Bin çiçek açsın, bin fikir çarpışsın

Mao’nun, sevdiğim çok güzel bir sözü vardı: ”Bin çiçek açsın, bin fikir çarpışsın…”

Mao’nun, bu sözü ülkesinde ne ölçüde gerçekleştirdiği ayrı bir tartışma konusudur; ancak, söylenmiş her güzel söz, güzeldir…

Başbakan, ” Bu ne kardeşim, gazetelerde bu kadar köşe yazarı olur mu?” dedi ya, iktidarın hınk deyici bazı kalemşorları hemen bu sözün üstüne atladı…

Başbakan, gazetecileri masaya yatırıveriyormuş da, iyi ki de yatırıyormuş da…

Söylenecek söz mü bu?

Şeyh Bedrettin’in, “Ben de kendi kararımca bir Bedrettin’im” dediği gibi, fazla alçak gönüllü olmaya gerek yok; ben de, kendi kararımca, üstadımızın “bilmem neyini sallasan köşe yazarına değiyor” anlamına getirdiği cinsten bir köşe yazarıyım. Kimin canı istiyorsa o masaya yatsın, ama ben kendi adıma yatmam!..

40 yıl önce Türkiyenin nüfusu 40 milyonken Türkiye’de daha az köşe yazarı varmış. Üstadımız, bugün nüfusu 80 milyona yaklaşan Türkiye’de, bu kadar çok köşe yazarı olmasına sevineceğine, Başbakanın izinden giderek karşı çıkıyor. Meğerse, az sayıda köşe yazarıyla ülke ne güzel idare edilebilirmiş…

Üstad, 40 yıl önceki köşe yazarlarını sıralarken Çetin Altan’ı, Taş’ ına kadar sayıyor da, bir İlhan Selçuk’u, Akşam Gazetesi’ne Ankara’dan yazan, devrin Genel Kurmay başkanına karşı çıktığı için kaburgaları kırılıncaya kadar dövülerek yol kenarına atılan solcu yazar İlhami Soysal’ ı anımsamıyor. İnsan belleğidir unutulabilir, üstadımız hepsini de saymak zorunda değildir, diyelim.

1970’lerde Hürriyet Gazetesi daha az köşe yazarına sahipken 800 bin satıyormuş, bugün 100 dolayında köşe yazarına sahipken tirajı 400 bine düşmüş. Ben, bu sözden, gazetenin tirajını arttırmak istiyorsan, köşe yazarlarını kapının önüne koyacaksın, mantığını çıkarıyorum.

Hürriyet’in yönetimini savunmak bana düşmez. Ama, üstadımız, yaşamımıza giren saat başı haber yayını
yapan televizyon kanallarını ve gazetelerin köküne kibrit suyu döken internetin etkisini hiç dikkate almıyor.

”Okumayın bu gazeteleri!” diyen Başbakan’ ın etkisini dikkate almıyor.

“Yandaş” olmayan medyanın nasıl bir ilan, reklam ve vergi kıskacı ile karşı karşıya bırakıldığını dikkate almıyor.

Hoş, üstadımız Hürriyet’te çalışırken yaşadığını sandığım bazı sorunlar nedeniyle, öfke duydugu Medya grubununun batırılma projesini de desteklemişti.

Ben kendi adıma, bir medya grubuna bakarken, öncelikle, işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya kalabilecek binlerce meslektaşımı ve basın emekçisini düşünürüm. Kurunun yanında yaşın da yanmasına gönlüm razı olmaz.

Hangi iktidar döneminde gazete sahipleri devletle çıkar ilişkisi içinde olmadı ki?

Üstadımızın saydığı, tirajları 3 bini bile geçmeyen sayısız sağcı gazete, 40 yıl önce AP iktidarları döneminde, Basın İlan Kurumu’nun ilan ve reklam gelirlerinden nemalanarak palazlanmadı mı? Son Havadis’ in patronu Mustafa Özkan, nasıl Mustafa Özkan oldu; söyletmeyin beni..

Neden bir gün olsun kaleminizi bir de Çalık Grubu için oynatmıyorsunuz? Sabah ve atv nasıl satıldı, bankalar nasıl kredi verdi, satışa kimler aracılık etti?

Gelecekteki bir iktidar, Çalık grubundan bunun hesabını sormaya kalkışırsa, ben o koşullarda da öncelikle o medya grubunda çalışan gazeteci meslektaşlarımın ve basın emekçilerinin iş güvencesini düşünürüm. Devletin kasasına üç-beş milyar girecek diye binlerce medya çalışanının kapının önüne konmasına gönlüm razı olmaz.

Varsın her gazetede yüzlerce kişi köşe yazısı yazsın. Dağarcığında söylenecek sözü olan kalır, diğerleri süzgeçten elenir, gider.

Evden kaçıp İstanbul’a gelen her genç kız, hemen başrolde oynamaz. Zamanla kendini kanıtlarsa, star olur. Yeteneği olmayanı zorla oyuncu yapamazsınız. Bir süre figüran olarak perdelerde görünür, sonra kaybolup gider.

Başbakan, yarın çıkıp da “Yahu kardeşim, bu internetteki yüzlerce köşe yazarları da ne oluyor, bir de başımıza bunlar çıktı” derse, onu da alkışlayacak mısınız?

Kimse kimseye, kara kaşının, kara gözünün hatırı için yazı yazdırmaz.

Kendi adıma benim dağarcığımda söyleyecek sözüm kalmadığında, Faruk Eskioğlu dostumuz kibar insandır, belki hemen “Hoca,artık yeter!” demez. Ama, Yazı İşleri Müdürümüz Birsen Hanım, ” Aliciğim, sap yiyip, saman çıkardığın yeter artık, seni biraz dinlendirelim” deyiverir.

Ya benim de “şişik egolu” yazaralığım bir tutarsa… Yahu eskiden, sen, ben, bizim oğlan; Açık Gazete’de iki elin parmakları kadardık. Ne güzel kendimiz çalıp, kendimiz oynuyorduk. Faruk Bey, köşelere yeni insanları doldurdu, bizim yerimiz daraldı” dersem ne olacak?

Gazetecilerin görevi, arkadaşlarını yaprak dökümüne uğratacak önerilere alkış tutmak olmamalıdır.

Nasıl olsa parası bizim cebimizden çıkmıyor, varsın kaleminde mürekkebi, atacak barutu, koşacak nefesi olan yazsın. Komşuda pişer, bize de düşer. Bakarsınız yeni bir kapı açılır, ” 100 akil adam” ın arasına biz de karışıveririz.

Aramızda, ” Hayır, ben böyle bir şeyi istemem” diyen var mı?

Yok!…

Öyleyse, elin üzümüne “koruk” demenin de bir anlamı yok…

Bu kafayla bir yere varmak mümkün değildir.

Daha çok insanın yazması, fikir zenginliği bakımından kötü değil, iyi bir şeydir.

Bin çiçek açsın, bin fikir çarpışsın…

Ha, sahiden, biz bir de özgürlük ve demokrasi adına mangalda kül bırakmayıp Avrupa Birliği’ne girmeyi savunuyorduk değil mi?

Bu kargaşada onu da unutmuşum…

647980cookie-checkBin çiçek açsın, bin fikir çarpışsın

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.