Akşehir Ortaokulu’ndaydım… Boyum uzun olmamasına karşın genellikle en arka sırada çift dikişli (geçmişte sınıfta kaldıkları için yaşça büyük öğrenciler) ya da tembel tenekelerle beraber otururdum. Öyle derslere falan pek katılmazdım ama öğretmen soru sorduğunda da doğru yanıtı hemen verirdim.
Bir gün öğretmenimiz Gülten Karmış, “Kimin buzdolabı var” diye soru sordu. Koca sınıftan benimki de içinde beş altı parmak kalktı. Babalarımız kuzen olan Atila hemen fırladı, “Yalan!” diye bağırdı, “Yalan öğretmenim! Farukların evinde buzdolabı falan yok!” Sınıfta gülüşmeler oldu. Ben de “Doğru! Evde buzdolabı yok ama babamın kasap dükkânında var” dedim ve öğretmene dönerek, “Siz kimin buzdolabı var’, diye sordunuz.” Gülten Öğretmen “Evet haklısın!” deyince Atilla hemen atıldı; “O zaman benim babamın kasap dükkanında da buzdolabı var” diye haykırdı ve parmağını herkesten yükseğe kaldırdı…
Atila ile ilkokuldan lise sona kadar beraber okuduk. Birbirimizi hem sever hem de birbirimizle uğraşırdık. İlkokulda öğretmen; “Patates baskısı için patatesleri getirmeyi unutmadınız umarım” dediğinde, “Unuttum” dedim. Atila kulağıma fısıldayarak “Valla ben de unutmuştum ama teneffüste sizin ev yakın olduğu için bir çırpı gidip aldım” deyince, “O patatesler bizim” deyip elinden aldım, bizimkisi de mahzun mahzun patateslerle yaptığım sanatı seyretti…
Ortaokula giderken babam yaz tatilinde “hayatı ve ekonomiyi öğrenmem için” mangalda mısır satmama izin verdi. Akşehir’in en işlek caddesinde mısır satıyordum. Gündüzleri 50 kuruş, geceleri 75… İş bitimi eve dönerken babam gibi ceketi omzuma atıyor, kostak yürüyordum. Ev yolunda başta pastacı Mustafa Amca olmak üzere işyeri açık olan esnafa da “Esnaf esnafın halini anlar” babında, sağ elimle kalbimi tapalayıp “Hayırlı işler. İyi akşamlar…” deyip selam veriyordum. Bir gün anneme; “Biz de eve buzdolabı alalım” dedim, “Dolaplar bin 200 lira. Ben 600 lira biriktirdim. Yarısı benden…” Akşam babama danışıldı. Öneri babamın hoşuna gitti.
Ertesi gün at arabacı “Bodi Mehmet” kiracı olarak oturduğumuz cumbalı eve beğendiğim buzdolabını getirdi. Bodi Mehmet çok güçlü olduğu için Akşehir’de yeni yaygınlaşmaya başlayan beyaz eşyaları at arabasıyla getirir ve o ağır meretleri de tek başına sırtladığı gibi çok katlı evlere bile gıkı çıkmadan taşırdı. Bodi Mehmet Amca bizim buzdolabını ağır aksak merdivenlerden çıkarırken, duvara dokunmasın diye dolabın ucundan tutuyor, Akşehirli Herkül’ü yönlendirmeye çalışıyordum… Annem, “Sen karışma, buzdolabını çizdireceksin” diye uyarınca kızdım, “Çizilirse çizilsin. Çizilen ‘benim yarım’ olur” dedim. Daha sonraki yıllarda bu söz evde eğlenceli bir hale geldi. Dolaptan bir şey alınması gerektiğinde, annem “Dolapta senin yarında” diye sesleniyor ya da ben “Alışverişleri dolaptaki senin yarına yerleştirdim” diyordum.
Ankara’da üniversite öğrencisiyken postanede sıra bekleyip Akşehir’i telefonla aradığım bir gün annem; “Senin için buzdolabı aldık” dedi. Hayda… “Ne yapacağım ben buzdolabını yahu?” dedim. “Öyle deme oğlum. Bak beyaz eşya pahalı. Yarın evlenince buzdolabın bari hazır olsun.” Kesin bir dille “Dolap molap istemem” dedim ama yine de aldılar. Eskiden beyaz eşya gerçekten pahalıydı. Bizimkiler de benim “çeyiz” için tam bir yıl taksit ödediler. Aradan üç beş yıl geçti ailecek Ankara’ya, benim öğrenci evine taşınıldı. Buzdolabı da ambalajıyla Ankara’ya geldi. Benim evlenmemi bekleyen zavallı buzdolabı dokunulmadan korunsa da sert mukavvadan olan ambalajından çalışma odama üzerine renkli kağıtlar yapıştırılmış kapaklı bir gar dolap yapmıştım. Hatta amcam Ankara ziyaretinde “Eviniz küçük ama dolabınız fiyakalıymış” demişti.
1980’lerin ortasında ben Londralı oldum, bizimkiler de İstanbullu… Haliyle bizim buzdolabı da İstanbullu oldu… Allahtan İstanbul’daki eski buzdolabı bozulunca annem telefonda müjdeyi verdi “Senin evleneceğin yok, biz bu yeni buzdolabını kullanalım bari” diye. O buzdolabı Allah uzun ömür versin hâlâ canavar gibi çalışıyor…
Neyse ben Atila’ya dönmek istiyorum. Lise bitince ben Ankara’ya basın yayına gittim, Atila da İstanbul’a Siyasal Bilimler Fakültesi’ne… Atila’nın buzdolabı aşkı sürdü ve öğrencilik yıllarında bir buzdolabı fabrikasında işe girdi. Üniversite sonrasında da menajerliğe kadar yükseldiği o fabrikada kaldı. İstanbul’a gittiğim bir gün iki eski huysuz dost ve akraba bir araya geldik. Havadan sudan muhabbetin sonunda bizimkisi fabrikadaki greve çıkan işçilere sövüp saymaya başladı. Neymiş, üretim engelleniyormuş, siparişler aksıyormuş… “Ulan sen de bir çalışansın, hakkını arayan işçiye niye kızıyorsun” deyince bizimkisiyle yine kapıştık. “Hadi sen yoluna ben yoluma!”, “Yüzünü şeytan görsün!” Birbirimizden küs ayrıldık…
Atila’yı ondan sonra yıllarca görmedim. Sonra duydum ki patron onu da kovmuş, sendikalı olmayınca da hakkını arayamamış, açıkta kalmış… 1990’ların sonuydu, İstanbul’a gittiğim bir gün ortak arkadaşımız Suat, “Biz” dedi, “Atila ile ortak buzdolabı satış mağazası açtık…” Güldüm, “Bu Gülten Hoca bir soru sordu, Atila’nın bilinçaltı allak bullak oldu” dedim.
Kavgamızın üstünden çok zaman geçmişti. “Kızgınlığımı zaman aşımına uğratma zamanı geldi” diye düşünerek Atila’yı buzdolabı satış mağazasında ziyarete gittim. Beni görünce çok sevindi. Çok yoğundu. Mağazayı gezen müşterilere dil döküyor, çalışanlara emirler yağdırıyor, masasında yer kalmadığı için yarım metre yükseğe astığı bilgisayarında işlem yapıyor, ensesinde boza pişiren taşıyıcı şoförün eline ‘adres listesi’ tutuşturuyordu… Uzak kuzenle hoş sohbetten sonra “Çok süper bir buzdolabı modeli geldi. Sana fabrika çıkış fiyatına vereyim” dedi. Nefesim daraldı “Yok” dedim, “Allah gecinden versin, dolap molap istemem. Sen olmasan bu mağazanın önünden bile geçmem…” Atila, buzdolabı olmasa da ortopedik bir yatak satmayı başardı.
Yine bir İstanbul ziyaretimde Suat; “Atila buzdolabı işini bıraktı. Akşehir’e döndü” dedi. “Ya nasıl olur, o işi büyük bir aşk ve şevkle yapıyordu” dedim, Suat; “Öyleydi gerçekten! Ben de anlayamadım valla” diye hayıflandı.
Yazları Akşehir’e gittiğimde yeğeniyle ortak çalıştırdığı kasap dükkanında Atila’yı ziyaret ediyorum. İnce uzun dükkânı, uzunlamasına ikiye bölen kocaman tezgahlı bir buzdolabı var. Dolabın sağ yanında yeğeni Mehmet, et servisi yapıyor; sol yanındaki ofis masasında da Atila paraları tahsil ediyor. Atila’yı her ziyaretimde hâl hatırdan önce “Ooo maşallah buzdolabınız iyiymiş valla” diyorum. Buzdolabına bakıp sade kahvelerimizi yudumlarken, çocukluk kavgalarımızı anlatıyor, gülüşüyoruz.
Dostlar bu buzdolaplarının çok soğuk durduklarına bakmayın, benim sıcak anılarımı saklıyorlar…