Bir su damlası dahi sonuçta Deniz ile buluşur.

“Geçse de yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar…” Murathan Mungan

Nehirler mütevazı başlar, başlangıçta küçük bir su sızıntısı gibidir, zaman içinde genişler, büyür, diğer su sızıntıları ile birleşir, eriyen karın, buzun, yağmurun suyu ile genişler, dere adını ırmağa bırakır.  Su denize giden yolda önüne geleni yıkıp, geçtiği yerleri biçimlendirir, oradan kopardıklarını birlikte taşır. Derelerin, ırmakların suyu deniz ile buluştuğu yerde renk toprak olur, mavi içinde dağılır giderler…

“Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.”

Tarihte büyük değişimleri oluşturan devrimci hareketlerde mütevazı bir adım ile başlar, o adımlar sınıf savaşlarını oluşturur, hakim sınıfın yarattığı “ötekileştirilenlerin” içinde bulunduğu sınıf gün gelir yaratanı yok eder ve kendisi iktidarı alırken içinde filizlendirdiği başka sınıf ile acımasız bir savaşa girişir…

Devrimci mücadelede atılan her adım sizi amacınıza ya yaklaştırır ya da uzaklaştırır, yolda öğrenilen bilgiler ışığında baştan düşünmediğiniz yeni amaçlara yol açabilir. Her şey baştan planlandığı gibi gitmez, öyle ortamlar yaratılır ki, istemeden içine dahil olacağınız çatışmaların bir parçası ya da hedefi olabilirsiniz…

68 kuşağı içinde yer alan örneğin Deniz Gezmiş ve arkadaşları Kemalist olarak başladıkları siyasi mücadelelerini anti – Kemalist olarak bitirdiler… Onlar başlangıçta devrimci gördükleri 27 Mayıs darbesinin hazırladığı Anayasa’nın tam uygulanmasını isterken, olayların gelişimi sonucunda hiç öngörüleri olmayan bir süreç içinde yer aldılar.

Onları önce toplum gözünde anarşist ilan ettiler, kuzeydeki ülkenin casusu dediler, her türlü yalanın içinde bir rol verdiler.  Toplum üzerinde baskı kurmanın bir aracı haline getirildiler. Gazeteler büyük puntolar ile en ufak adımlarını o kadar büyüttüler ki, korku yarattılar…

Onların tek suçları vardı, “tam bağımsız Türkiye” istemek…

Antiemperyalist bir duruşa sahip olanların tam bağımsızlığından ne anlaşıldığı ortadaydı. Yarı sömürge konuma getirilmiş ülkenin idarecileri ve onlara borç verip kendilerine bağımlı kılan emperyalist güçleri rahatsız etmişti… Devleti korumak adına yeraltında örgütlenmiş “Gladio” (Kontrgerilla) için test edilme zamanıydı, bu idealist gençlerin arkasına yok etmek için düştüler…

Devrimci gençlerin tek suçu vardı, antiemperyalist olmaları ve devletin kuruluş ideallerine uygun davranmamalarıydı…

Küçük de olsa yok edilmeliydi, öyle karar verilmişti.

12 Mart muhtırası aslında bir katliam için yaratılmış ortamdı. Kurucu Parti’nin içinden seçilen bir adaya bu katliam yaptıracaktı… Amaç belliydi, kurucu devletin anlayışı güçlü bir şekilde savunulmasıydı. “Türk” milleti adına karar verilecekti, ona uygun mahkemeler kuruldu.

Gençleri kendilerini savunma hakkını ellerinden alınmıştı, onlar artık hedefti ve yer altı mücadelesine çekildiler. Hazırlıksız yakalanmışlardı, tecrübeleri yoktu. Gelişmeleri tahmin ediyorlardı ama bu olayların seyrini değiştirecek güçleri yoktu… Örgütlü gibi gösterilenler ama örgütlü alt yapıları olmayanların örgüt isimleri altında savunma yapmalarına izin veriliyor, toplum önünde onların öldürülmesinin alt yapısı oluşturuluyordu…

Tarih öyle zamanlarda ya kırılır ya da hızlı akardı…

12 Mart süreci o kadar kısa zamanda çok olayı sığdırdı ki, katliamlar yasalara uygun mu, faili meçhul mü, infaz mı gibi sorular sormayı ortadan kaldıran, hatta o soruları soracak ve düşünecek zaman bırakmayan bir hızlı süreci yaşadık! Türkiye yeni kurulan bir dünya düzeninde yerini alıyordu, test edilmeyen yeraltı örgütlenmesi test edilmişti. NATO üyesi, emperyalist güçlerin ihtiyacını karşılayan “güvenli” ülke konumuna gelmişti.

Kemalist bir çizgide mücadelesine başlayan bu kuşağın devrimci gençleri artık başladıkları noktadan çok uzakta, başlangıçta savundukları devletin yok etmek istedikleri hedef konumuna gelmişti. Karanlık onların üzerine çökmüştü, toplumun algısı ve düşünce yapısının üzerine de giydirilmişti. Aydınlar Sanasaryan Han’da işkence altında ifadeleri alınıyordu, korku toplumun üzerine ilmik ilmik işleniyordu.

Devrimci gençlerin ellerinde sadece birbiri ile dayanışmanın dışında seçenekleri yoktu. “ya hep beraber ya da…” cezaevleri, mahkemeler, savunmalar, banka soygunları, ODTÜ yurtları… Cezaevinden kaçışlar… Olayların içinde yer olanların hepsinin farkında olduğu bir sona doğru gidiş vardı, orantısız mücadelede en zayıf tarafı temsil ediliyorlardı…

Kızıldere, Ankara Ulucanlar, Diyarbakır…

Devrimci gençlerin ölümü göğüslerken haykırdıkları sloganlar onların siyasi çizgisinin ana damarlarını ortaya koyar…

Kemalizm’de Kürt halkı yoktur, onlara hak verme gibi kaygı yoktur, Kürt halkının mücadelesi Kemalist düşünce yapıda bölücü faaliyettir ve nerede bir hak arama varsa hemen boğazlanması gerekendir…

Deniz Gezmiş ve arkadaşları Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini savunur ve destekler…

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!

Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!

Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!

Kahrolsun emperyalizm!

Yaşasın işçiler, köylüler!”

Devrimci mücadelelerde kafa karışıklığı yaratmak isteyenler Denizlerin başlangıç noktasını alır ama gerçek siyasi çizgisinin izini silerler… Mahirler, Denizler, İbolar sistem ve rejim ile mücadele etti, temel siyasi çizgileri antiemperyalist olmaları onları enternasyonal yapar… Kürt halkının mücadelesini, tarihini çıktıkları o kısa ömürleri içinde çok kısa sürede öğrenmişler ve Kemalist devletin hışmına uğramışlar ve katledilmişlerdir…

Bu katliamda ulus devleti savunan her siyasi çizginin parmak izi vardır…

Onlar ulus devleti aşan işçi sınıfı devletini savunuyorlardı, bu da var olan rejimi tedirgin etmiş, henüz gençlik siyasi mücadelesinin başındayken ezilmesi ve yok edilmesine karar verilmiş ve katletmişlerdir…

İsmail Cem Özkan
_____________

http://galatagazete.blogspot.com.tr/

2671600cookie-checkBir su damlası dahi sonuçta Deniz ile buluşur.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.