AKP’NİN EKONOMİ-POLİTİKTEN SOSYO-POLİTİĞE YÖNELİŞİ

Öyle anlaşılıyor ki, AKP birinci dönemini IMF-Derviş dalgası üzerinde sörf yaparak tükettikten sonra, şimdilerde de aklınca sosyal kurumlar üzerinde yürüyerek zamanını uzatmaya ve devlet şemsiyesi altında miadı dolmuş işgalci konumunu sürdürmeye gayret etmektedir. Bu cümledeki kavramlara bakarak, siyasetçi nasıl öz çıkarını ülke çıkarının üzerinde tuttuğunu ve bu yönü ile emperyalizme tam teslimiyete yöneldiğini netleştirmiş olurum, diye düşünüyorum. Tartışmaya başlayalım!

Bir dizi meslektaşımın ve halkımızın da büyük bölümünün AKP iktidarının birinci dönemini olumlu nitelemesi büyük bir hatadır. Halkımızı tenzih ederim, fakat akademisyenlerin böyle bir yargıya varması bence çok ciddi bir hatadır. Bir kere, 1900’leri kapatırken ekonominin sürüklenmiş olduğu derin krize çözüm olarak neden Dünya Bankası değil de, IMF tüm dünyaya dayattığı programla bize geldi, daha doğrusu gönderildi ki? O dönemdeki sorunlarımız ne cari açık, ne borç stokunun yüksekliği, ne de kamu bütçesi kronik açığı meselesi idi. Tüm bunlar aynen bir otomobilde şoförün önündeki göstergelere yansıyan hız, motor devir sürati, benzin göstergesi vb gibi görüntüler benzeri idi. Bu görüntüler yapay önlemlerle düzeltilebilir mi? Peki, bu durumda IMF programı neden parlak bir dönem görüntüsü oluşturdu? Çünkü emperyalistler arabamıza geçici bir motor koydu. Geçici motor IMF garantisine güvenerek ülkeye gelen finansal ve sabit yatırım sermayesi idi. Ancak, arabaya koyduğumuz ek motor kalıcı olmadığı gibi, getirdikleriyle geçici bir parlaklık yarattıktan sonra çoğunu da götürüyordu. Peki, bu süreç ne idi ve büyük fedakârlıklarla(!) bize ek motoru verenler kimlerdi? Kapitalist merkezler o denli hızlı üretim yapmış ve büyümüştü ki, üretici motorlar onlarda atıl olmaya başlamıştı. Bu hikâyeyi ekonomi diline dökersek, doyum aşamasına gelmiş olan Batı ekonomileri artık ürettiklerini iç piyasada aynı hızla satamaz ve yatırımlarını aynı hızla devam ettiremez konuma gelmiş idi. Batı ekonomilerinde yatırımlar yavaşlayınca bazı sermaye unsurları da dış piyasalara açılmaya başlamış idi. Bunun adı da mekânsal anlamda küreselleşme ve zamansal anlamda ise finansallaşma oldu. İşte, IMF’nin bize gelişi ve ünlü 2000 programını dayatmasının sebebi ekonomimizi kurtarmak değil, durgunluğa girmiş Batı sermayesine yatırım ve satış piyasası açmak idi. Yaşadığımız aldatıcı parlaklık böyle bir balon idi. Bu durumu siyasi erk biliyor mu idi, yoksa sıkışıklık durumu ile kabul etmeye zorlandı mı? Muhtemelen ikinci şık geçerlidir. AKP, belki de programı kavrayamadan böyle bir programa oturdu. Zira her siyasi iktidar geçici parıltılar üzerinde yürür, ekonomik alt-yapıyı ise ekonominin aktörleri belirler ve siyasete dayatırlar. Burada ekonomik aktörler, IMF vasıtası ile Batı ekonomilerinin güçlü sermayesi oldu. Zaten artık gelişmekte olan ekonomi modelinin de miadı dolmuş, sıfatımız gelişen piyasalar söylemine dönüşmüş idi. Bunun anlamı şudur ki, hiçbir ülke korumacı politika izlemeyecek, tüm dünya piyasaları dünya sermayesine açık olacak ve sermayenin kuralları ile dünya küresel bir köye dönüştürülecekti. 

Sermaye alan bir ekonomi kalkınmaz mı? Bakalım, Haliç ve çevresi geçmişte birçok fabrika ile sanayi merkezi olmuş idi. Peki, Haliç ve çevresi kalkındı mı? Hayır, tam tersi kirlendi! Neresi kalkındı? Maçka, Suadiye, Şişli vs kalkındı. Peki, oralarda tüten fabrika bacası var mı? Hayır, yok! Hadise şudur ki, sanayi oluşum bölgesi kalkınmaz, hatta kirlenir ve çöker, ama sanayide yaratılan artık değerin kullanıldığı bölge gelişir. Peki, bize gelen maddi ve para sermayesi sağladığı kârları ve faiz gelirlerini ne yapıyorlar? Tabii ki, ülkelerine transfer ediyorlar. O zaman neresi görece kıpırdar, nereler daha hızlı gelişir, bir düşünelim, lütfen! İkinci bir mesele de şudur, bu kadar alt-yapı ne ile yapılıyor, kullanılan malzemelerden tutun da, bizzat inşaat işine giren firmalar dış kaynaklı ise (!), bunların sağladığı kâr nereler gidiyor. Yatırım yapılırken bütçeden bir kuruş dahi çıkmaz, doğrudur! Ama o çıkmayan bir kuruşun sağladığı garantili getiri bütçe üzerinden halkın cebinden çıkar ve işte bugün o paralar çıkıyor olduğundan böyle bir krize savruluyoruz. Bu oyun kapitalizmin yasalarına göre oynandığı için garanti edilen paralar tahsil edilir, buna karşı çıkanlar da nezaketle ABD’de bilim ziyaretine(!) davet edilir! Türkiye’nin bugünkü ekonomik çöküşünden tüm günahkârlar, akademisyenler, “yetmez, ama evet” sosyetesi, sosyal liberaller, akil aydınlar vs sorumludur. Kısacası mücadele salt siyaseti işgal etmiş siyasi kadro ile değil, siyaseti cesaretlendiren beyinsiz kafa takımı iledir. Birinci perde budur!

AKP iktidarı, ekonomi alanını IMF ve küresel emperyalist güçlere teslim ederek, ülkeyi bölücü diğer alana, yani sosyal alana döndü, çünkü misyonu bu alanla sınırlandırılış idi. Bu manevranın küresel emperyalizmin dâhiyane projesinin uygulama ayağından biridir. Bence mesele şudur: IMF üzerinden Türkiye’yi teslim alan emperyalizm, manevralarını suhuletle sürdürebilmek için uzun süre için halkın güvenini kazanmaya aday bir iktidar arayışında idi. İktidar kadrosu ekonomi işlerinde değil, sosyal alanda etkili olmalı, sosyal alanda icraata yönelmeli idi. Neoliberalizm sınıf kimliklerini geri plana çekip alt-kimliklerini öne sürmesinin mantığında geri toplumları kargaşaya iterek bölüp, emperyalizmin bu alanlara girmesini kolaylaştırma amacı gizlidir. Türkiye’de de din ve laiklik, cumhuriyetçilik ile Osmanlıcılık çok ciddi kaşınacak yaradır. İşte, emperyalizm, hiçbir siyasi sıfatı olmayan kişileri ünlü Oval salonda kabul ederek Türkiye’yi ellerine teslim ettiği siyasi yapının rolü ve hareket alanı böylece belirlenmiş idi. Türban, dincilik, gericilik, Cumhuriyet karşıtlığı bu sürecin etkili harekât alanlarıdır. Emperyalizmin iktidara biçtiği rol ve çizdiği alan böyle olunca, AKP’nin cami ve beton işleri dışında ekonomi ile ilgili neler yaptı sorusu abesle iştigaldir. Çünkü AKP’nin siyaset alanı ekonomi değil, sosyal alan, yani sosyal kurumlar üzerinden toplumu bölme işi idi. Bu işin başlangıcı en popüler alan olan türban oldu. Ama zamanla eğitim kurumları, aile yapısı, kadın hakları ve son kertede de açıkça Cumhuriyet düşmanlığına dayandı. 

Başta kuruluş ilkesi olan Cumhuriyet’i ilkeleri ve uygulamaları ile eleştirmek yasak mıdır? Hayır, saldırgan olmadan, fikir alanında kalarak, Cumhuriyet de dâhil, her alanda her türlü eleştiri serbesttir. Ancak, Millet Meclisinde halkın huzurunda yemin ederek soyunduğu işin aksini savunmak bir siyasinin ilkesi ve hareket alanı olamaz, böyle bir davranış dürüst siyaset ilkesiyle bağdaşmaz.. O siyasi, kürsü özerkliğinden sıyrılır, isterse fikir çalışmaları yapan bir örgüt kurar bu amaçla ve çalışmalarını yürütebilir. Ama bir siyasi kişi bu eleştiriyi, yaptığı yemin doğrultusunda taşıdığı siyasi kimliği ile yapamaz. 

2642460cookie-checkAKP’NİN EKONOMİ-POLİTİKTEN SOSYO-POLİTİĞE YÖNELİŞİ

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.