Blow-up

Senelerdir seyretmek için adeta doğru zaman ve yeri bekledim. DVD’sinden başka şansım olmadığını bile bile o hiç de gururlanmadığım sonsuz sabırlı halim engelledi beni .
Varmış bir bildiği!
Her şey ayağıma kadar geldi. Blow up’I (1966) Notting Hill’de Electric Sinemada (Londranın en eski ve prestijli sineması) ahşap sehpamda çerezim, elimde şarap kadehimle izledim.
Filmin her anı ayrı bir sohbet ve tartışma konusu (hele bu kült filmi seven sevdiklerimle ).
60’lardaki Londra’ya tanık olmak ise ayrı bir lezzetti.
Blow Up’ ta sadece altın çocuk David Hemmings’i değil, genç Vanessa Redgrave’i de hayranlıkla izledim. Çok uzun boyuna rağmen, ‘sarışın’ rolündeki Jane Birkin’in rahatlığına inat göğüslerini inatçı bir sabırla saklamasına rağmen, oyunculuğuyla ışıldıyordu Redgrave. Antonioni kamerayı onun üzerinden alamazken ben de takipteydim an be an, kare kare.
Ama ne yaparsam yapayım, elimde olmadan kendimi o gözlerde oyunculuktan başka şeyler de aradığımı fark ettim. Kendisi kadar kızlarının da (Natasha ve Joely Richardson) hayranı biri olarak seneler sonra yaşayacağı acıları görmeye çalıştım.
Vanessa Redgrave bir yıl içinde hem kendinden küçük iki kardeşini, hem de henüz 45 yaşındaki kızı Natasha’yı kaybetti.
Usta oyuncunun bakışları bana hep hüzünlü gelmiştir ama ben bunu insan haklarına olan duyarlılığından ve benim onu zaten epey yaşlı tanımış olmamdan kaynaklandığını düşünmüştüm. Oysa daha çok gençken, 30’larının başındayken bile hüzün varmış o gözlerde. Soran, yargılayan ama mahkum edilmeyi çoktan kabullenmiş gözler.
İnsanların gözleri onlara sadece şimdiyi değil geleceği de gösteriyor zaten değil mi? 13-15 yaşındaki halimiz fotoğraf karelerinde ne kadar çok şey söylüyor aslında.
En az rol yaptığımız yıllar (facebook öncesi nesilden söz ediyorum tabii)… Bakışlarımız ne çok şey ele vermiş meğer. Kimimiz dudaklar sıkı sıkı kapalı, gülümsemiş çekingen çekingen. Kimi var olan tüm dişleri sergilemiş türlü muzip hareketlerle.
Bana öyle geliyor ki o hala muzip, öbürü hala mahzun ve ürkek hayata karşı.
Şehit fotoğraflarında da kaza fotoğraflarında da yaşıyorum aynı duyguyu. Sanki öyle bir sonu bekler gibi bakar bulurum genelde o bahtsız insanları. Hep yarım duran, içe dönük gülümsemeler, çok şey bilen gözler.
Blow up, ortasında sona, sonunda başına sarmak isteyeceğiniz, sessizliğiyle, müziğiyle, renkleriyle etkileyen bir film.
Soran bir film, şaşırtan bir film.
İzleyin bakalım size nerelere götürecek, neler anlatacak.
Ya da bekleyin, o sizi bulsun. Bana yaptığı gibi.

1605410cookie-checkBlow-up

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.