ŞANLIURFADAN… Kimlerdensin?

İnsanların sizin hakkınızsa ne düşündüğü önemli midir? Daha doğrusu, ne kadar önemlidir? Hiç oraya gitmeyeyim, onunla görüşmeyeyim ya da şunu giymeyeyim kararını, insanların düşüncelerine sebep vermemek için ertelediğiniz olmuş mudur?

Eğer küçük bir şehirde yaşıyorsanız, insanların sizin için ne düşündüğü, bir anda çok önemli olmaya başlar. Tanıdık, eş, dost referanslarıyla örülür yaşamınız. Sizi, sizi tanımlayan çevreniz toplumda konumlandırır. Bir market kasasında dahi kasiyerle aranızda “kimlerdensin abla” sohbeti geçebilir.

“Kimlerdensin.” Yani, “Seni tanıyor muyum?” Yaşamak için bir aidiyetinin olması gerekir. Kimi tanıdığın, kime tanıdık olduğun çok önemlidir. Eğer karşındakinin tanıdığı kimilerini sen de tanıyorsan, o yaşam sana kolaylaşacaktır. Yardım alırsın, yol gösterirler, sahiplenirler. O kimselerle aynı parantezde olmak, tıpkı bir aile tanımı gibi olur. O andan itibaren sen onların ablası, abisi, amcası, halası olabilirsin.

Küçük bir şehirde yaşamayı, büyük bir şehirde yaşamaktan ayıran en önemli özellik, bu aidiyet hissi olmalı. Kendinize ait sorumluluklarınıza ister istemez çevreniz de biniveriyor. Mesela, Şanlıurfa’da yaşıyorsan öyle başına buyruk yaşayamazsın. Bir şehrin kontrol mekanizması olarak “dedikodu” işlemeye başlar. Bana ne, ne derlerse desinler diyemezsin. Çünkü dersen, artık o sokakta öyle rahat yürüyemeyebilir, o bakkaldan alışveriş yapamayabilir, artık o kimseler yanında değil karşında olabilir.

Küçük şehirlerde yaşamanın kendine has nitelikleri vardır. Evde yaptığın mahlepli çörek çok koktu diye tüm komşularına dağıtırsın. Çünkü ayıp olur, insanların canı ister. Komşunun da hakkı vardır. Onun bir yakını vefat etmişse yasını paylaşırsın, televizyonun sesini kısar ya da açmazsın. Çünkü televizyon bir eğlence kutusudur. Onunla alay etmek demek olur, televizyon izlemek. Aksini yapmak, saygısızlık olarak nitelendirilir.

Küçük bir şehirde zaman ilerledikçe, yeni nesiller eklendikçe o şehrin yaşamına, yaşam şekilleri pek değişmese de, tanımlarında değişiklikler olur. Geçmişin taşıyıcılarının sohbetleri “Ahmet’in kızı üniversiteyi bitirmiş, Zeynep’in oğlu, Zeliha’nın oğluyla kavga etmiş” gibi şekil alır. Her ne kadar Ahmet’in kızı, Zeynep ya da Zelihe’nın oğlu olarak olayın öznesi daha genç bir nesil olsa da, Şanlıurfa’da yaşıyorsanız; okumamış Ahmet Babanın okuyan kızı olmak konunun ta kendisi olur. Senin Ahmet’in kızı olarak adının bir önemi yoktur. Ahmet’in kızı, Mehmet’in yeğeni, Ayşe’nin torunu olmanın yanında, sen ikinci planda kalabilirsin.

Omzunda taşıdığın başka yaşamlarla annen, baban, dayın, amcanla adım atarsın. Belki bu yüzden genç bir yaşam için, Şanlıurfa’da yaşamak içine sığılamaz bir ağırlık taşır. Şanlıurfa gibi küçük şehirlerde yaşamak, yaşlı bir ağacın en körpe dalına salıncak kurmak gibidir.

Hazır olmadığın bir yükle yaşamaya başlarsın. “Onlardan olmak” yüküyle. Bu nedenle, aidiyet bağının olduğu kişilerin yaşamlarına laf ettirmiş olursun. İşte bu noktada kimin, senin-sizin için ne dediği önemli olmaya başlar.

Bazı toplum biçimleri bencilliği beslemez. Mesela Şanlıurfa. Ama anlıyorum ki tanık oldukça, içinde gerektiği kadar bencilliği taşıyamayan bir yaşam, kendi olamıyor. Ben demesi gereken bazı yerlerde de biz demeye kalkıştığından, bazı kapılardan sığamıyor. Solo bir şarkıyı, koroyla söylemeye çalıştığından şarkının da anlamı kalmıyor.

Sonra ne mi oluyor, ne içine sığıyorsun, ne dışına taşıyorsun. Çizginin üstünde yaşamaya başlıyorsun. Ve çizgiden bakınca görüyorsun ki, senden çok var. O kadar çok ki artık çizgi taşıyamıyor.

1081420cookie-checkŞANLIURFADAN… Kimlerdensin?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.