Ben de halümce Bedreddinem…

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Egemenlerin beslediği ‘ulema’nın “kanı helal, malı haram” fetvasıyla yağmurlu bir Aralık gününde, Serez Çarşısı’nda asıldı Bedreddin.

Bedreddin’in, Börklüce Mustafa’nın ve yoldaşı Türkmenlerin, “Yapışıp sabanın sapına, şol kardeş toprağını biz de bir yol sürelim dedik. Yarın yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber diyebilmek için!” diyerek çıktıkları yolun, insanlığın bitmek bilmeyen özgürlük, eşitlik ve adalet arayışının ışıklı sayfalarından biri olduğunu unutmadık, unutturmayacağız. Çünkü bu topraklarda Bedreddinler de Börklüceler de Kemaliler de tükenmez…

Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin derler, Osmanlı’nın fetret devrinde Yıldırım Bayezid’in oğlu Musa Çelebi’nin Kazaskerliğini yapan bir gönül eri geldi geçti bu topraklardan…

Adı, mazlumların, yoksulların gönüllerine yazıldı, kaldı…

Bugün bile Anadolu insanına “ben de halimce Bedreddinem” dedirten bu gönül eri kimdi?

Osmanlı ordusunun 1402’de Timur karşısında yaşadığı Ankara bozgunundan sonra Musa ve Mehmet Çelebi kardeşler arasında bir taht kavgasıdır başladı. Musa Çelebi bu taht kavgasında yoksulların ve halkın çıkarını savunduğu için dönemin beyleri ve aristokratlar kendisine yüz çevirdiler…

Musa Çelebi’nin İstanbul’u kuşatması üzerine ise temsil ettiği ya da temsil etmek zorunda kaldığı halk ve ideoloji karşısında egemen güçlerin; etnik köken, din, hatta ayrı devletlerden olma ayrılıklarına bir yana bırakarak Mehmet Çelebi’nin çevresinde sımsıkı kenetlenmeleri hiç de uzun sürmedi. Bu birliktelik, egemen çevrelerin sınıfsal çıkarlarını her şeyin üstünde tuttuklarının tarihsel bir kanıtı olarak kaydoldu zamanın belleğine…

Öyle ki Bizans imparatoru, Musa Çelebi’ye karşı Mehmet Çelebi’yi yardıma çağıracak, o da bu çağrıyı hemen kabul ederek İstanbul’a gelecek, kentte eğlence ile geçirilen üç günün sonunda yanına bir Bizans birliğini de alarak kardeşi üzerine gidecekti…

Ne var ki bu girişiminde Mehmet Çelebi, İnceğiz’de yenik düşerek Anadolu’ya geri çekilmek zorunda kalacaktı.

MUSA ÇELEBİ ÖLDÜRÜLÜYOR…

Mehmet Çelebi, Anadolu’da yeniden toparlanıp hazırlanarak kardeşi üzerine bir sefer daha yapmayı amaçlamaktaydı. Dulkadiroğlu ve Sırp Kralı’ndan yardım sağladıktan sonra Rumeli’ye geçti. Evranos Bey ve başka beyler de Mehmet Çelebi’ye katıldı. Böylelikle Mehmet Çelebi’nin ordusu, Sırp Kralı’nın, Bizans imparatorunun ve Osmanlı beylerinin katılmasıyla iyice güçlendi. Bu ordu, Musa Çelebi’yi sonunda yenilgiye uğrattı. Musa Çelebi öldürüldü. Ama halk arasında onun yaktığı umut ateşi hiçbir zaman sönmeyecekti…

TÜRKMEN ASİLERİN KORKUNÇ DÜŞMANI: MEHMET ÇELEBİ

Musa Çelebi’nin bayrağı altında toplananların başında, egemenlerin baskısından bunalmış olan köylüler ve yoksul halk geliyordu. Musa Çelebi, 1411’de, çağının ötesinde ve insanları birleştirici düşünceleri olan Şeyh Bedreddin’i kazaskerliğe getirmişti. Tarihçi Hammer, Mehmet Çelebi için, “Bütün hayatı boyunca Bizans İmparatoru’nun sadık müttefiki, Türkmen asilerinin korkunç düşmanı, Osmanlı saltanat tahtının dayanağı idi” diye yazıyor.

Musa Çelebi’nin öldürülmesinden sonra Mehmet Çelebi’ye karşı Şeyh Bedreddin’in müridlerinin, arkasından da Şeyh’in başkaldıracak olması ise iki kardeş arasındaki savaşımın salt bir taht kavgası olmadığının en azından Musa Çelebi’nin halk kitlelerinin tepkilerini ve duygularını dile getirdiğinin açık bir kanıtıydı. Çünkü Timur ordularının Anadolu’yu yağmalamaları, Beyazıt’ın oğulları arasındaki çatışmalar ve bu kargaşadan yararlanan eşkıyanın halka yönelik saldırıları, zaten ezilmekte olan halkı büsbütün maddi ve manevi sıkıntı içine düşürüyordu.

Diğer yandan da saray çevrelerinin, yöneticilerin, medreselilerin ve tarikat yandaşlarının üretmeksizin tüketen asalaklar olarak halkın karşısında yer alması da halkı büsbütün bunaltıyordu. Yıldırım Beyazıt’tan başlayarak yönetici kadronun ahlak açısından da düşkünlük göstermesi, Osmanlı sarayının Avrupa’daki saray yaşamına özenmesi de aynı döneme rastlaması halk üzerindeki olumsuz etkiler bırakıyordu.

SARAYIN GÖZÜNDE BÖRKLÜCE TARAFTARLARI ‘APTAL TÜRKLER’Dİ

Osmanlı tarihini sarayın gözünden yazan Hayrullah Efendi, Şeyh Bedreddin eylemine katılan Türkleri, ‘idraksız Türkler’ olarak niteleyip, “Börklüce Mustafa nam şahıs Aydın tarafına geçip orada bulunan etrak-i bi- idraki (kafasız, aptal Türkler)’i adı geçen şeyhin meslek ve mezhebini tasdike davet eyledi” diye yazarak ezilen halkı küçümseyen ifadeler kullanması, yönetici sınıfın halka nasıl baktığının açık bir göstergesiydi.

Osmanlı yönetiminin Hıristiyan aristokratlara gösterdiği hoşgörüye karşılık Türkler’e her olanakta acımasızca, gaddarca davrandığı tarihsel bir gerçekti. Örneğin Devşirme Yörgüç Paşa, Kızıl Koca Türkmenleri’nden eşkıyalık ettiği öne sürülen 4 kardeşi ve onların 400 kadar yandaşını bir hile ile yakalamış ve 4 kardeşi öldürdükten sonra, bu 400 kişiyi de bir mağaraya kapatıp dumanla boğdurarak öldürmüş, mallarını yağmalatmıştı.

AYDIN VE MANİSA’DA İSYAN BAYRAĞI AÇILIYOR…

Musa Çelebi’nin kardeşi tarafından öldürülmesinden sonra Bedreddin’e 1000 akçe aylık bağlanarak İznik’e sürgün edildi. Bedreddin’in izinden giden Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal Aydın ve Manisa’da isyan bayrağı açtıklarında Bedreddin İznik’teydi.

Olaylar, bütün Anadolu’da halkın padişaha karşı ayaklanmaya hazır bulunduğu bir ortamda patlak verdi. Bu sırada Mehmet Çelebi, Saruhan Valisi Süleyman Bey’e asker toplayarak Aydın yöresinde bulunan Börklüce Mustafa’nın üzerine gitmesini emretti.

Oysa Börklüce Mustafa, o ana kadar bir kalkışmada bulunmamıştı. Bunun üzerine Börklüce, Şeyh’e inananlardan 6 bin kişilik bir güç topladı. Börklüce’nin yoldaşları arasında Hıristiyan ve Yahudi olan tebaadan insanlar da vardı. Öyle ki ayaklanmanın önderlerinden biri olan Torlak Kemal’in asıl adı Samuel’di ve Manisalı bir Yahudi aileden geliyordu.

İSYANCILAR OSMANLI KUVVETLERİNİ YENİLGİYE UĞRATIYOR

Kendilerini savunmak durumunda kalan Börklüce ve yanındakiler, o zamanlar Stilarion Dağı olarak anılan Karaburun geçitlerini tutup, burada Süleyman Bey ve ordusunu yenilgiye uğratarak kendisini de öldürdüler. Bunun üzerine Mehmet Çelebi aynı görevi, Saruhan ve Aydın’a vali olarak atanan Ali Bey’e verdi. Ali Bey de aynı yerde Börklüce ve yanındakilere yenilince yanında kalan az sayıdaki güçle Manisa’ya zorlukla çekilebildi.

Bu yenilgiden sonra çok öfkelenen Mehmet Çelebi, bütün Anadolu ve Rumeli askerini henüz çocuk yaşta Amasya valisi olan oğlu Murat’ın emrine vererek Börklüce ve yoldaşlarının üzerine amansız bir güç gönderdi. Ancak gerçekte veziriazam Beyazıt Paşa yön verdiği bu acımasız ordu, yolda rast geldiği ihtiyar ve çocukları, erkek ve kadınları, yaş ve cins farkı gözetmeksizin, merhametsizce kılıçtan geçiriyordu. Sonunda Börklüce Mustafa ve yanındakilerin çoğu öldürüldü…

BÖRKLÜCE’NİN CESEDİ ÇARMIHA GERİLEREK TEŞHİR EDİLİYOR

Börklüce’nin tutsak alınarak Ayasuluk’a (Bugünkü İzmir’in Selçuk ilçesi) götürüldüğü, orada işkence yapılarak inancından dönmesinin istendiği, onun ise sonuna kadar direndiği, bunun üzerine de asılarak öldürüldüğü, ardından da cesedinin çivilerle çarmıha çakıldığı, böylece bir deve üzerinde kentin içinde dolaştırıldığını yazıyor kimi kaynaklar. Börklüce öldürülmeden önce adamları onun önünde idam ediliyorlarmış ve ölüm anlarında ‘Dede Sultan eriş’ diyorlarmış. Torlak Kemal de daha sonra Manisa’da asıldı…

‘ÇIPLAK DAZLAKLAR İDİ… OL TAİFEYE KEMALİLER DERLERDİ…’

Torlak Kemal ve yoldaşlarının egemenlerin gözünden nasıl algılandıklarına bugün bir kez daha bakmak bize çok şey anlatıyor: “Ol zamanda Torlak Hu Kemal derlerdi, ayin ve erkânı-ı batılınca bir erkân tutmuştu. Şer’a muhalif çok işlerdi… Ol taifeye Kemaliler derlerdi. Çıplak dazlaklar idi, iki binden ziyade idi. Âlem, deblek, nayle il üzerinde gezerlerdi. İlleri aldadup, çiftten çubuktan ayardup kendulere benzedirlerdi. Anlar dahi türlü fesada başlayıp hayli mülhidlikler ve mürayillikller ederlerdi. Aydın ilinde bu suretler ile durdukları yerleri harab etmişlerdi…” (1)

BEDREDDİN DELİORMAN’A DOĞRU YOLA ÇIKIYOR…

Bu sırada İznik’te bulunan Şeyh Bedreddin, önce Kastamonu’ya İsfendiyaroğlu’nun yanına gitti. Daha sonra Sinop üzerinden deniz yoluyla Türkmenlerin yoğun olduğu Deliorman bölgesine geçti. Bugünkü Bulgaristan’ın Razgart bölgesinde bulunan Deliorman, ‘orman denizi’ ya da ‘divane orman’ adlarıyla da anılıyordu.

BEDREDDİN ULEMANIN FETVASIYLA İDAM EDİLİYOR

Bedreddin bu bölgede yaşayan Türkmenleri örgütlemeye koyuldu. Ancak bir baskın sonucunda yakalanan Bedreddin, yargılanmak üzere Serez’e getirildi. Padişah I. Mehmet Çelebi’nin huzurunda toplanan özel bir mahkemede ulema tarafından yargılanan Şeyh Bedreddin, uzun uzun sorgulandı, düşüncelerini uzun uzun anlattı. Sonunda devlete isyan etmekten suçlu bulundu ve alınan ‘kanı helal, malı haram’ fetvasıyla 1420’de Serez çarşısının içinde çıplak olarak asıldı. Uzunca bir süre asılı kalan şeyhin cesedi, izdeşleri tarafından indirilerek gömüldü.

https://www.youtube.com/watch?v=crJQ9R_14n0

PADİŞAHIN İSTEĞİYLE BEDREDDİN’E İDAM FETVASINI VEREN ULEMA KİMDİ?

İslam’a göre Bedreddin’in katline fetva veren ‘ulema’, Timur döneminde devletin koruyup kolladığı isimlerden biri olan Sadeddin Taftazani’nin yetiştirdiği Heratlı Mevlana Haydar’dı. Timur’un kendi egemenliğini korku ve din üzerinden kabul ettirme politikasının bir parçası olarak Hoca Ubeydullah Ahrar ve ardıllarının desteğiyle aklın yerine korku ve teslimiyeti, bilimin yerine dini dogmayı koyan bir anlayış yaygınlaştırıldı. Öyle ki, Timur’un bizzat kendi torunu olan ünlü astronom Uluğ Bey’in pozitif bilim uğruna yaptığı çalışmalar ve kurduğu rasathane bu zihniyet eliyle yok edilirken, tarihin yetiştirdiği bu büyük bilim insanı da aynı karanlık eller tarafından Hac yolundayken vahşice katledildi. İktidarın adı konulmamış ‘paralel ortağı’ olan Hoca Ahrar’ın yetiştirdiği Simavlı Şeyh Abdullah-ı İlahi’nin (… Ö. 1487), Fatih’in ölümünden sonra döndüğü Anadolu’da Nakşibendi tarikatının temellerini atan isimlerin başında geliyordu. Bedreddin’in idamına fetva veren egemenlerin ulemasının adı bugün unutuldu ama Bedreddin’in insandan yana, hakça, kardeşçe bir yaşam için yola çıktığı eylemi ve haklı isyanı yaklaşık 600 yılı aşıp bugün de yaşıyor.

HALK ‘BEN DE HALÜMCE BEDREDDİNEM’ DEMEYE DEVAM EDİYOR

Onun kişiliği, düşünceleri ve eylemleri üzerine pek çok tartışmalar yapıldı. Prof. Dr. Çetin Yetkin, Bedreddin’in bir halk adamı, bilinçli bir devrimci olduğunun altını çizerek, halk arasında bugün bile söylenegelen ‘Ben de halümce Bedreddinem’ sözünün, Şeyh Bedreddin’in tarihteki yerini belirlemeye yeteceğini savunuyor. (2)

Şeyh Bedrettin’in mezarı, 1924’te gerçekleşen mübadelede, Simavna’daki tekkesinin bahçesinden alınarak çinko bir kutuda Topkapı Sarayı’nda muhafaza edildi. 1961’de de İstanbul Divanyolu’ndaki 2. Mahmud türbesine gömüldü.

BU TOPRAKLARDA BEDREDDİNLER TÜKENMEZ…

Bedreddin’in, Börklüce Mustafa’nın ve yoldaşı Türkmenlerin, “Yapışıp sabanın sapına, şol kardeş toprağını biz de bir yol sürelim dedik. Yarın yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber diyebilmek için!” diyerek çıktıkları yolun, insanlığın bitmek bilmeyen özgürlük, eşitlik ve adalet arayışının ışıklı sayfalarından biri olduğunu unutmadık, unutturmayacağız. Çünkü bu topraklarda Bedreddinler de Börklüceler de Kemaliler de tükenmez…

***

*Ocak 2016’da yayınlanan ‘Islak Çarıklar’ adlı haber-belgesel programının ‘Kazanakapanan’ bölümü için yazdığım metnin bir bölümünün genişletilmiş ve güncellenmiş halidir… (Y. Yavuz)

** Şeyh Bedreddin’in idam edildiği tarih 18 Aralık 1418, bazı kaynaklarda da 1420 olarak kabul ediliyor. Mezar taşında, 1418 tarihi yazılıdır.

(1): İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi-1. Cilt, S. 363. TTK Yayınları)

(2): Çetin Yetkin: İktidara karşı Türk Direniş ve Devrimleri, Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk Yayınları-1. Cilt, S. 222-223. Ayrıca bu kitaptan genel olarak yararlanılmıştır…)

***

Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa’nın öyküsünün de kısaca aktarıldığı Islak Çarıklar programının ilgili bölümünü izlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=crJQ9R_14n0

2256220cookie-checkBen de halümce Bedreddinem…
Önceki haberCHP’li Çeviköz: Türkiye, bunu fırsata dönüştürmeyi başarmalı
Sonraki haberLondra Gatwick Havalimanı’nda uçuşlar yeniden askıya alındı
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.