Geçen hafta korona aşısını geliştiren BioNTech şirketinin üst düzey yöneticileri Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci dünya basının odağı oldu. Türkiye’den Almanya’ya göç eden ailelerin çocuklarının bu başarısı övgüye değer.
1970’lerde Almanya, Türkiye’deki emekçileri hayvan pazarından seçme yapar gibi seçtiğini, ülkesinden kopan işçilerin çok kötü şartlarda çalıştırıldığını biliyoruz. Şimdi ikinci kuşak sayılan o işçilerin çocukları Şahin ve Türeci çifti maratona çok gerilerden başladığı ülkede insanlık tarihi açısından çok önemli bir aşıyı geliştirme başarısı gösterdiler. Çiftin bu başarısını kendisine sağlanan eğitim ve olanaklardan soyutlayamayız tabii. Bu bağlamda Türkiye’de milliyetçi çevrelerin aşıyı “Türk’ün başarısı” olarak görmeleri de hamasetten öteye gitmez.
Göçmen kökenli bilimcilerin başarısının Avrupa’daki göçmen karşıtı ırkçılara da en iyi yanıt olduğunu düşünüyorum. Birleşik Krallık da dahil Avrupa’daki özellikle muhafazakarlar iç politikada ne zaman sıkışsalar göçmenleri günah keçisi olarak gösterdiler. Oysa bilimsel çalışmalar göçmenlerin ulusal ekonomi, sanat ve kültüre ciddi katkısı olduğunu kanıtlıyor
Prof. Dr. Şahin ve Dr. Türeci’nin göçmenliği yaşadıkları Almanya’da da dikkatleri çekti. Avrupa Reform Merkezi baş ekonomisti Christian Odandahl, “Almanya uzun süre göç konusunda ne kadar açık olması gerektiği konusuyla uğraştı ve savaş sonrasındaki ‘misafir işçiler’ programı hep sorgulandı. Uğur Şahin’in babası Köln’deki Ford fabrikasında çalışmaya gelen bu misafir işçilerden biriydi, şimdi oğlu dünyayı saran salgına son veren kişi olabilir” diye yazdı. Ekonomistin aradan yarım asır geçmesine karşın Almanya’nın çağırdığı işçilere yönelik “İyi mi yaptık yahu” diye sorgulanması ülkedeki Nazi genlerinin sürdüğünü gösteriyor.
Şimdi aşı bütün dünyaya nüfusları oranında eşit olarak dağıtılmalı. Hatta yoksul ülkelerde salgına karşı risk grubu daha çok olduğu için pozitif ayrımcılık yapılmalı. Prof. Dr. Şahin duymak istediğimi şöyle aktardı: “Aşının sadece zengin ülkeler için değil, ekonomik durumu kötü olan ülkeler için de ulaşılabilir olması çok önemli. Biz WHO-COVAX platformunda, farklı seviyelerde bu konuyu tartışıyoruz…”
***
BBC’nin haberine göre; “Birleşik Krallık genelinde, ‘Real Living Wage’ uygulamasına göre ödenen 250 bin işçinin ücreti saat başına 20p artarak 9,50 sterline çıktı. Londra’daki bu rakam ise 10p artarak 10,85 sterline yükseldi.”
İşverenlerin gönüllü olarak kaydolduğu “Real Living Wage” uygulaması, hükümetin belirlediği asgari ücretten (National Living Wage) farklı. Asgari ücret şu anda 25 yaşın üzerindekiler için saat başına 8,72 olarak uygulanıyor. Ülke genelindeki tüm işçilerin yüzde 20’sini oluşturan 5,5 milyona yasal haklarının altında ödeme yapıldığı sanılıyor.
Bizim topluma gelirsek bu oranın yüzde 50’nin üzerinde olduğunu düşünüyorum. Daha önce pek çok kez yazıp çizdim, ne yazık ki toplum üyesi patronlar yine kendileri gibi göçmen işçileri asgari ücretin yarısına üstelik kötü koşullarda çalıştırıyor, yıllık izin gibi sosyal hakları da tanımıyorlar.
Yasalara göre eğer bir işveren işçisini asgari ücretin altında çalıştırırsa, her işçi için 20 bin sterlin para cezası ödemek zorundadır. Ayrıca şirket kamuoyuna teşhir edilmekte ve menajeri de 15 yıl boyunca kara listeye alınmaktadır. Hani biz yazalım da “bilseydik yapmazdık” demeyin…