Çoook yorgun olduğum zamanlar gözlerimi kapar “Tekkedağı”na giderim. Eski efe diyarı Sultandağlarının vadisindedir Tekke Köyü… Şimdi heyalanzede Tekkeliler, KKTC’de sığınmacı…
Lekesiz masmavidir gökyüzü. Bir yanı mor kayalık, bir yanı orman yeşilidir dağlar. Buz gibi kaynak suları, Tekkedağı’nı yalayarak, vadinin ortasından geçip Akşehir gölüne ulaşan çaya akar durur.
Vadinin bitiminde antik Frigya kenti Akşehir’in cumbalı evleri görülür. Ötede gök mavisiyle birleşir göl mavisi. Gölde yunusvari yaşar, oynak yılan ve sazan balıkları.
Gözlerim kapalı yine… Kuş seslerini duyuyorum. Kurumuşluğa inat, çayın şırıltısı kuş seslerine karışıyor. Boncuk mavi yine o gök kubbe. Ilgıt, ılgıt esen meltem, çam kokusu getiriyor tepelerden. İlk gençlik yıllarımda sevda şarkıları ve özgürlük sloganlarım yankılanırdı Tekkedağı’nda. “Yankılardan en azından biri mutlaka takılıp kalmış olmalı selvi ağaçlarına… ” diye düşünüyorum.
Ufukta Akşehir’in asırlık cumbalı evlerini görüyorum. Sayıları hiç azalmamış gibi. Göl bataklığa dönüşmemiş, balıklar çekip gitmemiş gibi…
Nazım geliyor usuma,
“Bu anda ne düşmek dalgalara
Bu anda, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım.”
***
Akşehir’de şendik eskiden. Hani babalarımızın mekanı olduğu için Şehir Lokantası, Kervan ve Kime Ne’ye uğrayamasak da, Tekke’de “Hu” çeker, “Cam cama değil can cana” der kadeh tokuştururduk… Şimdi dedemin dedesinin dedesinin kafa çektiği Sultan dağlarında AKP yasakları kol geziyor. Bu yaz Tekkedağı’na “Kime Ne?” diye pankart asıp birlikte kafa çekmeye çağırıyorum hemşehrilerimi…
Hani kafayı içkiye taktığımı düşünmeyin dostlar… Muhafazakar okurlar da hemen öyle “Zıkkımın pekini içsin” diye söylenmesin. Dağda içki içmek bir özgürlüktü. Ayrıntılarla geneli açıklamak zordur ama bu öyle bir ayrıntı ki bana göre bütün geneli açıklıyor… Kendisi gibi düşünmeyeni kendisine benzetmeye uğraşmak bir insan hakkı ihlalidir, bir zulümdür… Zulüm gördük diyenlerin zulmetmesi de iki yüzlülüktür…
Neyzen Tevfik’e maledilen bir şiirle bağlarsak;
Ne ararsın tanrı ile aramda,
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda,
Başı açığa neden türban sorarsın?
Rakı, şarap içiyorsam sana ne,
Yoksa sana bir zararı içerim
İkimizde gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.
***
Rahmetli babam Kasap Ferruh’a göre Akşehirli olmak öyle kolay değildi dostlar… Gerçek bir Akşehirli içi yanarken gülmeliydi Nasrettin Hoca gibi… Ve dünyanın neresinde olursa olsun Akşehir’e olmalıydı son yolculuğu…
Ankara’da yaşarken babamız tek başına Akşehir’di dostlar. Bazen başı dumanlanır Sultan Dağı olurdu, bazen de taşar Akşehir Gölü… Babamızın Akşehir sevgisi de öyle böyle değildi hani… Akşehirli görmek için Ankara otogarına gittiğini hatırlıyorum.
Ankara’da 1985 yılının ilk karı düştüğünde sevgili babamızı yitirdik. Babamın anısına yazdığım şiir de şöyle dostlar…
BABAMA
Bolvadin, Çolak ve Harmandalı’yı
en iyi o oynardı…
Hani efkarlanmaya görsün
Her yer karanlık, Rüzgar kırdı dalımı
ve Gönlüm Yaralı’yı
en iyi o söylerdi
Yılın onbir ayı rakı içer
kalanında da oruç tutardı
Zincirleme “Bahar” tüttürür
köstek yürür, nara atar
velakin bir pire için yorgan yakardı
Nüktedandı
kibardı, yiğitti.
velhasılı Sultandağlarının
en sonuncu efelerindendi
O namı diğer “Hoca” Kasap Ferruh
benim babamdı…