Atatürk’ün mirası olan Türkiye’nin ilk botanik bahçesi neden yok edilmek isteniyor?

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – İstanbul Müftülüğü’ne tahsis edilen Türkiye’nin ilk botanik bahçesinin tarihi olaylarla dolu geçmişinde Osmanlı padişahlarının katledilmesiyle sonuçlanan kanlı isyanlar ve Şeyhülislamlık fetvahanesi var…
 
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı 83 yıllık botanik bahçesinin arazisi Müftülüğe devredilmek için boşaltılıyor. Süleymaniye Camii’nin arazisine bitişik alanda bulunan botanik bahçesi, Hitler Almanyası’nda baskı gören bir çok bilim insanından biri olan ve 1933’te kamu hizmetinden uzaklaştırılanProf. Dr. Alfred Hilbron, Atatürk’ün daveti üzerine Prof. Dr. Leo Brauner ile birlikte Türkiye’ye geldi. Nazi zulmünden kaçan iki bilim insanı öncülüğünde oluşturulan İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi, 1935 yılı ilkbaharında hizmete açıldı. Çok sayıda botanikçi ve farmakoloğun yetişmesini sağlayan 17 dekarlık botanik bahçesinin adı, 2003 yılında alınan bir kararla Alfred Heilbornn Botanik Bahçesi olarak değiştirilmişti. Türkiye’nin ilk botanik bahçesi olarak anılan tarihi bilim merkezinin Müftülüğe tahsis edilerek boşaltılması tepki çekiyor. Birçok tarihi olaya tanıklık eden botanik bahçesinin bulunduğu arazinin geçmişi kanlı isyanlarla dolu…
 
BİYOÇEŞİTLİLİK ZENGİNİ TÜRKİYE İLK BOTANİK BAHÇESİNİ YOK EDİYOR
Türkiye sahip olduğu coğrafi ve iklimsel özellikleri nedeniyle biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Tüm Avrupa kıt’asında 13 bin bitki türü olmasına karşın Türkiye’de 10 binden fazla bitki türü bulunuyor. Bunun 3 binden fazlası, yani yaklaşık üçte biri ise endemik. Bu oran, kıta Avrupa’sının tamamının endemizm oranına eşit. Avrupa’nın en fazla endemik bitkiye sahip ülkesi Yunanistan’da 800 endemik tür bulunurken, dağlarıyla ünlü İsviçre’de ise yalnızca 1 endemik bitki türü bulunuyor.
ANADOLU’NUN DOĞA HAZİNELERİ YAĞMALANIYOR
Tek başına bütün kıta Avrupa’sına yakın bitki türüne sahip olan Anadolu coğrafyasının bu benzersiz zenginliği gıdadan giyime, tıptan kozmetiğe, tarımdan sanayiye bir çok alanda oldukça önemli bir avantaj. Ancak bu zenginlik yüzlerce yıl daha çok batılıların ilgisini çekmiş. Gülden laleye, orkideden safran türlerine bir çok bitki türü Anadolu’dan götürülerek kültür üretimi yapıldıktan sonra yeniden bu toprakların insanına satılıyor. Her yıl bahar aylarında Anadolu dağları ve yaylalarında bitki ve böcek türü arayan biyokaçakçılar, bu zengin hazineyi yağmalamayı sürdürüyor.
 
BİNLERCE YILDIR HALKINA AYRICALIK SAĞLAYAN ZENGİNLİK
Antik çağdan Bizans’a, Selçuklulardan Beylikler ve Osmanlı dönemine Akdeniz’in en önemli bitki coğrafyası olan Anadolu, üzerinde yaşayan halklara gıpta edilen bir doğa hazinesi sunuyordu. Bu hazinenin dilini bilen halklar, binlerce yıl boyunca Anadolu’da ayrıcalıklı bir yaşam sürdüler. Ancak bu benzersiz zenginliği ele alan modern botanik biliminin Osmanlı’nın gündemine gelmesi 1830’lu yıllarda başladı.
 
MODERN BİTKİ BİLİMİ İLK KEZ 1834’DE DERS OLARAK OKUTULDU
Tıp öğrenimi çerçevesinde 1834’te ders olarak okutulmaya başlayan ‘İlm-i Nebat’ (bitki bilimi), Türkiye’deki modern botanik biliminin de başlangıcı kabul edilir. Atatürk’ün öncülüğünde 1933 yılında gerçekleştirilen üniversite reformunun ardından İstanbul Üniversitesi bünyesinde bağımsız bir biyoloji bölümü kurulması gündeme geldi. Süleymaniye’deki arazi üzerinde kurulan bölüm, botanik ve zooloji enstitüleri ile birlikte büyük bir botanik bahçesini de barındırıyordu.
 
ATATÜRK’ÜN DAVETİYLE TÜRKİYE’YE GELEN ÜNLÜ BOTANİKÇİ ÖNCÜ OLDU
Hitler Almanyası’nda Nazi zulmüne uğrayan Yahudi kökenli bilim insanlarından biri olan Ord. Prof. Dr. Alfred Heilbronn, Eylül 1933’te kamu hizmetinden uzaklaştırılınca Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye geldi. Yeni kurulan Farmakobotanik ve Genetik Enstitüsü direktörlüğüne Ord. Prof. Dr. Alfred Heilbronn atandı. Heilborn’ün yönettiği enstitüde tıp, eczacılık, dişçilik, ormancılık ve biyoloji öğrencilerine birinci yıl içinde teorik ve pratik olarak nebat biyolojisi dersi, biyoloji öğrencilerine genetik dersi, eczacılık öğrencilerine ise farmakobotanik ve bitki anatomisi dersleri veriliyordu. Enstitüde ayrıca genetik ve tıbbi bilgiler ile ilgili konularda araştırmalar da yürütülüyordu.
TÜRK VATANDAŞI OLDU, TÜRK BOTANİKÇİYLE EVLENDİ
Prof. Heilborn, 1946’da Türk vatandaşlığına kabul edilmiş, 1948’de ise tercümanlığını üstlenen Türk botanikçi Doç. Dr. Fatma Mehpare Başarman ile ikinci evliliğini yapmıştı. 1955 yılına kadar enstitüde çalışan ancak emekliliğinin ardından bilimden uzak kalamayacağını anladığı için Almanya’ya dönen Heilbornn, Alman hükümetinin kendisine ömür boyu öğretim üyeliği hakkı tanımasıyla ders vermeyi sürdürdü.
İKİ DÜNYA SAVAŞINI YAŞADI, İKİ ÜLKEDE BOTANİK BİLİMİNE KATKI YAPTI
1885 yılında dünyaya gelen ve iki dünya savaşının yaşandığı yıllarda iki ayrı ülkede botanik bilimine büyük katkılar yapan Ord. Prof. Alfred Heilborn’un zorluklarla dolu yaşamı 17 Mart 1961’de 76 yaşındayken Almanya’da son buldu. Eşi Mehpare Hanım ise 27 Mayıs darbesinin ardından Milli Birlik Komitesi’nce alınan 28 Ekim 1960 tarihli kararla 147 akademisyenle birlikte üniversitedeki görevinden atıldı. Nisan 1962’de yeniden görevine iade edilen Doç Dr. Mehpare Başarman Heilbornn, Haziran 1963’te emekliye ayrıldı. 1993’te ise Almanya’da yaşamını yitirdi.
 5 BİN TÜR BULUNAN BAHÇEYE 2003’TE HEİLBORNN’ÜN ADI VERİLDİ
Heilbornn’un adı 2003 yılında kurucusu olduğu botanik bahçesine verildi ve binlerce öğrenci yetiştiren merkezin adı ‘İstanbul Üniversitesi, Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’ olarak değiştirildi. Bugün İstanbul Müftülüğü’ne tahsis edilerek tahliye edilen botanik bahçesinde, ağaç, çalı, otsu, tropik ve yarı tropik olmak üzere toplam 5 bin bitki türü bulunuyor. Türkiye’nin en köklü botanik bahçesi, yurt içi ve yurt dışından yaklaşık 400 botanik bahçesi ile tohum alışverişi yaparken her yıl binden fazla lisans düzeyinde biyoloji öğrencisine eğitim katkısı sunuyor.
2015 YILINDA DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NA TAHSİS EDİLDİ
Sahip olduğu doğal varlıkları yıkım projeleri uğruna birer birer yitiren, kentlerini betona boğan Türkiye’nin ilk botanik bahçesi, herhangi bir alanda inşa edilebilecek binalar ve yürütülebilecek hizmetler uğruna yok edilecek. 2012 yılından bu yana botanik bahçesinin arazisi üzerinde bir tartışma sürüyordu. Botanik bahçesinin arazisinin küçük bir bölümü İstanbul Müftülüğü’ne aitti. Ancak 1995 yılında içindeki bitkilerle birlikte sit alanı ilan edilen botanik bahçesi, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün muvaffakiyeti ile 2015 yılında ‘müftülük hizmetlerinde kullanılmak üzere’ Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edildi.
GENÇ OSMAN İSYANCILARA AĞA KAPISINDA YAKALANDI
Türkiye’nin ilk botanik parkının arazisi bundan böyle İstanbul Müftülüğü’nün tasarrufunda kullanılacak. Osmanlı döneminde 16. Yüzyıldan itibaren1826 yılına kadar Yeniçeri Ağası’nın resmi makamı olarak kullanılan, daha sonra ise Şeyhülislam’lığa devredilen binanın bulunduğu arazide kurulan botanik parkının geçmişi önemli tarihi olaylarla dolu. Genç Osman olarak da anılan II. Osman, Mayıs 1622’de Sipahiler ve Yeniçeriler tarafından başlatılan ayaklanmanın ardından Bursa’ya gidebilmek için Yeniçeri Ağası’nın bulunduğu Ağa Kapısı’na geldi. Yeniçeri Ağası’nın, padişahın bahşiş vereceği sözleri isyancıları ikna etmeye yetmemiş, Genç Osman bugünkü botanik bahçesinin bulunduğu yerdeki Ağa Kapısı’nda saklandığı yerde ele geçirildi ve bu 18 yaşındaki padişahın Yedikule’de katledilmesine giden yolun başlangıcı oldu.
PATRONA HALİL İSYANINA DA TANIKLIK EDEN MEKAN
Eylül 1730’da başlayan Patrona Halil isyanı da Ağa Kapısı’nın tanıklık ettiği bir başka tarihi olay olarak kayıtlara geçti.1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kapatan Sultan II. Mahmut, Yeniçerilerin hatıralarını silmek için geçmişte ‘Ağa Kapısı’ olarak anılan mekânın adını da değiştirerek Şeyhlik ve fetva makamı anlamına gelen ‘Bâb-ı Meşîhat Fetvahane’ olarak anılmasını istedi.
ŞEYHLÜLİSLAMLIK LAĞVEDİLİNCE MÜFTÜLÜĞE VERİLDİ
Yeniçeri Ağasının sarayı dâhil çok sayıda yapıyı barındıran yapılar topluluğu, çeşitli dönemlerde yangınlar geçirdi. Cumhuriyetle birlikte 3 Mart 1924’te Şeyhülislamlık kurumunun lağvedilmesiyle ayakta kalan binalar İstanbul Müftülüğü’ne tahsis edildi. Tarihi yapılar bir süreliğine İstanbul Kız Lisesi’ne verildi. 1926’da çıkan yangında bu binalar tamamen yandı. Geçmişte Şeyhülislam Dairesi’nin Fetvahane bölümü olarak kullanılan bina yangından kurtarılabilen son yapıydı, günümüzde İstanbul Müftülüğü olarak hizmet veriyor.
ŞEYHÜLİSLAM KİMDİR?
Osmanlı döneminde 15 yüzyıldan itibaren bir fetva makamı olarak devlet işlerinde kullanılmaya başlanan Şeyhülislamlık kurumu, devletin uyguladığı politikalara dini yönden meşruiyet kazandıracak fetvalar hazırlıyordu. En yüksek dini otorite olan Şeyhülislamların en ünlülerinden biri Ebusuud Efendi’ydi. Ebusuud’un en bilinen fetvalarından biri de Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’nın 1553’te katledilmesine dinen onay üreten fetvasıydı.
 _______________
Kaynakça:
-‘Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Bilim’. (İnan Kalaycıoğulları, Doktora tezi. Ankara 2009)
-İstanbul Müftülüğü ‘Tanıtım ve Tarihçe’. (www.istanbul.diyanet.gov.tr)
 
 
2205750cookie-checkAtatürk’ün mirası olan Türkiye’nin ilk botanik bahçesi neden yok edilmek isteniyor?
Önceki haberZamparalığın Kuralları
Sonraki haberGerçekliğin neresinde durmalı
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.