Başarmak başaramamak

Bütün başarısız insanlar gösteriye ağırlık verirler. Başarısızlığın iki temel nedeni vardır: aptallık ve tembellik. Aptallık cahillikle gelen kafa karışıklığının bireyde kökleşmiş biçimidir. İyi bir aptal yapılmaması gereken her şeyi yapar ve yapılması gereken hiçbir şeyi yapmaz. Efendim, başarılı olamıyorsanız başarılı görünmeyi de mi bilmiyorsunuz? Kafayı çorbaya çevirmiş bir felsefe adamı başarılı olamayacağı duygusuyla hiç değilse görünüşü kurtaralım diyerek koca koca kitaplar yazar. Afşar kendini anlatıyor diye düşünürseniz gerçekten gücenirim, yok yere gönlümü kırmış olursunuz. O anlamda değil ama bir başka anlamda ben gerçekten aptalın biriyim. Her neyse, beni bir yana bırakalım. Bu çok değerli felsefe adamı kitaplarını kendini bilen kimselerin okumayacağını iyi bilir. Ama kitap kitaptır. Kitabın üstüne şöyle oturaklı bir ad da koydun mu isterse içinde doğru dürüst hiçbir şey olmasın, isterse yazılanları kimse anlamasın. Bu durumda o bu felsefe denen şeyin birinci adamıdır.
Yirmi yıldır harıl harıl işleyen kebapçı dükkanının tam karşısına üç dört masalık bir kebapçı dükkanı açanı da gördük. Üç ay sonra onun işi tamamdır. Hani şu da olabilir: acımasızsanız üç dört masalık bir kebapçı dükkanının karşısına kocaman bir kebapçı dükkanı açabilirsiniz. Küçük kebapçı batmamak için çırpınır. Hiç yapmadığı şeyleri yapmaya başlar: müşteriye aşırı ölçüde güler yüz göstermeye çalışır, şımarık müşterilerin arsız çocuklarını okşar, fasulye piyazını fındık turplarla süsler, porsiyonda çöp şişlerin sayısını dörde çıkarır, irmik helvasının içine fıstık katar, suya para almaz… Gene de garibim tutturamaz ve pılıyı pırtıyı toplar gider. Bir kere iş terse döndü mü yapılacak tek şey kapayıp kaçmaktır.
Yaşamın her kesiminde sonuçlar bu kadar belirgin değildir. İktisadi yaşamda mucize diye bir şey yoktur. Diyelim siz kocaman bir alışveriş merkezi açtınız, orada yiyeceğe içeceğe kocaman bir bölüm ayırdınız, yalnız sebze ve meyve değil neredeyse her şeyi satıyorsunuz. Karşıda da döküntü bir bakkal dükkanı var. Size kimseler gelmiyor ama o döküntü bakkal dükkanı arı gibi işliyor. Buna inanabilir misiniz? Böyle saçma şey olmaz. Bakkalın ablası bile görünmemeye çalışarak alışveriş merkezine yan kapıdan sızıverir. Ama yaşamın başka kesimlerinde daha başka yasalar geçerlidir. Bir kurumda başarısız bir kişinin başarılı sayıldığı, buna karşılık başarısız bir kişinin başarılı diye baş tacı edildiği çok olur. Nasıl oluyor bu? Aslında burada bizim başarısız dediğimiz adam gerçekte başarılıdır. Hangi anlamda başarılıdır? Anlatalım. Sabah işe herkesten on dakika önce gider, masasına oturur, yönetici kişinin gelmesini bekler. Yönetici odasına girer girmez bu da o odaya doğru seğirtir ve yöneticiye övgüler yağdırır. Bu arada kimse duymasın gibilerden sağına soluna bakınır, bir akşam önce bilgisayar uzmanı Atilla’yla dosya memuru Belgin’in iş yerinden ayrı ayrı çıktıklarını, ancak Salkımsöğüt sokağının başında buluşup kolkola iskeleye doğru gittiklerini anlatır. Kendisi onları iskeleye kadar izlemiştir ama görülmek ve eve geç kalmak korkusuyla daha öteye gidememiştir. Beyefendinin başkaca bir emirleri var mıdır? Bu arada bu değerli insan ülserini azdırmamaya dikkat ediyor mudur? Yukarıda bir başka anlamda aptalım dedim ya, sanırım ne anlamda aptal olduğumu anlamışsınızdır.
Düzmece başarılar kalıcı değildir. Şairiyle birlikte hatta şairinden önce ölen şiirler vardır. Öyle kitaplar vardır ki onları yazarları bile anımsayamaz ya da anımsamak istemez. O düzmece başarıların üzerine yavaş yavaş ölü toprağı serpilmeye başlar. Gün gelir anlatılanlarla torunlar bile ilgilenmez olur. Eski arkadaşları bulup bir iki kadeh parlatmak, böylece ölmekte olan yaşanmışı anılar düzeyinde diriltmek hoş olmaz mı? Bir türlü toplanılamaz. Bir gün toplantı gerçekleşir: soğuk mu soğuk bir hava. Anılar dudaklardan yere cam kırıkları gibi dökülürken uyku göz kapaklarını aşağıya doğru çeker. “Doyamadık vallahi Hüsnü kardeşim, yahu ne iyi ettin de bizi bir araya getirdin, bunu biz kesintisiz ayda bir yapalım, katılmayana da ceza verelim.” İkinci toplantı ya olmaz ya da bir şeye benzemez. “Hanım, bu bizim Hüsnü gene eskileri toplamaya kalkmış ama hiç gidesim yok benim, ne bahane uydursam dersin?”
Doğa palavrayı yutmuyor dostlarım, yalanı onaylamış gibi yapsa da onaylamıyor ve ödetiyor. Tembelliklerimizin bize kazandırdığı o sıkıcı boş vakitleri kazanç sayıyorsak, yüzsüzlüklerimizin bize sağladığı ünleri unvanları zenginlikleri kazanç sayıyorsak o başka. Yaşama gerçekten emek veren insanların gözlerindeki pırıl pırıl sevinçleri tanımamış olsaydık iyinin de kötünün de doğrunun da yanlışın da aynı kapıya çıktığına inanabilirdik.

644430cookie-checkBaşarmak başaramamak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.