‘Cemaatler siyasetten arınmalı…’

I. AKP Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Yalçınbayır’dan siyasete ağır eleştiriler: Cemaatin yönlendirmesiyle milyonların harekete geçeceğini sanmak büyük yanılgıdır. Siyasetin ve cemaatlerin sahaları farklı. Birbirlerinin alanına tecavüz etmesinler. Siyaset-ticaret-cemaat ilişkileri rant yaratma işlerini de beraberinde getirir. Oysa cemaatlerin halisane biçimde cemaat işlerini yürütmeleri siyasetten arınmalarıyla mümkündür.

SÖYLEŞİ: LEYLA TAVŞANOĞLU / CUMHURİYET

I. AKP Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır, örnek parti olma iddiasıyla yola çıkan AKP’nin demokrasi, insani gelişmişlik, yönetişimde geldiği durumu sorguluyor. AKP-Gülen cemaati koalisyonu benzeri, dini cemaatlerin siyasete sızmalarına karşı olduğunu söylüyor. “Siyaset siyasetliğini, cemaat de cemaatliğini bilsin” diyor. Bugün Türkiye siyasetinde sürekli şike yapıldığına dikkat çekiyor..

– Sizin genel başkan yardımcılığı, genel sekreterlik ve milletvekilliği yaptığınız dönemdeki AKP’yle bugünkü AKP arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?

– Bu, AK Parti’den çok Türkiye’nin meselesi. İnsanımız, hastanemiz, postanemiz neyse Meclisimiz de, STK’lerimiz de odur. AK Parti örnek parti olma iddiasıyla kuruldu. Bunun yansımalarını insani gelişmişlikte görebilirsiniz. İnsani gelişmişliğin, demokrasinin unsurlarına bakarsınız. O zaman ne ölçüde ilerleme olduğunu görürsünüz. İstatistikler insanlara önemli mesajlar verir. Biz demokrasi sıralamasında dünyada 88., insan haklarında orta, insani gelişmişlikte 93. sıradayız. Büyük bir zenginliğimiz var. Türkiye dünyanın 17. büyük ekonomisi. Ama bu zenginliği nasıl paylaşıyoruz, nasıl dağıtıyoruz ve nasıl yönetiyoruz? Bu yönetimin hukuki altyapısı ne? Bu yönetimin uygulamadan kaynaklanan sonuçları ne? Bütün bunları değerlendirmek lazım.

– Bütün bunların cevabı ortadayken Türkiye’ye nasıl ileri bir demokrasi tanımlaması yapılabilir?

– Demokrasi insan aklının vardığı en önemli seviye. Demokrasi ideal bir sistem de değil. Ama demokrasinin en önemli özelliği hataları telafi edebilmesi, iktidarı değiştirebilmesidir. Türkiye’de demokrasinin asgari şartları var. Ama bizim niye dünyadaki demokrasi endeksinde 88. sırada olduğumuzu sorgulamalıyız. Demokrasi bir ütopya değil; hayatın içinden olan bir sistem, hukuku, insan hakları ekonomisi, laikliği, bağımsız yargısı, denetim ve denge mekanizması, açıklığı, şeffaflığıyla bir değerler bütünü. Bu değerleri alt alta koyduğunuzda Türkiye’nin durumu ortada.

– Bütün bunların ışığında siyasi partilerin, STK’lerin, devlet organlarının durumunu nasıl görüyorsunuz?

– Siyasi partiler tüzük ve programlarıyla demokratik olma durumundadırlar. Ama uygulama ve yazılı kurallara baktığımızda karşımıza kurucu unsuru olarak siyasi partiler, seçimlerin temel hükümleri hakkındaki, milletvekili seçimi hakkındaki kanunu çıkıyor. Bütün bunlardaki ayıplar siyasiler tarafından da ifade ediliyor.

AK Parti’nin kuruluşunda birtakım yasal değişiklikler yapılamasa bile, “Biz örnek parti olmak iddiasındayız. Onun için şunları yapacağız” açıklaması kayda geçti. Ama bu konuların kayda geçmesi yetmiyor. Önemli olan uygulamadır. Türkiye insan hakları bakımından bazı çekinceleri olmakla birlikte uluslararası sözleşmeleri kabul etmiştir. Ama bu yetmiyor. Fiilen tanınması ve uygulanması gerekiyor. Bu da sürekli, hayat boyu eğitimi, bunun uygulanmasının izlenmesini, denetimini ve kalitenin arttırılmasını gerektiriyor. Birtakım mekanizmalar olmadan, “Ben insan haklarını gözetiyorum. İnsan hakları bizim için çok önemlidir” demek yetmez. Yeni anayasanın yapımında benim üzerinde önemle durduğum konu birtakım mekanizmaların oluşturulmasıdır. İllerde ve ülke genelinde insan haklarını izleme birimleri hem ihlallerin izlenmesi hem eğitim çalışmalarının yapılması hem de mevzuatın kalitesinin yükseltilmesi bakımından sivil bir inisiyatif olarak yürütülmelidir. Çünkü insan hakları devlete bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Bütün insanların ona sahip çıkması, örgütlülüğüyle bunları sürdürmesi demektir. İktidarlar zaman zaman kendi iktidarlarının sınırlandırılmasını istemezler. Kendi işlerine geldiği zaman insan hakları savunucusu olurlar. Diğer zamanlar ise bunları sınırlandırma yoluna giderler. Bunların uluslararası sınırlandırma standartları bellidir. Ama uygulamadan kaynaklanan suçlara bakıyoruz. Büyük bir zafiyet var.

Devletin dindar kuşak yetiştirme gibi bir görevi yok. Öylesine sözler söyleniyor ki bunlar çeşitli yorumlara açık oluyor. Bu, siyasetin dedikodusu haline geldi

– AKP ve Gülen cemaatinin başlangıçta bir koalisyon kurduklarını biliyoruz. Demokrasilerde bir siyasi parti dini bir cemaatle koalisyon kurabilir mi?

– Ben AK Parti’nin kuruluşu aşamasında böyle bir şey sezmedim. Cemaatler zaman geldi, kendi adamlarını siyasi güç içine koymaya çalıştılar. Adamları olmasa bile destekleme yoluna gittiler. Bunu çeşitli dönemlerde, çeşitli partilerde gördük. Bana göre cemaatlerin siyasi partilerle koalisyon yapmaları doğru değil. Cemaat cemaatliğini, siyasi parti de siyasi partiliğini bilsin. Cemaatlerin siyasete yönlenmeleri sadece siyasetin cazibesiyle ilgili değildir. Siyaset fevkalade önemli rant yaratan bir alandır. Siyaset-ticaret-cemaat ilişkileri bu gibi işleri de beraberinde getirir. Oysa cemaatlerin halisane biçimde cemaat işlerini yürütmeleri siyasetten arınmalarıyla mümkündür. Siyasetin de gerçekten çıkar, oy kapma doğrultusunda siyaset yapabilmesi bunlardan arınmakla olur. Burada cemaatin yönlendirmesiyle milyonların harekete geçeceğini sanmak da büyük bir yanılgıdır. O üyelere, oraya devam edenlere saygısızlıktır. Ama bu saygısızlığı zaman zaman kimi cemaat liderleri de, siyasi parti liderleri de yapar… Bu, insan onuruyla bağdaşmayan bir tutumdur. Her ikisinin sahaları farklı. Birbirlerinin sahalarına tecavüz etmesinler. Cemaatlerin de iç yapılarının şeffaflaşması lazım. Bunların kaynakları nereden geliyor? Bu açıklık ve şeffaflıkla tespit edilir.

– Türkiye’de tarikatlar ve cemaatlerin sivil toplum kuruluşları oldukları yönünde bir anlayış var. Gerçekten bu böyle mi?

– Bunlar devrim kanunlarıyla bağdaşmayan hususlar. Devletin görevi cemaatlere haddini bildirmek değil; cemaatlerin görevi de siyaseti yönlendirmek değil. Herkes kendi sahasında kalırsa toplumsal barış, bireyin huzuru daha fazla olur. Siyasetin yapacağı da bu konudaki talepleri düzenleyici işlemlerle kamuoyu önüne sunmaktır. Yakınlarına, yandaşlarına, cemaat mensuplarına değil.

– Başbakan’ın geçenlerde dindar kuşak yetiştirme hedefinde oldukları sözlerini nasıl karşıladınız?

– Devletin böyle bir görevi yok. Öylesine sözler söyleniyor ki bu sözler çeşitli yorumlara açık oluyor. Biz AK Parti olarak kurulduğumuzda açık net bir partiydik. Böyle aleyhte yorumlara açık değildik. Toplum dindar kindar meseleleriyle fevkalade ilgilenir hale geldi. Bu siyasetin dedikodusu oldu.

– Bugün 97 gazetecinin hükümlü ya da tutuklu olmasını nasıl karşılıyorsunuz?

– Basın özgürlüğü bakımından Türkiye dünyada 110. sırada. Bu tutukluluk ve hükümlülük halleri mevzuatın her şeye rağmen yetersizliğinden, mevzuatı yorumlama durumunda olan yargının kalitesinden, yürütmenin (hükümet) yönetim görevini gereği gibi yapamamasından kaynaklanıyor.Her konuyu yönetişim kavramı açısından ele aldığınızda yasama iyi yönetilmiyor. TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve eski başkan Mehmet Ali Şahin’in 2011’in başında TBMM’de kanun yapma sempozyumunda söyledikleri bir söz var. “Kanun yapmayı bilmiyoruz” dediler.

– Bu Milli Eğitim’i yeniden düzenleyen 4+4+4 yasası tartışılırken yaşanan rezaletleri nasıl karşıladınız?

– Bu yaşanan olaylar apaçık anayasaya, iç tüzüğe ve insan haklarına aykırıdır. Toplumda yaygın olan güven bunalımını, hoşgörüsüzlüğü arttırıyor. Bütün bunlar yeni bir anayasa yapma zemini içinde endişelere yol açıyor.

Yasama iyi yönetilmiyor. Yasamanın çıkardığı kanunları yürütmekle yükümlü olan hükümetin uygulamalarına bakıyoruz. Bu uygulamalar hayatın her alanına yansıyor. Adil yargılamada dünyada 66. sıradayız. İş yargının kalitesine geldiğinde maalesef kalitesizlik fevkalade üst düzeyde. Bu, toplumda güveni azaltıyor. Toplumsal barışı, ilerlemeyi ve kaliteyi engelliyor.

– AKP özel yetkili mahkemelerle kendi hukukunu yaratmadı mı?

– Bu Türkiye’nin uluslararası alandaki itibarını da zedeliyor. O özel yetkili mahkemelerdeki hâkimler ve savcılar hangi özel donanımlarıyla oralara atandılar? Her birini bizim sorgulama hakkımız var.

Hukuk ihtisaslaşmayı gerektirir. Bunlar hangi özel ihtisasları nedeniyle oradalar? Yoksa özel amaçlarla mı o mahkemelere atandılar? Mahkemelerin bağımsızlığı, tarafsızlığı fevkalade önemlidir. Onun için HSYK’nin, yüksek mahkemelerin yapısı mutlaka yeniden gözden geçirilmelidir.

– Yani fazlasıyla partizanlığın yaygınlaştığı bir dönemden mi geçiyoruz?

– AK Parti’nin kuruluş bildirgesinin 8. sayfasında şöyle yazılı: “Toplumları ve devletleri tahrip eden yozlaşma, yolsuzluk, usulsüzlük, çıkarcılık, iltimas, hukukta eşitsizlik, ırkçılık, partizanlık ve despotluk gibi olumsuzluklar partimizin en yoğun mücadele alanlarıdır.”

Bu mücadele alanı olarak belirlenen konular hâlâ yerli yerinde duruyor. Bir de kanunların yapımında parmaklara itibar ediliyor. Kaldır parmak, indir parmak demokrasisi. Tayyip Bey AK Parti’nin kuruluşundan sonraki ilk grup toplantısında şunları söyledi: “Milletvekilleri emme basma tulumba gibi oy kullanmayacaklardır. Milletvekilleri özgür iradelerini kullanacaklardır. Grup kararları istisnai hallerde alınacaktır.” Bunlar güzel sözler ama güzel uygulamayla desteklenmedikçe güven bunalımı artar. Bakın siyaset sadece sonuç almak, seçim kazanmak değildir. Bir maçın kazanılması önemli olabilir. Ama o maçın kaliteli bir oyunla kazanılması daha anlamlıdır. Şikelerle, teşviklerle, haksız oy teminleriyle maç kazanırsanız orada sorunlar var demektir.

– Peki, bu sorunlar sadece AKP’ye mi özgü?

– Hayır. Bu sorun diğer partilerin, toplumun da, hepimizin sorunudur. Toplumun önde gelenlerinin aşağıdan gelen taleplere, katılımcılığı da dikkate alarak örnek, önder olmaları lazımdır. Herkes hesap verecek. Nerede milletvekillerinin, bakanların hesabı? Nerede anayasanın 83. madde, 100. madde değişikliği? Türkiye’nin gerçekten bir değişime ihtiyacı var.

– Ama yıllardır bir değişim görmedik…

– Bir kere siyaseti rant alanı olmaktan çıkarmak, partizanlıktan uzaklaştırmak, kaliteyi, denetimi yakalamak lazımdır. TBMM kanun yapma fabrikası değildir. TBMM aynı zamanda çıkardığı kanunların uygulandığını da denetleme mekanizmasıdır. Biz kaliteye yolculuk yapma durumundayız. Bunu yapabiliriz. Dünyadaki gelişmeler bunu zaten zorunlu kılıyor. Tekrar ediyorum. Bu, iyi yönetişimden geçiyor. Bütün halkların hakkı yönetişim hakkıdır. Bu da kanunla düzenlenmelidir.

– Gazete kapatmayı engelleyen kanun teklifi ocak ayında Meclis’e verilmesine rağmen bugüne kadar hiç ses yok. Bu arada Özgür Gündem gazetesi kapatıldı. Yoksa hükümet sadece kendi istediği kanunlar için mi Meclis çalışmalarını hızlandırıyor?

– Siyaset kazan-kazan işi değildir. Yasal düzenlemeler yapılırken öneri kimden geldiyse bunun patent hakkının ona ait olduğunu kabul edin. Onun fikri mülkiyet hakkına fırsat verin. Ondan etkilendiğinizi de ortaya koyun. Onların verdiği önergeyi reddedelim, o önergeye biz bir cümle ekleyerek bunu kendi önergemiz olarak kamuoyuna takdim edelim, derseniz bu karambole futboldur. Karambole futbol kaliteli futbol değildir. Her alanda şike, haksız kazanç elde etme var. Bunlar etik davranışlar değil. Bunlar haksız oy sağlamaya yönelik tutum ve davranışlardır. Ama bu öbür siyasi partilerde de böyle. Ben meseleye sadece AK Parti olarak bakılmasından yana değilim. Haksız rekabet toplumun her alanında yaygın. Mahkemeyi, hukuku ilerlemenin önünde engel gören zihniyetler kendi hukuklarını yaratırlar.

PORTRE: ERTUĞRUL YALÇINBAYIR

1946, Kırcaali/Eğridere, Bulgaristan doğumlu. Dört yaşındayken ailesiyle Bursa’ya yerleşti. Yükseköğrenimini İÜ Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Bursa’da avukatlık yaptı. 1980 öncesi CHP’den Bursa Belediyesi meclis üyeliği yaptı. 12 Eylül darbesinden sonra siyasete ara verdi. 1990’lı yıllarda RP’ye yakınlaştı. RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın avukatlığını yaptı. 1995 seçimlerinde RP’den Bursa milletvekili seçildi. Ancak partiden koptu. 1999 seçimlerinde bu kez ANAP’tan Bursa milletvekili seçildi. Bir dönem TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığı yaptı. ANAP yönetimiyle de anlaşamayarak partiden ayrıldı. AKP’nin tüzük ve programının kaleme alınışında önemli katkıları oldu. Partinin ilk kurucu genel sekreteri seçildi. 2002 seçimlerinde AKP’den Bursa milletvekili olarak yeniden TBMM’ye girdi. 58. hükümet kurulduğunda Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı görevinde bulundu. 1 Mart tezkeresine karşı çıkması, parti içi muhalefetin öncüleri arasında yer alması nedeniyle 59. hükümette kendine yer bulamadı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde Başbakan Erdoğan tarafından aday gösterilmedi. Şimdi AKP’nin sade bir üyesi. .

734850cookie-check‘Cemaatler siyasetten arınmalı…’

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.