Bir virüsle yeryüzü insanın elinden nasıl çalınıyor

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Enformatik dogmatizm çağında bilgisi ve paniği kendisinden daha hızlı yayılan bir virüsten insanlık neler öğrenebilir?

Tohumu, toprağı elinden alınan, dağları, ovaları, suları yağmalanan, yaşadığı hayatın oyun kurucusu olmaktan uzaklaştırılıp birer toplama kampına dönüştürülen kentlerde adeta sığınmacı konumuna dönüştürülen milyonlarca insan için yeryüzü artık sürüye dâhil edilip nereye istenilirse oraya sürülebileceği bir yer. Üstelik ancak savaşlar, mücadeleler ve eylemlerle kazanılan bütün insanlık kazanımlarını tek bir eylemde bulunmadan kendi elleriyle teslim ederek. Oysa yeryüzü insanın eviydi. Şimdi içine hapsedildiği korkular eşliğinde evinden kovuluşunun şaşkınlığını yaşıyor.

İnsanlık tarihi boyunca yeryüzünde belki de binlerce salgın yaşandı. Vebadan koleraya, cüzzamdan tifoya milyonlarca insan bu salgınlarda can verdi…

Ancak hiçbir virüs ya da mikrobun kendisi, bugün dünyanın önemli bir bölümünü adeta eve kilitleyen Coronavirüs’ün bilgisi kadar hızlı yayılmadı.

Eskilerin deyimiyle, söylentisinin aslından beter olduğu bir vaka gibi virüsün bilgisi kendisinden çok daha hızlı yayılıyor. Kitle iletişim araçlarının artık insanların ceplerinde olması her an, her saniye bilginin dolaşıma girmesini hızlandırıyor. İstisnasız bütün televizyon kanalları, gazeteler, internet ve verili kitle iletişim araçlarının tamamında virütik bir bilgi kirliliği yayılıyor ve bu fiziki olarak virüse yakalanmadan çok önce büyük kitlelerin ruhsal bağışıklığını adeta çökertiyor.

İNSAN ENFORMATİK DOGMATİZME NASIL TESLİM OLDU

Marketlerde, AVM’lerde, eczanelerde raflardaki kolonya şişesine bir kurtarıcı gözüyle bakan insanın trajedisiyle Ortaçağda veba salgınından kurtulmak için türlü çareler arayan insanın trajedisi neredeyse eşitlenmiş durumda. Aradan geçen yaklaşık bin yıllık zaman diliminde feodalizmi ve dogmatizmi yenen, aydınlanma felsefesini yaşamının merkezine oturtan toplumların bugünün “enformatik dogmatizmine” teslim olmasını nasıl açıklayacağız?

Hurafelerle, monarşilerle, sömürgecilikle savaşıp aklın ve bilimin egemenliğinde yeni toplumlar inşa eden ulusların bugün bizzat savaştıkları kavramlara teslim olmasını hangi akılla izah edeceğiz? Hiçbir savaşın, hiçbir tanrının gücünün yetmediği bir duyguyu insanlığın elinden tek bir tuşla alıp kendinde hapseden bu çarkı nasıl anlamlandıracağız?

TEK BİR VİRÜSLE KORKU DUVARININ ARKASINA HAPSEDİLEN YAŞAM

İletişim çağı olarak anılan zamanların zirvesinde olunan bu dönemde, iletilen her şeyin ileten eliyle biçimlendiği bir kurgunun tam ortasındayız. İletilmek istenenin hedefindeki insan teki ve tek tek insanlardan oluşan toplamın zihni, dünya tarihi boyunca hiç olmadığı kadar kontrol altında. Sanki insanın çiplerle kontrol edileceği dönemlerin provası yapılıyor. Tek bir mesajla, tek bir açıklamayla milyonlar kontrol edilebilir hale getirildi. Dünyanın gıpta ile bakılan ülkeleri domino taşları tek bir virüsle gibi birer birer düşüverdi. Ormanları yağmalanan, nehirleri çamura, denizleri petrole bulanan insanlık adeta bir korku duvarının arkasına hapsedildi.

ANADOLU’DA KİRLİ VE BULANIK AKMAYAN TEK BİR DERE KALMADI

Çok değil, bundan 15 yıl öncesine kadar Kaçkarların zirvesinden Karadeniz’e, Torosların karlı tepelerinden Akdeniz’e kadar pırıl pırıl akan binlerce dereden eser kalmadı. Dağları, yaylaları, ormanları, gölleri yaralı bir ülkeyiz artık. Bugün Meriç’ten Aras’a, Turnasuyu’ndan Göksu’ya Anadolu topraklarında bulanık, çamurlu ve kirli akmayan tek bir dere, ırmak kalmadı. Çünkü her sabah uyandığımızda, üzerinde hayal kurabileceğimiz coğrafyanın bir köşesinin daha parçalandığını, kırpılıp dönüştürüldüğünü, parçalanıp yok edildiğini görmekten yorulduk. Çünkü her sabah uyandığımızda Anadolu toprağının akciğeri, nefes borusu ormanların, sulak alanların ve göllerin birinin daha yağmayla baş başa kaldığını görmekten bunaldık. Çünkü her akşam başımızı yastığa koyarken billur gibi akan sularımızın binlerce göletle fosseptik çukuruna dönüştürüldüğünü, yüzlerce HES borusu ile kelepçelenip tutuklandığını düşünmekten ruhumuzu çürüttük.

YAŞAMI KORUYAN AKBABALAR VE KUŞLAR BİZİ TERK ETTİ

Yalçın kayalıkların üzerinde gezinen akbabaları birer birer yok ettik. Bir zamanlar bulut gibi güneşin önüne geçerek Anadolu’nun dağlarını bekleyen ve leşleri hızla yok ederek yaşamı koruyan akbabalar artık yok. Tek bir kızıl akbabanın gölgesi sulara vurmayalı neredeyse yıllar oldu! Sadece kızıl akbabalar mı, milyonlarca kuş da bizi terk etti. Oysa kuşlar da yaşamın temelini koruyan bir döngünün en önemli aracı, doğanın sağlıklı işleyişinin garantileriydi. Sesleriyle ruhlarımıza kattığı güven duygusu ve huzur da büyük bir yaşam aşısıydı hepimiz için. İçinizde şöyle saatlerce kuş sesleri duyabilen ve bunu ruhuna doldurabilen kaldı mı?

BAHÇESİ ELİNDEN ALINAN MİLLETİ MİLLET BAHÇELERİNDE AVUTMAK

Uçsuz bucaksız yaylaları, zümrüt gibi vadileri, atasından miras tohumları “kalkınma” yalanıyla tarumar edilen; toprağına, suyuna, keçisine, koyununa, tavuğuna küstürülen ve bahçesi elinden alınarak betonarme kentlere doldurulan koca bir millet, yitirdiklerine yanamadan “millet bahçelerinde yatıp yuvarlandırılarak” avutulur hale getirildi. Isparta’yı, Niğde’yi, Karaman’ı dolaşın, uçsuz bucaksız arazilerde binlerce “Satılık meyve bahçesi” tabelası yol boylarına dizilmiş, ürettikçe batan, battıkça daha çok üretmenin bir çıkış olduğuna inandırılmaya çalışılan çaresiz üreticilerle karşılaşırsınız. Bir insanın elma ağacına, kiraz ağacına küsmesi dünyanın en tehlikeli virüsünden daha büyük bir hastalıktır.

YAŞAM ÇARKININ DİŞLİLERİ KIRILDIKÇA…

Bir kuşun bir böceği, bir böceğin bir mikrobu, bir mikrobun ise bir insanı yok ettiği yaşam çarkının dişlilerini birer birer kırdıkça, milyonlarca yıllık evrimin sonucu oluşan bu çark artık dönmemeye, kimi durumlarda ise tersine dönmeye başladı. Taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışanlar bunun ne maliyetiyle baş edebilir ne de sonuçlarına katlanabilirler.

Bilgisayar animasyonlarıyla hazırlanan ve birer deli gömleği gibi coğrafyanın bedenine giydirilmeye çalışılan çılgın projelerin sahte birer medeniyet söylemi olarak toplumda sorgulanmadan büyük ölçüde kabul görmeye başlamasıyla zaten zıvanadan çıkarılan doğanın zembereği boşalmaya başlamıştı. Virüsler, salgınlar, çekirge istilası haberlerinin evlerine hapsettiği milyonlar, bir zamanlar öznesi olduğu ve tam merkezinde durduğu yaşamın artık yalnızca birer nesnesi durumunda.

İNSAN, MİLYONLARCA YILLIK EVİNDEN KOVULUŞUNUN ŞOKUNU YAŞIYOR

Tohumu, toprağı elinden alınan, dağları, ovaları, suları yağmalanan, yaşadığı hayatın oyun kurucusu olmaktan uzaklaştırılıp birer toplama kampına dönüştürülen kentlerde adeta sığınmacı konumuna dönüştürülen milyonlarca insan için yeryüzü artık sürüye dâhil edilip nereye istenilirse oraya sürülebileceği bir yer. Üstelik ancak savaşlar, mücadeleler ve eylemlerle kazanılan bütün insanlık kazanımlarını tek bir eylemde bulunmadan kendi elleriyle teslim ederek. Oysa pagan inançlardan tek tanrılı dinlere uzanan tüm zamanlarda yeryüzü insanın eviydi. Şimdi insanlık içine hapsedildiği korkular eşliğinde evinden kovuluşunun şaşkınlığını yaşıyor. İnsan, kendi eliyle hasta ettiği dünyanın hapşırması karşısında sarsılıyor.

GÖLGESİ PAYLAŞILAN AĞAÇLARIN OLDUĞU BAŞKA BİR DÜNYA KURMAK

Salgınlar, virüsler karşısında teslim olmadan önlem almak ve insanlık bilincini bütün zamanların üstüne çıkararak bu belalardan kurtulmakla, salgın fikri ve korkusunun tüm insanlığı kıpırtısız hale getirmesi farklı şeyler. Elbette yaşam alanlarının tamamında arınmış bir hayatı inşa etmek zorundayız ancak büyük yeryüzü cennetini son 50 yılda bütün zamanlardan daha fazla tarumar eden insanlık, yaşamdan çaldıklarıyla inşa ettiği küçük sahte cennetinde nasıl tek bir virüsün esiri haline gelebildiğini de uzun uzadıya düşünmelidir.

GÖLGESİNİN PAYLAŞILABİLECEĞİ BİR AĞAÇ İÇİN YENİDEN BAŞLAMAK

Sadece virüsler değil, yaşam da bulaşıcı ve hızla yayılan büyük bir enerjinin adıdır. Yeryüzünün hemen her yerine yayılan papatyagiller ailesinin bir üyesi olan karahindiba bitkisinin tohumları da şaşırtıcı biçimde bugün dünyayı esir alan ve Latince “kral tacı” anlamına gelen virüsün mikroskobik görüntüsüne benzer. Binlerce bitki türü gibi karahindibalar da tohumlarını birer paraşüte benzeyen pamuksu kanatlarına bindirip rüzgâra bırakarak yeryüzünün dört bir yanını şenlendirir. Yaşam aşkıyla her trajediden bir umut yeşertmeyi başarabilen insan, virüsle sınandığı bu dönemden büyük vazgeçişlerden büyük başlangıçlara adım atabilir. Gölgesini satamadığı ağacı kesen vahşi kapitalizme karşı, gölgesinin paylaşılabileceği ağaçların yeşerdiği başka bir dünya inşa etmek her zamankinden çok daha kolay olabilir…

CORONA GÜNLERİNDE HİNDİBALAR GİBİ DİRENMEK

İşte tam da coronavirüsün dünyayı esir aldığı bugünlerde karahindibalar yeniden sarı çiçekleriyle çayırların ortasından boy vermeye başladı. Onca kimyasala, tahribata, bir o kadar da kirliliğe rağmen varlığını sürdürebilmek için o pis havalı kentlerin caddelerinin orta refüjlerinde, leş gibi parklarında, apartman aralarının İngiliz çimlerinde bile her şeye inat ışıklı sarı çiçekleriyle yaşamdan umut kesilmez demeyi sürdürüyor. Bir kez daha yeryüzü bizim evimiz diyebilmek için bu ağır coronavirüs günlerinde karahindibalar gibi direneceğiz.

 

 

2397700cookie-checkBir virüsle yeryüzü insanın elinden nasıl çalınıyor
Önceki haberKoronavirüse karşı doğru beslenme
Sonraki haberTürkiye’nin ilk doğa koruma kütüphanesi o köyde açıldı
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.