Deprem haberlerinde nefret söylemi

Van’daki 7.2’lik depremin ardından Türkiye, vatandaşı, kurum ve kuruluşlarıyla bir seferberlik ruhu içinde çalışıyor. Kızılay’dan AKUT’a, STK’lardan belediye ekiplerine kadar her kurum ve kuruluş vatandaşlarla birlikte enkaz ve yaşam koşullarını iyileştirme çalışmalarına canla başla destek veriyor. Bu deprem bize zor günlerde yardımlaşma ve dayanışma ruhumuzun ne kadar da gelimiş olduğunu bir kez daha gösterdi.

1999 depreminde de bu ruh vardı.

Ama başka bir şey daha vardı Marmara depreminde. Bir ötekileşme durumu. Bu kez laik kesim ötekileşmişti. Bu depremin laiklere ve Türk askerine Allahın bir cezası olduğu iddiaları ortalıkta dolaşıyordu. Tabii o zaman sosyal ağlar bu kadar yaygın değildi. Medya da bu söylentilere fazla itibar etmiyordu. Bu yüzden bu söylentiler fısıltı gibi kalıyordu o büyük yardımlaşma ve dayanışma ruhunun yanında.

Şimdi ise bu ötekileşmenin Kürt ve Türk halkları arasında yaşandığını görüyoruz. Twitter’da, Facebook’ta ulu orta her yerde dile getiriliyor bu nefret söylemleri.

Medyada da tabii…

İş medyaya yansıyınca durum biraz daha cidddi bir hal alıyor dolayısıyla. Koca koca köşe yazarlarından, koca koca profesörlere kadar medyada yoğun bir nefret söylemi var. Kimi iyi niyetli yazıyor, diyor ki “iyi günde de, kötü günde de beraberiz”. Yazıyor ama bu söylemin bir ötekileşme içerdiğini algılayamıyor. Belki de iç sesini bastıramıyor. Kimi diyor ki, “Yunanistan depreminde yardım etmiştik, bu iki halkı birbirine kaynaştırmıştı.” Kürt halkının komşu halk olmadığını, vatandaşlarımız olduğunu fark edemiyor belli ki. Van’a hizmet götürmek devletin görevi zaten. Yardım etmek de senin insanlık görevin.

Masum da görünseler bunlar nefret söylemidir aslında.

Nefret söyleminin alatında ne yatar biliyor musunuz? Önyargılar yatar. Iırkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık yatar. Farklı olana tahammülsüzlük yatar.

Bu yüzden nefret söyleminin medyada kendini göstermesi hayra alamet bir durum değildir. Toplumda kapanması zor yaraların açılmasına neden olabilir. Mesleki açıdan da yaralanır medya. Objektifliğini, gerçekçiliğini, etik değerlerini hızla kaybeder.

Habertürk spikeri Duygu Canbaş’ın “Deprem Van’da da olsa üzüntü yarattı” sözü bir iç sestir ama, biliçli olarak söylenmiş bir söz değildir. Duygusal bir anda iç sesini bastıramamasının ortaya çıkardığı vahim bir durumdur.

Müge Anlı’nın “Herkes haddini bilecek. Yeri geldi mi taş atacaksın, Mehmetçik’i kuş avlar gibi avlayacaksın sonra zor günlerde canım cicim deyip, yardım isteyeceksin. O polisler hemen yardımına koştu oradakilerin. O taş atanların eli kırılsın. Askerlerimize polislere zeval vermesin” ifadeleri ise sadece iç ses değilidir, aynı zamanda bilinçli olarak söylenmiş büyük bir skandaldır. Özür dilemekle üstü kapanacak bir durum değildir bu. Bu çok tehlikeli bir söylemdir.Vatanını sevmekle açıklanacak bir durum hiç değildir.

Nefret söylemi medyanın taraflı, önyargılı ve ayrımcı olduğunu gösterir. Medyanın provakatif, ırkçı ve ayrımcı bir dil kullanması toplumda düşmanlık ve ayrımcı duyguları tetikler ve güçlendirir.

Nefret dilini kullanan kişinin konumu da çok önemlidir Bir siyasetçinin kullanması ne kadar tehlikeliyse, bir medya mensubunun kullanması da bir o kadar tehlikelidir. Çünkü medya günümüzün halen en etkin toplumsal ve kültürel iletişim araçlarından biridir. Medyanın sorumsuz ve dikkatsiz davranması o kadar kolay göz ardı edilecek bir durum değildir.

Medya çalışanları, nefret dilinden uzak durmak zorundadır. Çünkü büyük bir sorumluluk taşımaktadırlar. Bu büyük sorumluluğu anlayabilmek için son yıllarda işlenen nefret suçlarına bakmanız yeter. Bakın ve görün. Medyanın çok da masum olmadığına şaşıracaksınız.

670120cookie-checkDeprem haberlerinde nefret söylemi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.