Erdemol: Bu böyle gitmez…

Cumhuriyet Gazetesi; Cumhuriyet’in İngiltere Temsilcisi ve Haber Gazetesi köşe yazarı Mustafa Kemal Erdemol ile yeni kitabı ‘Buz Çağı’na ilişkin röportaj yaptı. Erdemol’un yanıtları aşağıda…


CUMHURİYET – Bush Çağı, insan soyunun kültürel bir Buz Çağı’na girdiğini mi gösteriyor?
MUSTAFA KEMAL ERDEMOL – Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla sona erdiği söylenen “Soğuk Savaş”tan sonraki dönem, gerçekten de ancak böyle tanımlanabilir. Global efendilerin güle oynaya karşıladığı Soğuk Savaş’ın ardından gelen çağın adı budur elbette. Soğuk Savaş’ın, en azından “taraflara” sahip olunan bir dönem olduğu anımsanırsa, bugünkü buzul ortamdan, daha geliştirici, halklar için uyanıklık gerektiren bir dönem olduğu bile söylenebilir. Bugün Bush ya da Buz Çağı’nda, bildik anlamda politik taraflar yok. Sadece ABD hegemonyasına “karşıt” pozisyonda olanlar var, ama ne kadar dağınık olduklarını görüyoruz. Çin ile Rusya’nın her an kesintiye uğraması olası ABD karşıtı “ortaklıkları”, ABD için tehlikeli bir duruş değildir. İran’ın bile, ne kadar hedefte olursa olsun, ABD ile anlaşabileceği bir zaman gelebilir. Ben öyle görüyorum. Hindistan’ın nükleer silah üretiminde ABD ile özel bir anlaşmaya imza atarak, “karşıt” pozisyondan uzaklaşması da gösteriyor ki, Bush  Çağı, tüm hareketlilikleri donduran bir Buz Çağı’dır aslında.


ABD hegemonyasının siyasal alandan taşıp, kültürel alana kayması da bir gerçekliktir bugün. Dış politikasını askerileştirmiş bir Amerika ile karşı karşıyayız. Bu “askerileştirme”, kültürel alandan da destek alıyor.  Daha doğrusu “kültürel onay” diyebileceğimiz bu destek, ABD yönetimi tarafından oluşturuluyor. Tanrı’yla konuştuğunu söyleyen bir adam Bush. Teröre karşı verdiğini söylediği sözüm ona savaşı “iyi” ile “kötü”nün savaşı olarak tanımlıyor, bunu yaparken kullandığı dil “mesianik” bir dildir. Tutucu, dinci bir toplum olarak ABD’linin buna inanması elbette zor olmuyor. Din faktörünün ağırlıkla yer aldığı “kültürel” onaylama ABD iç politikasının bir başarısıdır aslında. Garip olan oradaki “kültürel onaylama”nın, başka toplumlarda da destek buluyor oluşudur. ABD dışında, ABD’nin sözde teröre karşı savaşına destek verildiği anlamında söylemiyorum bunu. Genel anlamda bir Amerikan idealine inanma tutumu var. Yeni Amerikan Çağı’nın, sakıncalar taşısa da dünyaya bir düzen vereceği, bu düzenin özellikle kimi bölgeler için hayırlı olabileceği düşünülüyor. Katrina felaketine uğrayan Amerikalıların asla göremedikleri “Amerikan Rüyası”, örneğin Ukrayna’da “Turuncu Devrim”, Kırgızistan’da “değişim” adıyla, bu ülkelerin halklarının çoğunluğunun “rüyası” oluverdi. Bu elbette, her şeyi ABD lehine “donduran” bir Buz Çağı’nda olduğumuzu gösteriyor.


Hiç mi umut yok, diye sorulabilir. Tüm olumsuzluklara karşın tabii ki umut var. Buz hiçbir şeyi yok etmez, sadece gizler. Bu çağın buzulunun altında, her an ortaya çıkabilecek şeyler var. Ben söylemiyorum bunu, çok önemli bir İngiliz düşünce kuruluşu, mevcut durumun uzun sürmesi halinde, devrimlerin olabileceğini, Marksist hareketlerin yeniden güç kazanacağını söylüyor. Sahte “Amerikan rüyası”, buzkıranlarla karşılaşacak, çünkü böyle gitmez.


CUMHURİYET – Bir neoliberal buz çağı olarak “Bush Çağı”nın mimarları arasında ilk sırayı Tony Blair, Gerhard Schröder, Romano Prodi gibi görece daha sosyal isimlerin almasını nasıl açıklıyorsunuz? Buz Çağı’nın kültürel algılarımızı kıran bir özelliği mi bu?
MUSTAFA KEMAL ERDEMOL – Nasıl ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin tartışmaları bir yana bırakarak belirtmem gerekirse, bizim değil, ama adı geçenlerin “kültürel algıları” kırılmıştır. 11 Eylül saldırılarıdır buna yol açan. Avrupa’nın kendi dışındaki ülkelere, toplumlara “siyaseten doğru” (political correctnes) biçiminde tanımlanabilecek bir bakışı vardı yakın zamana kadar. Önyargı gayri resmi olarak hep var olagelmiş, ama resmi söylemde başka kültürlere saygının, tahammülün altı çizilmiştir. 11 Eylül, kimin yaptığı bir yana, bu ikiyüzlülüğü ortadan kaldıran önemli bir dönüm noktasıdır. O “siyaseten” alınmış sahte tavırlar yerini gerçekliğe bırakmıştır. Bu gerçeklik Avrupa’nın da hegemonyacı emellerini gündeme getirmesine fırsat yaratmıştır bence. Üç yıl önce, Blair’in yazarlardan, politik analistlerden, gazetecilerden oluşan danışman grubu, İngiltere’nin 1800’lü yıllardaki “emperyalist politikalarına” geri dönmesi gerektiğini dile getirdiler. “Siyaseten doğru” iki yüzlü tutumlar üzerine oluşturulmuş sahte “kültürel algı”nın kırılmasıdır bu. Prodi’yi bilemem ama Blair de Schröder de sözüm ona bir Avrupa aydınlanması geleneğini, ülkelerinin politik arenasında temsil edebilecek yeterliği olan liderlerdi. Yani bireysel olarak entelektüel donanımları var. Blair örneğin, kelimenin tam anlamıyla bir “belagat” ustası. Partisinin emekçi kitlelere dayanan çizgisini tamamen değiştirirken bu yeteneğinin bir hayli yararını görmüş de oldu.


Ama ABD hegemonyasının yan aktörleri olarak ortaya çıkmak zorundaydı bu liderler. Her ne kadar “eski” (Avrupa), “yeni” (Amerika) kıta rekabeti varsa da, artık uluslararası sermayenin ABD’den bağımsız bir şey yapması mümkün değil. Merkezin ABD olması, kendi ülkelerinin uluslararası sermayesini temsil eden Blair ile Schröder’i de ABD’nin yanına itmiştir. Yani onların, sahte dediğim ve uzun süre başarıyla sürdürdükleri o “kültürel algıları” 11 Eylül bahanesiyle kırılmıştır. Bugün “çokkültürlü” bir toplum olmakla övünen İngiltere’de, polis durdurduğu bir yabancıya hangi ulustan olduğunu sormadan önce “hangi dinden” olduğunu soruyor. Bush’un dini referans alan askeri politikasının izdüşümüdür bunlar.


Blair’in, Schröder’in, Prodi’nin, Bush Çağı’nın mimarları arasında olmaları, kimi karşıt duruşları olsa da, Medeniyetler Çatışması’nda, taraf olmalarının doğal sonucudur. Avrupa, kültürel, siyasi birikimiyle kendi dışındaki çevreye, Avrupalılığı oluşturan bilinci yaymak misyonuna sahip. Bu misyonun aktörleridir bu adlar. AB, sadece bir sermaye ortaklığı değil. Uzun süre böyle olduğunu düşünmüş biriyim ama, artık bir kültürel proje olduğuna da inanıyorum.


CUMHURİYET – Uzun yıllardır kapitalizmin adeta beşiği sayılan bir ülkede ve ona muhalif bir düşünce dünyasının sözcüsü olarak ve yazarak yaşıyorsunuz. İngiltere’deki İngilizlerle Türkiye’deki Türkler arasında köklü kültürel farklar olduğunu söyleyebilir misiniz? Son kitabınızda bu konuda arada büyük farklar kalmadığı yolunda işaretler var da…
MUSTAFA KEMAL ERDEMOL – Eğitim düzeyi, gelişmişlik gibi değerlendirmelerle ele alınarak “kıyaslama” yapılır ve İngiliz toplumunun bazı olaylara yaklaşımının elbette Türklerden farklı olduğu düşünülür. Elbette gelişmişlik açısından, bireysel inisiyatif kullanmada, özgür değerlendirme yapmada İngiliz toplumu gelişkin denebilir. Ama, “kamuoyu” yaratıcılarının etkisinde kalma söz konusu olduğunda tüm toplumlar birbirine benzer. Bu nedenle, medyasıyla, politika belirleyen kurumlarıyla yönlendirilme anlamında İngiltere’deki İngilizlerle, Türkiye’deki Türkler arasında fark ya kalmadı ya çok azaldı. İngiltere kamuoyu Irak savaşına ilk zamanlarda çok ama çok büyük destek verdi. 11 Eylül’ün, “kültürel algıları”nı kırdığı zamanlardı o dönemler. Ama,  tepkisini hemen veren bir toplum İngiltere toplumu. Asker tabutları gelmeye başlayınca, tüm dünyada İngiliz nefreti artma eğilimi gösterince, sadece kendi ülkesinde işlerin yolunda gitmesiyle yetinmeyen, ülkesi dışında da çıkarlarının zarar görebileceğinin bilincine varmış İngilizler, Blair karşıtı bir tutum benimseyebildiler. Tepkilerini sandıkta da gösterip, İşçi Partisi’ne son yerel seçimlerde muazzam bir yenilgi tattırdılar. Bunlar Türk toplumunda olan şeyler değil. Ama “kamuoyu yaratıcıları”nın etkisinde kalma konusunda benzerlikler olsa da, İngiliz toplumu, büyük çoğunlukla bu “yaratıcıların” dediklerine inanma tutumundan vazgeçtiler. Bunda, medyasının “özgür” olmasının, iletişim kanallarının açık olmasının elbette bir payı var. Türk toplumunda siyasi aidiyet çerçevesinden bakılır soruna çoğunlukla. Takipçisi olunan siyasi kadroların sorgulandığı pek görülmüştür değildir Türk toplumunda. Başlangıçta benzerlikler taşıyan iki toplum, bir süre sonra farklılığını ortaya koyuyor.


Ama yine de birbirine benzerlik her geçen gün daha artıyor. Önyargı konusunda Türk ve İngilizler birbirinden farklı değil artık. Göçmenlerin sürekli “yabancı”olarak kabul edildiği İngiltere’de, toplumun büyük bir kesimi İslam dininin “kültürel bir çatışma” için elverişli olduğu önyargısına sahip. Türkiye’de her Hıristiyan’ın misyoner olduğu inancı yaygınlaşmıyor mu? Bush Çağı, toplumlar arasındaki kültürel, siyasi düzey farklılıklarını ortadan kaldırmış, tüm halkları olumsuz anlamda birbirlerine benzetmiştir. Bush Çağı, halkların birbirlerine düşmanlık çağıdır aynı zamanda.


 


 


 



 

802580cookie-checkErdemol: Bu böyle gitmez…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.