Cumhurbaşkanlığı

Soma’nın acısı canlıyken cumhurbaşkanlığı seçimi için ortak çatı adayı arayışları kaldığı yerden başladı, ama Soma faciasından sonra herkes hayata başka bakacak…
30 Mart seçimleriyle yüzleşmeyen kesimler hiçbir şey olmamış gibi davrandıklarından, cumhurbaşkanlığı seçiminde de aynı tutumu sürdürüyorlar.

HDP’yi kendi yedeklerine takamayacağını anlayan ulusalcı/ milliyetçi cephe hemen iftira kampanyasına başladı. Yerel seçimlerde, soluyla sağıyla fiziki linç girişimlerine tabi kalan HDP, şimdi de entelektüel linç girişimleriyle karşı karşıya.

Parti, cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adayını çıkaracağını duyurmasına rağmen yine bir “tatava yapma, bas geç” tavrı basladı.

HDP’nin hiç kimseyle katolik nikâhı yoktur. Ama belli ki bazılarının kadim devlet geleneğiyle kopmaz bağları vardır. O yüzden seçim sürecinde HDP’yi tecrit etme siyasetini her zeminde sürdürmektedirler.

İlk defa cumhurbaşkanlığı seçimine girmiyoruz. Parlamento veya halkın seçmesi, cumhurbaşkanında aranan kriterleri farklılaştırmıyor. Cumhurbaşkanında aranacak nitelikler konusunda aklıselim herkes, zaten aksi düşünülmeyecek ortak ilkeleri ortaya koyuyor ve tabii ki bu ilkeler arasında milliyetçilik yok. O yüzden ulusalcı/ milliyetçi cephenin ortak bir aday arkasında sıralanmaları hayırlara vesile olacaktır.

Yıllardır ulusalcı/ milliyetçi hatla özgürlükçü sol arasındaki ayrışmayı uzaktan izlemeyi ya da alanlarda onlara güç vermeyi tercih edenler, şimdi daha yeni meselenin özünü gördüler. Muhtemelen bu intikal sorununda bizim de sorumluluğumuz vardır. Demek ki derdimizi iyi anlatamamışız. Demek ki onlar da, iddia edildiği gibi yaşadığımız sorunları bir şive ve mizaç meselesi sanıyorlarmış.

2007 genel seçimlerinde ortak mücadeleye dudak bükenler, bugün HDP sürecine takoz koyanları eleştirdiğine göre, fikrî hegemonya artık sağlandı demektir.
Partilerimizin organlarında alınan kararları bile keyfî ve bireysel tutumlar gibi takdim eden dedikodu siyasetinin sonunda ipliği pazara çıktı. Ulusalcı/milliyetçi sapmalar artık üstü örülemeyecek, gizlenemeyecek boyutta.

Bugün bu türden bize zaman kaybettiren tortulara, ayakbağlarına sırtımızı döneceksek, alanlardan başlayarak her zeminde kararlılıkla bir bütünlüklü organik tutum alabiliriz. ‘Alanlar farklı, siyaset farklı’ yaklaşımı, aşağıdan yukarıya örmeye çalıştığımız yeni siyaset kültürüne uymaz. Siyasetin dönüşümünü sağlayacak öznelerin kendileri dönüşüme direnirlerse, misyonları sadece sürecin ayakbağı olacaktır.

Türkiye’de resmî muhalefet, demokratik cumhuriyet ve anayasa meselesinde inkârcı ve statükocu tutumunda ısrarını sürdürdükçe, tablonun değişmeyeceği bellidir.
AKP’yi “Öcalan’ı siyasi aktör haline getirdiği, PKK’yi legalize ettiği, özerkliğin ayrışma getireceğini” iddia ederek CHP, bildik güvenlikçi devlet dilini yeniden üretmeyi sürdürüyor. Habur’da gerillaların karşılanması için sınıra çağırdığımızda mazeret üreten aydınlar korosu, bugün de “Habur’da çadır mahkemesi kurdular” retoriğinin yakıtı olmayı sürdürecekler mi, yoksa çözüm cephesinden yana mı duracaklar? İşin özü budur. Seçimlere 3 gün kala Sarıgül hizbini destekleyenler, isterlerse 40 kere Rojava röportajı yapsınlar onların notu verilmiştir.

AKP’nin nasıl bir kimlikler hiyerarşisi oluşturmaya çalıştığının da farkındayız, ama çözümü tek kimliğe dönüşte görecek kadar naif de değiliz.

Cumhurbaşkanlığı süreci bizim açımızdan aynı zamanda müzakerelerin, yol haritasının, yasal düzenlemelerin netleşmesi sürecidir.

Bireysel hak ve özgürlüklerden bahsedip, kolektif haklardan bahsedemeyenler, ortak cumhurbaşkanı adayı gösterseler ne olur, göstermeseler ne olur.

Egemenliğin paylaşılması konusu herşeyin esasıdır. “Oğlum, bak git” kafasıyla siyaset sürdürülmez.

Boşuna birbirimize bağırmayalım, ruhlarımız birbirinden o kadar uzaklaştı ki, artık fayda etmiyor bu ses kirliliği.

_______________________

[email protected]

1584340cookie-checkCumhurbaşkanlığı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.