Çoban Mahir, TEOG ve Robert Kolej

YUSUF YAVUZ / AÇIK GAZETE – Önce keçileri sonra çobanları yok eden kültür emperyalizmini bir de böyle okuyun…

Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi (TEOG) sınavlarının şampiyonlarından biri olan 14 yaşındaki Tuncelili Mahir Gündoğdu’nun öyküsü, neredeyse tüm medyada “Çoban çocuğun azmi ona Amerikan Robert Kolej’in kapılarını açtı” şeklinde sunuldu.
Keçi-koyun güderek ailesinin geçimine katkı sağlayan Mahir’in öyküsündeki çobanlık, bir an önce kurtulunması gereken, geri ve ilkel bir üretim biçimiydi. Böyle gürülmesi gerekiyordu.

Robert Kolej…

Anadolu’daki Amerikan misyoner okullarının en gözdesi…

Çobanlık…

Anadolu’da 12 bin yıllık üretim kültürünün en köklü mesleği.

Türkiye artık Çobana Çoban demiyor…

İki yıl önce Tarım Bakanlığı’nın yaptığı düzenleme ile çobanlar artık “Sürü Yönetimi Elemanı” olarak anılıyor.

12 BİN YILLIK BİR ÜRETİM KÜLTÜRÜ ELEMAN’A DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Tam 12 bin yıldır Anadolu coğrafyasının gözü kulağı, hafızası olan Çobanlar, bir çırpıda sürü yönetimi elemanına dönüşüverdi. Halk Eğitim Merkezleri’nde düzenlenen kurslarla ellerine birer sertifika verilip, dilini bilmedikleri, ilaç ve endüstriyel yem bağımlısı ithal hayvan sürülerinin yönetiminden sorumlu birer “eleman” olarak yaşamlarını sürdürüyorlar…

ÖNCE KEÇİLERİN ORMANA GİRİŞİ YASAKLANDI
31 Ağustos 1956 tarihli 6831 sayılı orman kanunuyla keçi ve diğer hayvanların ormana girişi yasaklandı. Bu yasa en çok da geçimini hayvancılıkla sürdürmesinin yanında, kültürel olarak da keçiyle özdeşleşen Yörükleri etkiledi. Bu, öyle bir etkiydi ki, binlerce yılda oluşan ve devletin bizzat varlık sebebi olan bir kültür, devlet eliyle yok ediliyordu…

AMERİKAN SIĞIRLARI TÜRKİYE’YE…
Açtığı derin yaraların acı sonuçlarını halen yaşadığımız bu yasanın yürürlüğe girmesinin hemen ardından, 12 Kasım 1956 tarihinde Türkiye ve ABD arasında imzalanan ‘Tarım Ürünleri Anlaşması’ ile de Türk hayvancılığının neden bitirilmek istendiği tarihin belleğine kaydolacaktı. 24 Eylül 1963 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren bu anlaşmaya göre, ABD, Türkiye’ye 46,3 milyon dolarlık buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, sığır eti, don yağı, konserve ve soya satacaktı. Oysa anlaşmayla ABD’den alınması taahhüt edilenler, Türkiye kırsalında halkın ürettiği ürünlerden oluşuyordu. Keçi, koyun, sığır, manda gibi geleneksel hayvancılıkla geçinen halkın elini kolunu bağlayan bu anlaşmanın 3. Maddesinde ise Türkiye’deki Amerikan mallarına yönelik talebi artırmak için her iki ülke hükümetlerinin birlikte hareket etmeleri hükme bağlanıyordu.

Türkiye ve ABD arasında imzalanan ‘Tarım Ürünleri Anlaşması’ndan bir yıl sonra…

HURDA TEKNOLOJİ SATIP PARASINI EĞİTİMDEN ALMAK
Amerikan hükümeti elindeki savaş artığı hurda teknoloji ürünlerini müttefiki olan ülkelere satmak istiyordu. Ancak bu alışverişe yönelik o ülkelerden gelebilecek eleştirilerin önüne geçmek için de, satılan hurda teknolojilerin bedelini eğitim ve kültür gibi alanlar üzerinden tahsil edilmesi kararlaştırıldı…

AMERİKAN ROBERT KOLEJİ YÜKSEKOKUL YAPALIM
Bu çerçevede Türkiye’de başlayan ilk tartışma, Amerika’dan alınacak hurda atom reaktörü karşılığında Türkiye’de bir Amerikan Yüksekokulu kurulması önerisi olur. Dönemin Türk aydınlarını ikiye bölen bu tartışmada Demokrat Parti tavrını ABD’nin Robert Kolej’in üniversiteye dönüştürülmesi isteğinden yana kullanır…

Tuncelili çoban Mahir
Tuncelili çoban Mahir

ROCKEFELLER VE FORD VAKFI KESENİN AĞZINI AÇTI…
28 Ağustos 1957 tarihinde alınan Bakanlar Kurulu Kararı, 19 Aralık 1957’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın da onayı ile Robert Kolej bünyesinde bir yüksekokul kurulması kararlaştırılır. Robert Kolej Yüksekokulu’na en büyük mali destek, AID, Rockefeller ve Ford Vakfı gibi kuruluşlardan sağlanır. Hurda atom reaktörü karşılığında kurulması önerilen Amerikan üniversitesi, ilerleyen yıllarda ‘Boğaziçi Üniversitesi’ adını alır.

AMERİKA’DAN GELEN NATİONAL GEOGRAPHİC MUHABİRİ
Türkiye’de bu tartışmaların yaşandığı günlerde, ünlü Amerikan National Geographic Magazine Dergisi muhabiri Franc Shor, İstanbul’a gelir ve Robert Kolej’in yüksekokula dönüşümünün öyküsünü yazar.

ASYALI, MAHÇUP VE KÖKLERİNDEN KOPMAYA HAZIR SURETLER
National Geographic’in Eylül 1957 tarihli sayısında yayınlanan kapsamlı yazıya, doğu ile batıyı birleştiren boğazın büyüleyici manzaralarına hakim bir alanda kurulan Amerikan Yüksekokulunun öğrencileri olan Türk gençlerinin fotoğrafları eşlik eder. Asyalı, mahçup ve kendi köklerinden koparılmaya hazır, modern masalların zokasını yutmuş tavırların yansıdığı suretler, devasa bir panoya iliştirilmiş plastik çiçekler gibidir.*

BOĞAZDA OTLAYAN KEÇİLER
Franc Shor’un objektifine takılan manzaralardan birinde, Boğaziçinin çiçeğe durmuş yamaçlarında otlayan keçiler dikkat çekiyor…
Türkiye’de neredeyse kişi başına bir keçi ve koyunun düştüğü yılların fotoğrafıydı bu…

Öyleyse Çobanlık yok edilmeliydi…

Yüz yıldır derin bir kompleksle köklerinden koparılıp misyon okullarının silgisiyle belleği silinen bu toprakların üreten insanları, sürüye dönüştürülmeliydi. Kendisini yok eden kültüre karşı, yine o kültürün ürettiği araçlarla mücadele ettikçe yorulan, yoruldukça tükenen bir kısır döngünün içinde kaybolan bir sürüye…

Keçilerin otladığı bir coğrafyanın üzerine iliştirilen sömürgeci kültür, önce keçileri yok etti, ardından da çobanları…

Bugün Boğaziçi’ni bitiren çocuklar, Anadolu’yu, toprağın dilini öğrenmek için gidip Yörük çobanların yanında alıyorlar soluğu…

BU DÖNÜŞÜME SEYİRCİ KALANLAR, İKİ DARBE ARASI Bİ-HABERLER
12 bin yıllık bir üretim kültürünün yarattığı köklü bilgeliği, 300 yıllık bir sömürge kültürüne teslim edip bu korkunç dönüşüme seyirci kalanlar, iki darbe arasında kendi köklerinden “bi-haber” olanlardır…

Çocuklarının eğitimi için ceketini satan babaların, çocuklarını sırtında okula taşıyan anaların yaşadığı topraklardayız. Bağımsız, dünü unutmadan, bugüne tanık olarak, yarını düşleyebilen, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamayı bilen bireyler yetiştiren bir eğitimden yanayız.

Çobana çoban, sürüye sürü, elemana eleman denilen bir eğitimden yanayız…

Umudun okyanus ötesinden değil, yeryüzünün yeterince keşfedilmemiş son kıtası olan bu toprakların kalbinde aranmasından yanayız…

*Yusuf Yavuz, ‘Amerika Mon Amor’ Edebiyat ve Eleştiri Dergisi- Ağustos 2006, Sayı 88.
Görseller: National Geographic, Eylül 1957

1992200cookie-checkÇoban Mahir, TEOG ve Robert Kolej
Önceki haberDarbe girişimi ve OHAL hayvanları da olumsuz etkiliyor
Sonraki haberFETÖ’nün İngiltere yapılanması
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.