Bir ruhun hikayesi

İsmail Cem Özkan – Karanlık bir salon, sahnenin ortasında bir merdiven, yukarıya doğru girdap oluşturacak şekilde çıkıyor. Merdivenlerin etrafını oluşturan görünmez bir demir parmaklık var, onları aydınlatan ışıklar. Iışık bir tutsaklığı, özgürlükten yoksun olmayı sembolize ediyor… Merdiven, ışık ve yukarıya doğru oluşturulan sonsuzluğa bakışış… Bir teleskopun içinden “gelin hayatıma bakın!” diye haykıran sessiz bir çığlık…

Şiir imgeleri, sahnede vücut bulmuş; merdiven ve ışık ile…

İlk imgeler bize yani seyirciye sessizce tokat atıyor, uzun soluklu bir şiirin ilk hecesi, ilk harfidir sahnede duran merdiven.

Girdabın içinde yolculuk!

Sahnenin arkasında açılan bir kapı (perde) aralığından sahneye doğru gelen beyazlara bürünmüş bir kadın. Şiir, kadın üzerine olacak; kadının isyanı varoluş sorunu ya da yaşadığı sorunun teleskop ucundan bize sunumu… Sahnenin ortasında yuvarlak bir platform, platformun hareket edeceği üzerine atılan ilk adım ile oluşan titreşim ile anlıyoruz… Bizi teleskop ile öznelden genele ya da iç hesaplaşmadan dışarıda ki yansımasına doğru yolculuğa hazırlanan, uzaya doğru adım atacak astronotlar gibiyiz… Sis, duman ile bizi bir zirveden ufka bakan gibi duygulara hapsediyor.  Güneşin ilk ışıkları ile oluşan buğu ve bulut hareketinin o romantik görüntüsü…

Oyunda çok az müzik kullanılmış, çünkü şiirin, konuşma metninin müziği daha öne alınmış, seyirciyi şiirin müziği kucaklıyor.

Şiir gücünü müzikten almaz, tersine müziğe güç verir.

Her cümle, her hareket bir imgeyi içinde barındırıyor. O kadar çok imgeler ve hareketlerin üst üste gelmesi yüzünden bizler anlatılanı tam içselleştirirken arkasından başka bir şiirin örgüsü içine alınıyoruz.

Şiir’de de müzik gibi arada boşluklar olur. O boşluklarda dinleyici, yazarın, şairin anlatmak istediğini anlasın, içselleştirsin ve yeni başlayacak olan cümlelere hazırlasın diye bir solukluk boşluk yaratılır…

Sahnede o kadar arka arkaya cümleler kuruluyor ki, o kadar konudan konuya geçiliyor ki biz şimdi neredeyiz diye durup düşünecek zaman bile bırakmıyor. Oyunun konusu içinde kocasına duyulan saygı, hayranlık ve onun sonucunda oluşturulmuş olan yaratılan zirveye konulması ve o çukurdan zirvede duran kocaya bakış. Olayların örgüsü öyle bir gelişir ki, zaman içinde kocanın dokunulmaz gibi gözüken özelliklerine dokunuş, arkasından aile, papaz olan baba, anne ve onlar ile kocanın karşılaştırılması.

Viktoria, kafanın içinde oluşturulan o zirveden kocasını indirilmesi ve ölümüne giden yolda kendisi ile eşitlenmesi… Kocanın zirveden düşmesi, tabut içinde kalafatta yatan kocaya karşı öfkenin, birikimlerin bir anlamda kusulması ve zirveden toprağın altına alınışı…

Bir kış günü, karın altında eğilen çam ağaçları ve o ağaçların kara karşı direnişi ile paralellik kurulması ve bir odadan hayata bakan bir kadının varoluşunu sorgulamasının şiir dili ile yazılmış tarihi…

İngmar Bergman cümleleri İpek Özgüven’in ellerinde Türkçeye uyarlanması, Serap Eyüboğlu yönetiminde sahneye aktarılması ile şiirin imgeleri, tiyatroya uyarlaması ve Zeynep Erkekli şahsında vücut bulmasıdır… Kış günü patlayan bir yanardağın lavıdır üzerimize doğru gelen imgeler…

Bizi uzun soluklu ve arka arkaya işlenen konular ve kadının varoluş sorunu bir odadan, bizi teleskopun içinde hareket eden ışık taneciği gibi tarihinin ayak izi peşinde sürüklemesine şahitlik ettik…

Elbette Zeynep Erkekli üzerine aldığı role hayat verirken kendi deneyimlerinden ve birikiminden de yararlanıyor. İngmar Bergman’dan Zeynep Erkekli’ye uzanan bir zaman sürecinde ışığın hareketine şahitlik ediyoruz. Uzayda bizim gördüğümüz ışık binlerce, hatta milyonlarca yıl önce kaynağından doğmuş ve uzun bir yolculuktan sonra bize ulaşmasıdır. Biz, o ışık taneciğinin o yuvarlak merdivenin oluşturmuş olduğu girdabın içinde üzerimize savrulan imgeler içinde kaldık…

Usta oyuncunun üzerine giydirilen kıyafette, benim gözüme takılan ayakkabıları oldu, ayakkabı bağcığı kapalı alan içinde tek başında kalanlarda olmaz, çünkü o bağcık aynı zamanda hayatta kalmak ile ölüm arasında olan bir kapı kilidi gibidir. Ondan dolayı tek başına kalan bir varoluş sorgulayan kadının ayağında bağcıklı ayakkabının olamayacağını düşünüyorum… Elbette oyunun sonunda Viktoria nerede olduğu daha somutlaşıyor ama o somutlaşma sürecinde kıyafet bizi sona tam hazırlanması gereklidir diye düşünüyorum. Onun dışında her anı, her imgesi üzerine uzun uzun düşünülmüş ve emek verilmiş bir çalışma, baştan da yazdığım gibi araya boşluklar bırakılmış olsaydı…

Genel olarak ödenekli tiyatrolarda, tiyatro tarihine ya da ülkelerin tiyatro tarihine iz bırakmış daha büyük bütçeli oyunların oynanması tarafındayım, çünkü özel tiyatroda oynanmayacak çok oyun var ve bizler bu oyunların çoğundan haberimiz bile yok. Ödenekli tiyatrolar o haberimiz olmayan oyunların sahnelerimize taşınması ve haberimizin olması sağlanmalıdır diye düşünenlerdenim…

Zeynep Erkekli
Zeynep Erkekli
Zeynep Erkekli
Zeynep Erkekli

Bir Ruhun Hikayesi

Yazan: İngmar Bergman

Uyarlayan: Benedicte Acolas

Çeviren: Serap Eyüboğlu

Dekor Ve Kostüm Tasarım: Gülhan Kırçova

Işık Tasarım: Akın Yılmaz

Müzik: Türkü Deyiş Çınar

Hareket Düzeni: Gizem Bilgen

Dramaturg: Derya Özer

Yönetmen Yardımcısı: Zeynep Erkekli

Asistanlar: Demet Ergün, Ilgın Canan Arslan

Oyuncu: Zeynep Erkekli

 

2664610cookie-checkBir ruhun hikayesi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.