey abartılmıyor; her ayrıntı, hikâyenin içindeki yabancılaşmayı artırıyor.
Oyuncuların rol geçişleri özellikle etkileyici. Tolga İskit, Lette rolüyle sahnede adeta devleşiyor. Hem vücut dili hem mimikleriyle dikkat çekiyor; her bölümdeki ruh değişimini sesiyle ve ışık değişimlerine göre konumlanışıyla ustalıkla aktarıyor. Yer yer mim tiyatrosunun öğelerini kullanarak karakterin iç dünyasını bedensel bir anlatıya dönüştürüyor. Yüzünde maske olmadığı hâlde, Lette’nin hem “çirkin” hem de “yakışıklı” olarak sunulduğu sahnelerdeki ruhsal kırılmaları beden dili ve yüz ifadeleriyle etkili biçimde seyirciye geçiriyor.
İlkin Tüfekçi, Lette’nin eşi ve estetik müdahalelerle gençleşmiş patron kadın rollerini ışık değişimlerini kullanarak tek beden içinde net biçimde ayırıyor. Bu geçişler, sahnede neredeyse bir transformasyon izlenimi yaratıyor.
Ali Rıza Kubilay’ın patron ve doktor karakterlerini bedenini eğip bükerek ayrıştırması hem komik hem de çarpıcı bir etki bırakıyor; oyuncunun fiziksel yaratıcılığı karakterler arasında güçlü bir kontrast kuruyor.
Can Esmeray’ın asistan ve oğul rollerine geçişi ise o kadar doğal ki sahnedeki akış hiç kesintiye uğramıyor. Rol değişimleri teknik bir beceri gösterisine dönüşmek yerine hikâyenin ritmine kusursuz şekilde hizmet ediyor.
Dekor ve ışık da oyunun güçlü parçaları. LED çerçeve içinde üç boyutlu bir etki yaratan sahne düzeni, mekânı hızlıca dönüştürüyor: Bir anda ameliyathaneye, ardından bir otele ya da şirket bürosuna dönüşen minimal ama işlevsel bir tasarım. Bu dönüşüm, oyunun “yeni kimlik – yeni yüz – yeni rol” döngüsünü görsel olarak tamamlıyor.
Kısacası, oyuncular sahnede Yelda Baskın’ın imzasını ve anlayışını kusursuz şekilde seyirciye aktardığı için sahne — seyirci koltuklarından yükselen alkışlarla — ayakta bir saygı duruşuna dönüşmüş; emeğe verilen değer görünür hâle gelmiştir. Ve bu alkış yalnızca oyunculara değil, bize de çarpıyor: Kendi yüzümüzü ne kadar koruyabildik; yoksa çoktan bir başkasının suretine mi dönüştük?
İsmail Cem Özkan
Çirkin
- Yazan: Marius Von Mayenburg
- Yöneten: Yelda Baskın
- Çeviren: Dilek Altuntaş
- Dramaturg: Ceren Ercan
- Dekor Ve Işık Tasarımı: Kerem Çeti̇nel
- Kostüm Tasarımı: Tomris Kuzu
- Hareket Düzeni: Esra Yurttut
- Müzik: Okan Kaya
- Yönetmen Yardımcısı: İrem Sultan Cengi̇
- Reji Asistanı: Arda Akyüz
- Oyuncular: Tolga İskit, Ali Rıza Kubilay, İlkin Tüfekçi, Can Esmeray
- Teknik Ekip: Emre Demi̇r, Erdal Kütük, Onur Bi̇rinci
- Aksesuar: Süleyman Güngör, Zekeriya Konya, Murat Demi̇rtaş
- Işık Kumanda: Kazım Yüksel
- Işık Teknik: İlker Dursun, Cihan Gürleyen
- Ses Efekt: Fahri Karaca, Erdal Tok, İskender Sapa
- Kostüm: Filiz Kaplan, Burak Kayık
http://galatagazete.blogspot.com.tr/










Bu yazıya emoji ile tepki ver



