FRANSA’DAN… Barışla barışmak

İnsanoğlu barış içinde yaşamak için çaba harçar. Savaş içinde yaşamak için değil. Dolayısıyla kimi zaman değişik ve binbir nedenle katlanılan savaş halinin en kısa sürede bitmesi amaçlanır.     Savaş mecburen kabullenilen geçici bir durumdur. Öyle algılanır. Öyle algılanmalıdır. Barış içinde yaratmak, doğurmak, büyütmek, çalışmak, yatırım yapmak, kazanmak ve kaybetmek insanoğluna özgüdür. İnsanoğlu için daha uygundur. Daha elverişlidir. Daha yerindedir. Yani sonuç olarak bize, insanoğlu insana, harp değil sulh lazım. Hele on yıllardan beri savaş halinde olan İsraillilerle Filistinlilere. Bilhassa onlara barış/sulh gerekiyor. Evet sulh gerekiyor.

İsrail Devleti’nde 10 Şubat 2009’da yapılan milletvekili seçimlerinin sonuçlarına uzaktan ve dışarıdan bakılınca bu devletle Filistin Özerk Yönetimi (FÖY) arasındaki savaş durumunun süreceği olasılığı ağır basıyor gibi görünüyor. Ama gerçek öyle mi ?

Eylül 2008’de Başbakan Ehud Olmert’in yolsuzluklar nedeniyle partisi Kadima’nın liderliğinden kaydırılması üzerine girilen « siyasi çıkmaz »dan kurtulabilmek amacıyla düzenlenen seçimler yeni bir « siyasi çıkmaza » yol açtı gibi. İsrail’in uzun zamandır alışkın olduğu bir siyasi çıkmazdır bu. 

Bu siyasi çıkmazın nedenleri pek çok, ama en başta vurgulanması gereken İsrail toplumunun paramparça manzarasıdır. Evet bugünkü siyasi yelpazenin çok renkliliği toplumun paramparça manzarasının bir yansımasıdır. Başka türlüsü olması da mümkün değildir. 

Bu toplumda  Museviler yanında Müslümanlar da yaşıyor. Musevilerin, özellikle geldikleri devletlere, coğrafyalara göre birbirlerinden farklı siyasi partilerde örgütlenmesi de bu konuda belirleyici oluyor. 

Bu çok parçalı toplumda nüfusun beşte birini SSCB ve Rusya Federasyonu’ndan gelenler ve « Yahudi » olduklarını ispat için göbekleri çatlayanlar  oluşturuyor. Bu takım seçmenlerinin büyük çoğunluğu son seçimlerde aşırı sağcı, ırkçı ve açıkça faşist ( Kibar burjuva gazeteleri birazcık sıkılarak bile olsa « ultranasyonalist » yani « aşırı milliyetçi » diye yazıyorlar, ah o kibarlığınızı ne yapmalı ?) «Evimiz İsrail » partisine oy  verdiler. Liderinin Moldavya’dan yirmi yaşındayken İsrail’e gelmiş olması ve onlara özgü istekleri savunması bu konuda etkili oldu. Ama bilhassa « cografyanın aynılığı » sonucu. 

İsrail Musevilerinin önemli bir bölümünü ise Avupa’dan gelen Museviler, diğer bir bölümünü de Afrika’dan ama özellikle Kuzey Afrika’dan gelenler oluşturuyor : Avrupa’dan gelenler öteden beri İşçi Partisi lider ve yönetici kadrolarını ve seçmen kitlesini oluşturuyorlar. Diğerleri daha çok sağcı partilerde kendilerini gösteriyorlar. 

19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın başındaki Avrupa sosyal demokrasisinden kalıntılarla siyonizmin harmanlanmasından oluşan yaklaşımlarıyla,  İşçi Partisi  İsrail Devleti’nin kurucusu sıfatını taşıyor. Ancak günümüzde ülkeyi yöneten büyük parti niteliğini tamamen yitirmek üzere. Hem silkeleniyor : İçeriden. Hem de silkeliyorlar : Dışarıdan. İşçi Partisi inişe 1960’lı yılların sonunda geçti ve bu 2000’den itibaren giderek hızlandı. Ehud Barak’ın yönetiminde beterden beter oldu : 2006’da 19 milletvekiline sahipken bugün sadece 13 koltuğu kurtarabildi. Barak’ın otoriter tavırları, 1999’da, İzak Rabbin’in mirasına sahip çıkarak Filistinlilerle barış yapması için seçilmesinden sonra savaşçı kesilmesi (Barak, İsrail’in en  çok madalyalı subayı ünvanı yanında Filistinlililere en ağır darbeleri vurmasıyla tanınıyor) ama bilhassa 2003’ten sonra artık ikinci parti olmak özelliğini bile yitirdi. Bugün ise dördüncü siyasi parti konumuna düştü. Ama Barak hâlâ kurulacak herhangi bir koalisyon hükümetinde Savunma Bakanı olarak yer almayı tasarlıyor. Olabilir. Bu bağlamda bu devlette askerlikten emekli olanların pek çoğunun siyasi hayata girdiklerini ve siyasette  önemligörevler üstlendiğini bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Kuruluşundan bu yana savaş savaş savaş içinde olan bir devlette başka türlüsü mümkün olur muydu ? Bilinmez. Ama savaşı kazansalar bile aynı isimlerin barışı yitirdiklerini artık Mısır’da (bir taş adımlık mesafede) Sağır Sutan bile duydu. Ve bizi üzen de bu. Savaşı kazanan ille barışı da kazanır diye bir kural maalesef henüz yaşama yazılamadı. Ne kadar acı.

İsrail nüfusunun bir başka beşte birini de İsrail sınırları içinde yaşayan ve bu devletin vatandaşı Araplar oluşturuyor. Onlar kendilerini temsil eden ve isteklerini dile getiren üç ayrı partiye oy verdiler. Araplar da paramparça. Siyasi açıdan ortaklık yok aralarında. Arapların bugün üç partiden 11 milletvekili bulunuyor. Irkçı partinin hedefi de bu gruptur. « Evimiz İsrail » partisi lideri Lieberman İsrail Devleti vatandaşı olabilmeleri için Arapların « bağlılık yemini » yapmaları şartını yasalaştırmak istiyor. Ona göre İsrail Devleti «  Yahudi, siyonist ve demokratik bir devlettir » böyle olmalıdır. Ona kalırsa, Araplar da bu ilkeleri benimsemeli ve bu ilkelere bağlı kalacaklarına yemin etmelidirler. Müslümana nasıl böyle bir şey dayatılabilir ? Bu adamın niyeti savaşı İsrail yurttaşları arasına da sokmaktır. Dramatik « Ya sev ! Ya terket ! » anırmasını buraya bu biçimde sokmaktaki niyeti bunun ispatıdır. Bu adamın son derece açık bir biçimde Arap düşmanı olduğu ve bu nedenle ırkçı nitelemesini hakettiğini burada bir kez daha görebiliyoruz.

Bu denli parçalanmış bir toplumda ve seçim barajının (ne iyi ki ) % 2 olması sonucu siyaset yelpazesinin epeyce dağınık ve birçok renkli olması kaçınılmaz. Bu ayrıca özünde kötü bir şey de değil. Çok sayıda siyasi parti olması ve ülkenin koalisyon hükümetleri tarafından yönetilmesi kötü bir şey değildir. Ne İsrail’de, ne de başka bir devlette. 

Evet İsrail’de öteden beri hep ortaklıklarla hükümetler kuruldu, ülke yönetildi. Bugün  sorun bu değildir. Bugünkü gerçek sorun şimdiye kadar ülkeyi neredeyse değişerek ve sırayla yöneten iki « büyük partinin », yani İşçi Partisi ile Likud’un, « lider parti » konumunu yitirmiş olmalarıdır. Başlarındaki liderlerin karizması çizilmiştir. Meşruiyetleri sorgulanmaktadır. Siyasî anlamda tarihi herhangi bir « zafere » imza atmış insanlar değiller. Hepsi barışı yitirmiş isimlerdir ve herkes tarafından, hatta  partilerinin yöneticileri ve/veya seçmenlerince bile sevilmiyorlar. Daha önemli sorun  bugün bu iki partinin birlikte, Meclis’teki toplam milletvekili sayısının yarısına bile sahip olamamalarıdır. Hesabı çok kolay : İşçi Partisi 13, Likud 27 koltuga ve ikisi toplam 40 koltuğa sahip. 120 Milletvekilinin sadece üçte birine yani. İşte mesele de burada. 

Elbette ve mutlaka bir koalisyon hükümeti kurulacak. Ama bugün asıl vurgulanması gereken siyasi yelpazenin, özellikle belirtmek istiyorum sağa değil aşırı sağa ve aşırı dinci partilere, yobaz takımına doğru kaymış olmasıdır. Sürekli olarak savaş içinde ve çatışma koşullarında yaşamak zorunda bırakılan bir toplumda da maalesef başka türlüsü mümkün olamıyor. Bugünkü siyasî manzaraya göre, ırkçı ve aşırı sağcı parti ile aşırı dincilerin/yobazların milletvekili sayısı15 artı 5 artı 7 artı 11 toplam 38’dir. Bu takım Likud ile biraraya gelip fena halde sağcı, tahamüll edilmez derecede tutucu ve iflah olmaz biçimde savaşçı bir koalisyon hükümeti kurabilir mi ? Göreceğiz. Bana kalırsa mümkün değil ama bu işler önceden hiç belli olmaz. Fakat ABD’nin ve uluslararası camianın böylesi bir aşırılığa katlanmasını beklememek lazım. Nitekim bizzat Bünyamin Netanyahu bile seçim kampanyasında oy toplayabilmek için aşırı sağcı bir dil kullansa bile seçimler sonrasında Kadima ve İşçi Partisi ile birlikte orta sağ siyaset güdecek bir hükümetten yana olduğu izlenimini verdi. İsrail’de sadece seçmenlerin oylarının istikametinde siyaset yapmak, hükümet olmak mümkün değil. Sadece İsrail’de de değil…Dünya o kadar küçüldü ve devletler birbirlerine o kadar yakından bağlılar ki başka türlüsü artık olası değil. Dış etkiler de bu işte tayin edici roller oynuyabiliyorlar. Hele  ortada kemikleşmiş bir biçimde süregelen savaş gibi sadece İsrail’i değil, komşularını ve hatta bütün bölgeyi ilgilendiren  ciddi bir mesele varsa. Bu kadar ciddi bir meseleninin çözümü bu kadar ırkçı, bu kadar aşırı sağcı bir koalisyona bırakılamaz. Ve bunu İsrail yöneticilerine « anlatacak » ağızlar da bulunuyor. 

Bu arada böylesi bir ortaklık kurulması için biraya gelmesi beklenenlerin birbirleriyle öyle pek anlaşabileceklerini de kimse  iddia edemez. Örneğin yobazların ırkçı partiye « yiyecek gibi » baktıklarını hemen vurgulamak olası : Irkçı liderin İsrail’de ender görülen derecede laik olması, İsrail’de yasak olan medeni nikahın serbest bırakılmasını istemesi, içkiye, kadına, eğlenceye , keyfe ve ete düşkün olması (Lieberman’ın İsrail’deki ilk gençlik yıllarında gece kulubü fedaisi olarak çalışmış olması burada belirleyici mutlaka, ama başka nedenleri de var) dinci takımlarını fena halde çileden çıkarıyor. Nitekim yobaz takımları « Lieberman seçilirse bütün İsrail’de şarküteriler açtıracak » ( !!!) propagandası bile yaptılar. Domuz eti yemeyen Yahudilerin böylece « kulağı çekilmiş » oldu. Ama ırkçı parti yine de üçüncü siyasi güç olarak çıktı seçimlerden. Medeni nikah kıydırabilmek için Kıbrıs’a veya FÖY’e kadar gitmekten usanan kimi vatandaşlar da belki bu partiye oy verdiler ( !)

Seçimlerde en büyük darbeyi sol takım yedi . İşçi Partisi’nin 13 milletvekiline Meretz’in 3 ve Arapların 11 milletvekilini ekleyince toplam 27 sayısına ulaşıyoruz. Hiç kimse Araplarla ortaklık kurmaya yanaşmıyor. Hele bugünkü savaş koşullarında böyle bir şeye kimse cesaret edemez. Ama Araplar birçok konuda Sol takımla birlikte hareket edecek yine. Arapların ve partilerinin tümü solcu olmasa bile. 

Şimdi sırada, siyasi yelpazede bir parça tek başına gibi duran Kadima var : 2005’te Ariel Şaron’un Likud’dan kopardığı güya « daha az sağcı » olanlarla Şimon Peres’in İşçi Partisi’nden çekip aldığı güya « merkezci solcular »dan meydana getirilen yapay siyasi oluşum her  seçimde yerini sağlamlaştırdı. Siyasi yelpazeye yapıştı. Ve son seçimlerden 28 milletvekiliyle birinci parti olarak çıkmayı da başardı. Bu başarıda liderinin kadın olması ve diğer parti liderlerinin Livni’ye karşı maço tavırlarını utanmadan ve ısrarla sürdürmeleri, İşçi Parti’sine oy veren seçmenlerin bir bölümünün Likud birinci parti olmasın Bünyamin Nedenyahu (yazımda hata yoktur) başbakanlık koltuğuna oturmasın diye Kadima’ya oy vermeleri ve nihayet Likud liderinin medyatik alanı Livni’ye bırakması ve « O nasıl olsa bir hata yapar ve ben de bundan yararlanırım » havasına girmesi, yani ben oynamayayım o oynasın ve nasıl olsa hata yapar tavrını takınması, belirleyici oldu. Livni hata yapmadı ve birinci olarak ipi göğüsledi. Ama Ekim 2008’de partisinin yeni lideri olarak kurmaya çalıştığı ve başaramadığı koalisyon hükümetini bugün ona kurdurturlar mı ? 

Bu durumda hangi ihtimaller  var? Birkaç sav ileri sürülebilir : 

Kadima liderliğinde Likud ve İşçi Partisi ortaklığı kurulur. O zaman da iki seçenek mümkün : Ya Livni Başbakan olur. Böylece Cumhurbaşkanı’ndan sonra Başbakan da Kadima’lı olacak. Diğer partiler bunu kabul ederler mi ? Belli değil. Ya da Netanyahu’nun bastırması sonucu başbakanlık dönüşümlü biçimde birinden öbürüne geçer. Böylesi bir ortaklığın en önemli özelliği İsrail siyasetine belki istikrar kazandırması ve uluslararası camiaya FÖY’le kalıcı barış imzalaması garantisi vermesi olabilir. Unutmamak lazım : Obama yönetimindeki ABD Filistin Devleti’nin bir an önce kurulmasına öncelik veriyor. Ve Gazze saldırısı sonrasında siyasi açıdan epey kazançlı çıkan Hamas’ın FÖY’de yakında yapılması gereken Başkanlık seçimini kazanmasından önce böyle bir işin El Fetih’e ve aşınmış, kredisini yitirmiş, siyasi açıdan tükenmiş, yaşlı ve yorgun  yöneticilerine birkaç puan kazandırmasını arzuluyor. Bu hesapların  tutup tutmayacağı epey tartışmalı. Ama böyle bir plan olduğu da biliniyor.. 

Başka bir ortaklık olasılığı Likud, « Evimiz İsrail » ve İşçi Partisi arasında kurulacak olanıdır. Bünyamin Netanyahu’nun Lieberman’la seçim gecesi telefonlaştığı biliniyor. Lieberman’ın, Netanyahu 1996-1999 döneminde Başbakan iken onun özel kalem müdürü olduğunu da anımsatmalı. İkisinin anlaşması açısından kimi « köprüler » bulunuyor. Bu iki siyasi parti arasında seçim öncesinde yapılmış sözlü bir anlaşmadan da bahsediliyor. Nihayet Barak’ın da Savunma Bakanlığı kendisinde kalması şartıyla böyle bir koalisyona evet diyeceği tahmin ediliyor. İşçi Partisi öteden beri yönettiği Savunma, Eğitim ve benzeri birkaç bakanlığı elinde tutarak böylesi bir ortaklıkta yerini alabilir.

İsrail siyasetcilerinin en büyük özelliği hepsinin birbirini çok iyi tanımasıdır. Hepsinin yıllarca değişik ve çok parçalı ortaklık hükümetlerinde birarada çalışmış olmalarıdır. Bu durum, onların başka bir cografyada akla bile getirilemeyecek, hani şeytana bile külahını ters giydirecek cinsten ortaklıklar içinde, birbirlerine çalım atarak bile olsa, birlikte çalışmalarına olanak veriyor.

Hangi tür hükümet kurulursa kurulsun, bu hükümetin  artık Filistinlilerle barış yapmak zorunluluğunu duymasını da arzuluyoruz.Bu arzu sadece bizim olsa kimsenin umurunda olmaz. Ama bu arzu Obama  takımının, ABD’nin ve uluslararası camianın da arzusudur. Ve bu arzu kurulacak yeni hükümete ısrarla anımsatılacak.  Obama’nın seçimleri yakından izlediğini ve gerekli çözümleri yakında kurulacak hükümete önereceği biliniyor. Hillary Clinton’un Mart ayında yapacağı bölgeyi resmî ziyareti bu açıdan önem kazanıyor. Umarım FÖY ile kalıcı barış ve Filistin Devleti’in bir an önce kurulması için çözüm önerisi İsrail Devleti tarafından da benimsenir ve İsrail en yakın komşularıyla barış içinde birlikte yaşamanın yolunu bulur. Barış daha çok yakışacaktır bu coğrafyaya. Hele Gazze’ye akıl almaz saldırının gerçek bir insanlık trajedisi olduğu artık herkesce anlaşıldıktan ve kabul edildikten sonra. Bugün hangi siyasi görüşten olursa olsunlar İsrailli seçmenler de artık barışı bekliyorlar. Filistinlilerle, Suriyelilerle ve bütün komşularıyla birlikte ve birarada huzur içinde yaşamak için çare bekliyorlar. Hele oy vermeyi rededen seçmen kitlesinin üçte birinden biraz daha fazlası.Haydi barışa. Haydi.

1633610cookie-checkFRANSA’DAN… Barışla barışmak

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.