Boynuma sarılma hevalım, benden sana geçer ölüm

Dışarıda tam da olması gereken biçimde, tane tane, usul usul yağarken kar, senin gibi duymasam beti benzi sararmış bir annenin; Felek Encü’nün “Biricik oğlumu nasıllll benden aldın, hakkınız var mıydı Tayyip bey…..“ sesini, her şey nasıl da olması gereken gibiydi.

Savaştan, yoksulluktan arınmış hiç olmadığı kadar taze bir hayattın hayalini kurmanın bile çok görüldüğü, egemenler / onların yakınları hariç, insan hayatının beş para etmediğinin her gün, illaki de bir olayla kanıtlandığı Welat’ın Roboski köyünde; 19’u çocuk 34 köylünün toplu gömüldüğü mezarlıktaki o ses, o seslerdeki yakıcılık her şeyi ama her şeyi nasıl da bir ânda dağıttırır, üşütür kalbi de attırtır te dağlara.

Hangi insana, kime, ayaklardaki botların dışına taştığı battaniyelere sarılı, traktörle, katırlarla taşınan 34 cesedin görüntüsü; insanlığa, geleceğe, kendi hayatına dair umutlar besletir ki.

Kapat televizyonu, bilgisayarı, telefonu. Açma kapıyı, pencereyi. Kıvrıl bir koltuğa.Var say ki Paris’te, Berlin’de, Londra, Newyork’dasın. Devletinin “operasyon kazasına” kurban esilmeyeceğinden emin ışıl, ışıl caddelerde dolaşırken; derdinde; sosyal yardımlardaki kısıntıyla, dışkısı heykellere zarar verdiğinden güvercin besleyip, beslememeyi tartışmak olsun.

Oysa sanal bir medeniyetin yaşandığı Türkiye’de öyle yalanlara, öyle görmemeye, öyle duymamaya gark edilmiştir ki her şey; geçmişteki diğer katliamlar gibi “Uludere katliamını” da görmek istemeseniz görmez, üstüne öldürülenleri suçlu bile çıkarabilirsiniz.

He gülüm, he babam, orta yerdeki 34 ceset, toplu insan öldürmek demek olan katliam değil de ne demekse, bu defa; vatanında; kaç yaşındaysa o kadar yıldır onlarca insanın öldürüldüğünü görmüş, bombayla parçalanmış ciğerleri dağa, taşa yapışmış / savrulmuş çocukların ; Salih (12), Erkan (13), Şıvan (14), Mehmet (15), …, …, Encü’nün kar üzerine sıra sıra dizilmiş cansız bedenlerinin varlığında nasıl da yuvarlanıyor bayır aşağı yalanlarınız, “Katliam değil bu”lu mırın kırınlarınız.

Bir de 90’lardan bir kareyle yine cehennemi yaşayan Kürtler “Türkiye’yi sevmiyor” denmiyor mu; haber alınan katliama sabıka dosyası kabarık devletin kılıf ayarlamasını beklerken “asgari ücreti” ilk haber yapan kanallar; ne vardı olaydı bizim de (1709-1784) “Milliyetçilik alçakların son sığınağıdır” diyen linç de edilmeyen Samuel Johnson’larımız, “Tanrı yoktur” yazan (1844-1900) Nietzsche’lerimiz dedirten suskunluk; gönderilmeyen ambulanslar; BDP’den başka bir partinin, bir Allahın kulunun “orada” olmaması bile aslında yeter de artar bile sevmemeye, Türkiye’yi.

Geçmişte “ama onlar eşkıyaydı”; “isyancıydılar”; “cami yakacaklardı”; “arkadan vurdular”la, Ermeni tehcirine, Dersim, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarına icazet veren; bugünde; TSK sivilleri bombaladığını kabullendiği halde “terörist olabilirlerdi“, “ne köylüsü, köylünün ne işi var o saate sınırda”yla 34 insanın öldürülmesini kutsayan aynı zihniyet; tarihinin büyük kısmı katliamlar, yargısız infazlar, darbelerle dolu Türkiye Cumhuriyeti devletinin, niye bu kadar kolay katliama giriştiğinin nedenidir.Ki o aynı zihniyeti yaratan da bu devletin ta kendisidir de.

Geçtim köyünü, ilini bile haritada zor buldukları coğrafyada var olan ”Yıllardır burada kaçakçılık yapılıyor. Asker, polis, herkes biliyor. …..Tek geçim kaynağı bu. ……. Zaten askerler rüşvetini de alır”lı hayat şartları için ahkam kesip, iğne ucu kadar muhakeme etme gereği duymayanların sevmek için minnacık bir neden dâhi bırakmadığı şu halde, şu ânda bile Kürtler Türkiye’ye, Türkiye’nin hak ettiğinden daha fazla bağlı değilse ne olayım.

Hele de katliamı “kaçakçılardı”yla savunanlar yok mu? Hani bankalardan 100 milyar doları hortumlayanların ortalarda fink attığını, doktor, avukat, kuyumcunun istemesen fatura kesmediğini, vergi, uyuşturucu, insan kaçırmada da dünyada ilk onda yer alındığı bilinmese paçalardan dürüstlük akıyor sanılacak anam, bacım. Zaten devlet de kaçakçılıkla mücadelede çığır açıp F-16’ ları kullandığından, kaçakçıların bombayla parçalanması gayette doğal değil mi ?

Gelelim katliamı meşrulaştırırken içinde gizlediğin Polat Alemdarı, Ogün Samastı açığa çıkmış; üniversite mezunu belki master da yapmış en üst düzey asker, sivil yöneticilerden oluşmuş MGK’sı 167 Kürt işadamının ölüm listesini onaylayan, bazılarını da infaz eden devletinin; 88 yıldır etnik kökeni, mezhebi farklı halkına reva gördüğü gaddarlığa, hoyratlığa ses çıkarmayan sana;

Sen; devletinin Kürtlere bakışını “Kültürel hareketleri bile ayaklanma olarak algılıyorduk ! Çünkü yetişme tarzımız böyleydi”yle afişe eden General Yalman’nın sözlerini unutup katliamı protesto edeni; Van’da “Çadır, çadır istiyoruz ” protestosuna katılanlar gibi utanmadan provokatörlük, terör örgütü yandaşlığıyla karaladığın Towers’ından, Plaza’ndan, dairenden, ofisinden ayrılıp Beyrouth Cafe’nin, Nusret’in, AVM’lerin, sıcacık evinin yolunu tuttuğunda;

Tanrının bile unuttuğunu gösterdiği bomba, havan, kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğurların, Ceylanların, …., toprağında, iş olmadığından yapmak zorunda kaldıkları tek işi; burada sattıklarının beşte biri fiyatına bir bidon benzini, bir paket sigarayı, şekeri, çayı almak için gecenin ayazında, sarp kayalar arasında kilometrelerce yolu yürüyerek gidip gelen ve karşılığında da 30, 50 TL alan ve Uludere de katledilenlerin 19’u çocuktu.

Tarihindeki katliamların hep kimlere yapıldığına, Nazım’ın “Boynuma sarılma gülüm/ benden sana geçer ölüm”ünün kimlere yazıldığına bakmayan sen; belki farkında değilsin diye tekrar yazsam da çocuktu onlar, çocuktu, çocuk …. mümkünâtı yok yine de iknâ olmayacaksındır suçsuzluklarına. Sen buyken, dedelerinin yüz sen önce neler yaptığını tahmin etmek artık o kadar da zor değilken, bu ülkede sorunlar çözülür, işler de yoluna girer mi hiç?

He yavrum, he kaçakçı, he PKK’lıydı hepsi. Onun içinde refah içindeyken vatan haini genleri “Fehman Hüseyin”i getirmek için zıpladığından geçtikleri sınırda havadan bombalanarak öldürülmeleri de doğrudur. İstersen ulus devletlerin biricik işlerinden olan katliamlara yeni eklenen çiçeği burnunda bu katliamı da tarihçilere bırakalım !!!!!!!! olsun bitsin.

Tamam, tamam da demek ki devlet yıllardır hep böyle yapıyormuş; sürdürdüğü imha, inkar politikaları, işkencesi, adaletsizliğiyle dağa çıkarttığı, termal kameralar, Heronlar, İHA’larla tespit ettiği gerillaları canlı ele geçirmektense, öldürmek kastıyla bombaladığı 34 köylü gibi bombalayarak öldürmüş. Ne kahramanlık ama..

Ölüm çocukluğunun, gençliğinin yanında öyle uzak, öyle uzak, öyle uzakkkkk, oğlu da dağda, oğlu da askerde, oğlu da kaçaktayken “öldürüldü” haberini alan her anne gibi Roboski’de de annelerin;

“Ne lao, laooooo, lacê mıno delalo – be oğul, benim güzel oğlum” arkadaşlarınla “Harçlığım olur”la hep yaptığınız işe giderken, bir garip oldum da ben bilemedim oğul. Seni bir daha göremeyeceğimi, sarılmaya hasret kalacağımı bilseydim bavemin, bilseydim.Sarı saçlı oğlum benim bilseydim, bilseydim…. Nerden bilirdim Diyarbakır’dan havalanan F-16’daki bombaların Azrailin olacağını nereden ; haykırışları deler dağları, ovaları.

Oğlunun bebek yüzüne, kefenini açtırtıp son kez baktığında; yaptığı son konuşmayı, yediği son yemeği, giyindiği giysileri, ellerinin kokusunu beynine tekrar tekrar kazıyan her anne, her baba, her kardeş gibi artık Roboski’dekilerin gözlerine de yerleşecektir; kimselerin bakışına benzemeyecek sonsuz kırık, soluk o bakış.

Mevsim değişir, ay değişir, zaman da “öldürülmeseydi….”, “ … sınıfta olacaktı”, “…. gidecekti”, “evlenecekti”, “…”, “…” lerle, “keşke”lerle geçip; tarih öldürüldüğü güne döndüğünde; belki siyah beyaz, belki renkli bir fotoğraftaki çocuk gülüşü, hep Kürtçe akıtacaktır göz yaşlarını yanaklardan, Türkçe’yle susulurken.

Bir o anne bilecektir artık yaşamadığını bir o dağ, o tepe, bir de ölü 50 bin ev. Peki ne oldu da o 34, o 50 bin evin ölümü karşısında bedeni parçalanmış, kolu, başı kopmuş evladının başında ağlayan adı Mecran, adı Felek, adı Naime, adı…, adı …, olan, hayatı da evladının öldürüldüğü yerde donmuş bir anneye köreldi yürekler de bayram yapacak hâle geldi bunca insan ?

Ne oldu da 34 insanın bombalanarak öldürülmesine kayıtsızlığın, bahaneler bulunmasının, hesap sorulmamasının başka bir zaman diliminde de yine insanların bombalanarak öldürülmesine izin vermek olduğunu bilen bunca insanda sıfırlandı insanlık ?

Bunca insan nasıl bu kadar askerleşti de tek kelimeyle faşist “……bir tek vatandaşımıza zarar vereceği hesap ediliyorsa, devlet gereğini yapmalıdır ve bu son olayda da yapmıştır” sözlerini alkışlayabildi diyoruz ya tüm bu çürümüşlüklerin müsebbibi; devletin yıllara devrettiği o aynı zihniyetinin 30 yıldır sürdürdüğü; bomba, silah, helikopter, İHA, Heron üreticilerine milyar dolarlar kazandıran savaştır.

Ölen kişinin ırkının, görüşünün, işinin onun ölümü hak edip etmediğini belirlediği Türkiye’de, insanları;Türk askeri, PKK’lı, Kürt öldü diye sevinecek, intikam için karşı gördüklerinin ölmesini istetecek kadar insanlığından çıkarmış bu savaş da; ölümcül günahlar üzerinde kurulu bu devlet medenileşmediği sürece bitmeyecek / bitirilmeyecektir.

Anlaşılan bombaladığı yerde muteberlik bekleyen devlet de dâhil hep birlikte, hiçbir şeyin insan hayatından daha değerli olmadığını öğreninceye kadar sürecek bu savaş, öyle de bir döngüdür ki her ân, herkes de bundan nasibini alacağından, bir susuşun ardına sığınmaktan başkaca bir şeyde gelmez elinizden.

Her şeyin altında kalan barışla yeni siyahlara bürünmenin arifesinde; Türk, Kürt beraberce paçavraya çevirdiğimiz hayat da arkasında tek bir damla göz yaşını bıraktı işte. Nokta gibi…..son ve bitti. Oysa SON / BİTTİ demek için ne kadar da erkendi.

1609940cookie-checkBoynuma sarılma hevalım, benden sana geçer ölüm

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.