Basın basanın, koltuk ağır basanın; Kaybetmek yan basanın!

Siyasetçilerin, kendilerine güveni oranında, rakibiyle halkın gözü önünde karşılıklı tartışmaktan çekinmemesi lazım. Güreşe soyunmuşken, minderden kaçmak, sırf cevap vermiş olmak için basın üzerinden rakibe tepki koymak çok ucuz ve kolaycı bir polemikçilik yolu, bir yetersizlik göstergesi ve bir nevi kaçak güreşme yöntemi. Yetkin ile yetersizin, minderde kalacak ile kaçacağın, seçmen tarafından gözlemlenmesine zemin yaratabilmeli iki taraf da… Böyle saydam bir tartışma ortamına çıkamayanın ya gocunduğu bir şey vardır, ya da komple bir siyasetçi değildir… Ve başımıza geçmeyi haketmiyordur!
Oysa halk için ölçek olan gerçek kıvrak zeka mahareti; tavla ya da satranç oynar gibi masaya karşılıklı oturup, öngörülü kafa farkını ortaya koyarak, anlık doğru hamlelerle rakibe pey sürebilmek olmalı. Bu sadece özgüven değil, şeffaflık ve medeniyet göstergesidir. Parti temsilcilerinden oluşan bireylerin veya ekiplerin, lise münazaraları gibi, güncel bir konudaki çarpıcı fikirlerini ve çözüm önerilerini halkın önünde tartışabilmeleri ve bunun sonucuna göre, liyakatları ölçeğinde lehte puan getiren somut kanaatler yüklemeleri lazım izleyicilere. Dikey projeler üretebilme güçleri ve yaratıcılıkları değer ölçüsü olmalı, yatay kronik sorunlara yönelik özgün çözümlerini de karşılıklı ortaya koyabilmeliler ya da karşı tezi çürütebilmeliler, hakkıyla oy koparabilmeleri için…
Bu hodri meydanlar faşist 12 Eylül döneminde bile yapılabiliyordu. Herbiri cunta rejiminin göstermelik türettiği dolgu partilerin genel başkanları da olsa, Özal, Calp ve Sunalp’in TV ekranlarında, Mehmet Barlas gibi, tünediği ağaca göre renk değiştirme özelliği olan bir moderatörün yönetiminde veya tamamen kendi aralarında tartışabilmeleri artık mümkün olmuyor, günümüzün kaçamak, hoşgörüsüz, katı ve ayrıştırılmış mekanik ortamında… Ve dahi; büyük rating yapacak dahi olsalar, bu cesarette dahi medyacılar çıkmıyor, anlı şanlı ekranlarımızdan… Malzeme hep aynı… Özel çiftliklerde yetiştirilmiş yeni yetme borazancılar! Çaldıkları tek notalı vuvuzela ve zamanımız…
Muharrem İnce, hemen her konuşmasında karşı partinin aynı sikletteki elemanlarını grup halinde ringe davet eder ve cevap alamaz yıllardır… En son Kılıçdaroğlu, daha iyi oynadığı mevkide, Mir Dengir bilmem Fırat ile İ. Melih Gökçek’i ekran arenasında hallaç pamuğu gibi atmıştı ve herhalde bu tuşlar, o zamandan beri ekrandan kaçanlara emsal teşkil etti…
Toplumsal katmanlar o kadar ayrışmış durumdaki, bu cephedeki her bir kimse, öbür cephedekilerin herhangi bir fikrini, hiç dinlemeden, kafadan vicdani redde bağlıyor, “karşı teze karşı olma” önyargısı ile. Katı İslam sağcılarının Akit, reaksiyonel solcuların Sözcü, ortada yüzenlerin ise çokça, “derileri yüzülmüş” gazeteleri okuyor olması, ülkede süregelen “dayatılmış kalıtsal, şekilci, kutuplu demokrasi” modelinin göstergesi… 80 öncesinde de, sigara paketlerinden ayırdedilirlerdi insanlar…
Oysa bir solcunun Akit’i de, Yeni Şafak’ı da, bir sağcının Sözcü’yü de, Aydınlık’ı da okuması, ortadakilerin ise hepsini okuyabilmeleri lazım ki, serbest iradeler kontra geniş bakış açılarıyla ve özgür edinilen kıyas bilgileri ile oluşabilsinler… Alternatif fikirlere şans vermemek, sağda da, solda da bağnazlık olarak hükümlenir aklı selim toplumlarda… Asgari müşterek uzlaşmacı ortak paydalarda buluşma imkanları daha başında kafadan yitiriliyor böylece. Kavgacı toplum olmamıza çanak tutuluyor. Daha acısı, halkı kutuplaştırma niyetindeki iç ve dış mihrakların ekmeğine tereyağ, işte böyle sürülüyor… En traji-komik yanı ise halkın siyaseti bu sanması… Siyaset bilimine haksızlık bu. Sığ sularda yargılanıyor, sığ siyasetçiler yüzünden…
Rakip partiden birinin beyanatına, sırf aksi yönde altta kalmamak adına basın üzerinden cevap vermek, halkın gözünde, nokta atışlı prim yapan bir davranış biçimi olarak algılanmıyor artık. Zaten her iki tarafın da kendi mevcut kemik kesimleri ötesinde taraftar kazanabilecekleri asıl yoğun hedef kitleleri pek gazete de okumuyor, sosyal medya desen hak getire… Kul kültürü belirleyici… Okuyanlar da kendi partilerinin beyanatlarını okuyor, sadece kendi kanallarını izliyor her kesim…
Oysa ekstradan hamle üretip, mutlak ve kalıcı oy getiren siyasi başarı, körlerle sağırların birbirini ağırlaması değil, karşı tarafı, dayatma olmaksızın, tehdit olmaksızın, rüşvet dağıtmaksızın, kendi samimi görüşlerine ikna edebilmek olmalı. Önümüzdeki yerel seçimlerde yüzer oylar çok ama çok önemli… Genel seçimlere doğrudan baz teşkil edecek olan bu kulaçlar, dalga yaratacaklar. Karşıdan 5 puan çalabilmek, kendini 5 basamak yukarı taşırken, karşı tarafı da aynı oranda düşürmek demek olduğu için kıyıya vuruşu 10 kuvvetinde… ( CHP 34 – 44 AKP ) olarak durum gösteren anketler, yüzer oyların akıntılarla evrilip devrilmesiyle, ( AKP 39 – 39 CHP ) oluverir, kıyıdan kıyıdan…
İşte sırf bunun için, karşı tarafın segmentlerine de hitap edebilmek lazım. O kesimin derinlikli sosyolojik analizine vakıf olmak lazım. Beklentilerini okumak lazım, kandırılma mesnetlerini çözmek lazım… Kaçak güreşmeyenin, icraatlarına, projelerine, geçmişine güvenenin, bu şekilde oluşturulacak bir demokratik tartışma platformunda şansı daha çok. Sistemden beslenip geviş getirenlerin değil, besleyici yeni tohumlar üretenin şansının daha çok olması daha adaletli…
Konunun bütünlüğünü yerel politika düzlemine indirgersek, örneğin; “siyasi atraksiyonlara karnımız tok“ diyen birilerinin, halkın gerçeklerine ve mutlak doğruluklara aç kalmamaları lazım. Yalova yerelinde ufak bir örneğe bakarsak, CHP aday adayı Vefa Salman’ın, Tıp Fakültesi yeri için getirdiği öneriye, AKP İl Başkanı olarak, basın üzerinden verilen cevapta, geniş bir düşünme zamanı olduğu halde, “Fakülteler kent meydanlarında değil, şehir dışlarında olmalı…“ diye dar bir cevap beyan ederseniz ve aynı paragraf içinde kenti geliştireceğinizden dem vurursanız, şehrin geleceğini bugünden “görme engelli” olduğunuza dair bir kanaat uyanır, okuyanda… Hele biriniz, “Tıp Fakültesi için Yalova hazır değil” diye ahkam keserken, diğer partiliniz, “Tıp Fakültesi kurulacak !” diye beyanat verirse, partinizi ilzam eden vizyon açıortayınızın bileşke kuvveti nötralize olur ve “sadece sizi okuyan seçmeniniz” bazında bir tereddüt yaratırken, ileri görüş iddianızın mesnetsizliği, sizi doğru okuyana, sandıkta canınıza okuma! fırsatı verir…
İşte, rakibe basın yoluyla, havada kalacak boş cevaplar yetiştirirken, ileri ve geniş görüşlü biri olmadığınıza dair halkta aleyhinize bir hüküm oluşması tehlikesine karşı, kendinizi doğru ve net ifade edebilmeniz için gereklidir, gerçek demokratik, karşılıklı tartışma arenaları…
Buradan öneririm ki, her partinin adayı belli olduktan sonra, yerel seçimlerden önceki bir kaç aylık son düzlükte, tüm partilerin münazara ekipleri toplu halde veya ikişerli olarak karşılıklı oturup, bir salonda halkın önünde, ya da kurulacak yerel ve tarafsız bir WEB TV yayınında, güncel konular ve sorunlar üzerinde canlı canlı tartışabilmeli… Halk hepsine interaktif sorular sorabilmeli, cevaplar almalı… Ama, taraflar arkalarına bir ikbal gücü almadan çıplak çıkacaklar tartışma arenasına; silahları salt akli donanımları olacak… Belden aşağı vurma yok, dini kullanma yok, çanak soru yok, kendini tekrar etmek yok, bunlar puan kaybı olacak. Bir yanlış, üç doğruyu götürecek…
İkna kaabiliyetlerine, hitap tarzlarına, konulara hakimiyetlerine, çözüm önerilerine, tesir alanlarına vs, halk tarafından anında on line notlar verilecek, total performans o an kümülatif puanlanacak… Tabii arenaya çıkmaya cesareti ve güveni olanlar arasında olacak bu haklı rekabet…
Hadi, bu fikri burada hayata geçirerek hep birlikte eğlenceli kış ayları yaşayalım yerel seçimlere kadar. Tüm partilere hodri meydan olsun… Bakalım kim minderden kaçacak? Kim kaçak güreşecek? Kim kimin segmentinden ne kadar oy kapacak? Kimin ayağı yere basıyor? Kimin içi dolu? Kim boş sallıyor? Tüm partilerin Belediye Başkan adaylarına hodri meydan… Agoralarda forumlar kurulsun; kursunlar her konuya göre münazara ekiplerini ve çıksınlar halkın huzuruna karşılıklı… Ölçelim liyakatlerini, vizyonlarını, kalibrelerini… Alsınlar boylarının ölçülerini.
Dönüş hızı artmış, viraj alma alanı daralmış gezegende, buna bağlı olarak yükselen liyakat çıtası, küresel hodri meydanlara çıkan ülkelerin taşlaşmış koltuklarında ve meclis karmalarında mutlak bir nitelik ve yüksek düzey gerektiriyor… Ve küresel güncel gelişmelere dinamik hakimiyet besliyor mental kaliteyi… Yoksa savrulup gideceğiz Dünya’nın üzerinden, son aylardaki gibi…
Aydın bir vizyon, pür-i pak bir şecere, sıkı referanslar, net ve saydam bakış açıları, yaratıcı ve ülkeyi Dünya’ya taşıyıcı fikirler üreten kadrolar lazım görücüye çıkacak partilere… Bırakın tartalım işte, hakedilmiş total kalifikasyonunuzu halk olarak… Darasız kefelere koyalım sizi; donanımlıysanız yollayalım istediğiniz koltuklara… Halk olarak; demokrasi sularında yüzelim, dümen sularında değil…
Zaten bana kalsa, milletvekilleri bile seçmenin bir kaç kademeli sözel imtihanından geçerek girebilmeli meclise… TBMMSYS falan olmalı mod medyansız..

Bknz ; https://acikgazete.com/sizden/2013/01/28/mebus-yerlestirme-sinavi.htm?aid=50072

764960cookie-checkBasın basanın, koltuk ağır basanın; Kaybetmek yan basanın!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.