Fransa’dan, Paris’ten bakarak kırkıncı yılında Mayıs 1968’i nasıl değerlendirebiliriz? Bu, elbette geçmişi bu kadar zaman sonrasından bakarak yeniden tartmak, yeniden değerlendirmek, yeniden tartışmak biçiminde anlaşılabilir.Bugün, elbette, ve mutlaka o günlere göre, Mayıs 1968’deki ve hemen öncesindeki olaylara ve onlara ilişkin konularda daha çok bilgimiz var:Zaman içinde yayınlanan onca anı, inceleme ve belgeler dolusu kitaplardan sonra.Onca belgesel ve kurgusal filmi izledikten, olayların “kahramanlarının” bıktırırcasına defalarca ve kimi kez aynı şeyleri, umursamadan ve usanmadan tekrarladıkları onlarca, yoksa yüzlerce mi demeli, televizyon, radyo veya açık oturumlardaki tartışmalarını dinledikten/izledikten sonra.
Evet bugün Mayıs 1968 hakkında daha çok bilgimiz var.Daha çok şey biliyoruz.İyi de bunlar yeni ve farklı veya orijinal bir inceleme için yeterli olabilirler mi?Bilinmez.Ama denemeye de değer.Olayları bizzat yaşamış dost, arkadaş, yoldaş ve tanıdıkların anlattıklarını da diğer kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere eklersek belki kimi şeyleri biraz daha iyi görmek, biraz daha derinlemesine öğrenmek ve aydınlatmak mümkün olabilir.
Herhalde öncelikle bu eylemler demetinin sadece öğrenci hareketine ve Quartier Latin’de birkaç veya birçok otomobilin yakılmasına indirgenmemesi gerektiğini vurgulamak lazım.Mayıs 1968 eylemler demeti Paris öğrencilerinden daha geniş kesimlerin eseriydi.Mayıs 1968 olaylarının yaratıcıları arasında özellikle, elbette öğrencileri de içine alan bir anlamda, en başta gençleri saymalıyız.Gençler kapsamı içine işçi gençleri de almalıyız. İşçiler ve emekçileri de hemen başta anmak gerekiyor.
Fransa’daki tanımına uygun olarak bütün büro emekçilerini de içine alaçak bir biçimde söyleyebilmek amacıyla işçiler deyiminden daha geniş kapsamlı olan ücretliler deyimini kullanmak şart.Hele bürolarda çalışan ve patronlarının veya bir üst düzeydeki erkeklerin güncel ve neredeyse sürekli cinsel rahatsız etmeleriyle yüzyüze kalan genç kadınları asla unutmamak lazım.Bu kadınların özgürleşmek için ve işyerindeki tek yönlü disipline karşı ayaklanmaları başlıbaşına bir serüvendir.Bu kadınların özgürleşmesi aynı zamanda evdeki ana ve/veya baba baskısına karşı da yapılıyordu:Birçok çok genç kadının çalışmasının karşılığı elde ettiği ücreti son kuruşuna kadar evdeki ana ve/veya babasına bırakmak/teslim etmek zorunda kaldığını anımsatmak isterim.
Ücretlilerin yanında o günlerde sayıları pek az bile olsa (bugünkü iki milyon kadar kayıtlı işsizle karşılaştırınca devede kulak örneği) işsizleri de saymak gerekiyor.
Yine gençler arasında bitirimleri de unutmamalıyız:En ufak bir gözaltında kent ve kasabalarda polislerden ve kırsal alanlarda jandarmalardan dayak yemekten usanmış bitirimler, Mayıs 68’de “Kambersiz düğün olmaz” anlayışıyla eylemlere öyle bir daldılar ki, bu işe öğrenciler ve hele iyi aile çocukları ve kızları şaşırıp kaldılar, gözlerine inanamadılar:
“Bu belalılar demek ki mücadele etmesini de biliyorlar” dedirtiler bitirimler.
İşte işin püf noktasına geliyoruz:Mayıs 68, en başta evde ana-babaların, okullarda öğretmenlerin, müdürlerin, müdür yardımcılarının körükörüne uyguladıkları aptal disipline, evet aptal ama sıkı ve göz açtırmayan cinsinden disipline, sokaklarda devlet temsilcilerinin sertliğine ve hatta acımasızlığına, kısacası amacını aşan bir yönde ve çok sert biçimde uygulanan ailesel, kurumsal ve devletsel otoriteye ve kötü kullanılan iktidara karşı isyandır.
Bu olguyu kimi toplumbilimci, kimi düşünür daha 1960’ların başında farkettiler ve yazdılar:Paris’te Republique (Cumhuriyet) Meydanı’nda Johnny Halliday’in bir konseri sırasında ve sonrasında polisin akıl almaz ve konseri izleyen gençlerin yaptıklarına oranla ölçüsüz, ama son derece ölçüsüz, saldırısı üzerine gençlerin, Paris’in yoksul mahallelerinin çocuklarının (genellikle Paris’in doğu ve kuzeydoğusundaki mahallelerinin çocukları:Yani o gün o konserin yapıldığı Meydan’ı çevreleyen mahallenin çocukları) tepkisi elbette gözlerden kaçmadı: Gençlerin o gün polis sopalarına ve coplarına karşı kaldırım taşlarını söküp atmaları, ağaçların köklerini korumak için çember biçiminde dizili demirleri söküp sallamaları otoriteye, ama dikkatinizi rica ederim bilhassa kötü amaçla kullanılan otoriteye, amacını aşan bir biçimde uygulanan otoriteye karşı ciddi bir tepkiydi elbette. Mayıs 1968 başkaldırısının ilk ipuçları mutlaka bu olaylarda aranabilir.
1961’de, Nation (Ulus) Meydanı’ndaki bir konserde benzer olaylar yaşandı. Meydan’da konser izleyen 150.000 müziksever gençlerden sahnenin hemen önündeki onlarcasına polis, “taşkınlık yapanlar var” diyerek, akıl almaz sertlikle saldırdı: O günlerden kalan görüntüler polis saldırısının ne kadar yersiz, ne kadar sert ve ne kadar ölçüsüz olduğunu apaçık ispatlıyorlar. Sivil ve üniformalı polisler bu sefer de “Bir ders verelim” havasıyla saldırdılar. Çocuklar da yine kaldırım taşlarını ve demir çemberleri sökerek polislerle çatıştılar. Ve o tarihte Nation’da gençler birkaç otomobili ters çevirip ateşe verdiler…Herhalde uzun zamandan beri ilk kez bir konserde otomobiller yakılıyordu.
Bu mahallenin de Paris’in doğusunda bulunduğunu ve yine orta düzey gelirlilerin, işçilerin, emekçilerin ve küçük memurların oturduğu ve genel olarak sol partilerin oyların çoğunluğunu aldığı bir mahalle olduğunu belirtmek lazım.Ve dayak yiyenler yine bu tür mütevazi ailelerin çocuklarıydılar.Elbette bu tür konserlere Paris’in şık ve zengin batı mahallelerinden de gençler, kadınlar ve erkekler katılıyorlar(dı) ama çoğunluk doğu mahallesinin çocuklarından oluşuyordu. Paris’in zenginlik ve yoksulluk ile varlık ve yokluk açılarından coğrafi ayrımı başkentin kuruluş yıllarına kadar iniyor. Yani bunun 1960’lı yıllardan öncesine kadar giden bir tarihi vardır. Anımsatmak için yazıyorum: 1871 Paris Komünü de bu mahallelerde, Paris’in bu mütevazi taraflarında en geniş desteği, en iyi militanlarını ve en inanmış savaşçılarını buldu…
İşte aradan neredeyse bir yüzyıl kadar zaman geçtikten sonra bir kez daha Paris’in doğu mahallelerinde başkaldırının ilk işaretleri veriliyordu ve ateş bacayı sarmak üzereydi…
Ama o günlerde Paris Emniyet Müdürü ve yıllardan beri kendisini Paris’teki bir numaralı “Golist” (Mayıs 1958’dan beri şaibeli bir biçimde Fransa Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle taraftarı) ilan etmiş ve her eyleminde ille de Gaulle’e birkaç puan kazandırmak isteyen ve İkinci Savaş yıllarında Vichy Hükümeti emrinde karışık ve karanlık işlere karışmış, Fransa’yı işgal eden nazilerle işbirliği yapmış Maurice Papon’un bulunması da işlerin sarpa sarmasında belirleyici oldu.Papon bizzat kendisi en iyi yöntemin sertlik olduğuna inanan bir emniyet mensubu.Bunu adı geçeni tanıyan herkes anılarında aktarıyor.Namuslu tarihciler kitaplarında vurguluyorlar.
Nitekim aynı Emniyet Müdürü Paris’te düzenlenen Cezayir’deki ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemek, Fransa ordusunun işkence ve katliamlarına son vermesini istemek amacıyla Cezayir’in bağımsızlığı yanlısı göstericilere polisini saldırtarak kimi rakamlara göre ikiyüz kadar belki daha fazla Cezayirli’nin, Fransız polisi o günlerde ve bugün “Araplar” demeyi tercih ediyor, Seine Nehri’nde boğulmasına neden olmuştu…
1 Kasım 1954’te başlatılan ve 1960’ın başında ciddi bir dönüm noktasına gelmiş bulunan Cezayir Savaşı ve bunun artık Fransa toplumu ve bilhassa gençleri açısından tahammül edilebilirlik sınırını çoktan aşmış olmasını anlamadan Mayıs 68’i anlamak mümkün değildir. O yıllarda Fransa’da askerlik en belalı işlerden biriydi:Vietnam’da yenilen Fransa “Cezayir’i yitirmemek için” elinden geleni yapıyor ve Cephe’ye gitmek her genç için ölümle aşık atmakla eş anlamlıydı:Oysa gençler savaşlardan usanmıştı ve ARTIK EĞLENMEK, KIZLARLA ÇIKMAK, AŞK YAPMAK İSTİYORLARDI.BABA OLMAK, AİLE KURMAK İSTİYORLARDI.SAVAŞMAK DEĞİL.
Bu bağlamda o günlerin en büyük “idol”ları olarak Johnny Halliday ile Sylvie Vartan ÇİFTİNİN gençleri birinci derece etkiliyor olması son derece önemlidir:Dikkatinizi rica ediyorum:Bir kadın veya bir erkek değil, bir kadın ve bir erkekten oluşan GENÇ BİR ÇİFTTİR gençleri heyecanlandıran, gençleri harekete geçiren. Gençlerin kendilerine model olarak seçtikleri çok genç ve pek şirin bu çiftti. O yıllarda benzer başka şarkıcı ve komik ÇİFTLER de vardı. Ama en tanınanlar Johnny ve Sylvie olduğu için onların isimlerini aktarıyorum.
Hele kadınlar: Sevgililerini, eşlerini, babalarını, ağabeylerini, kardeşlerini, teyze ve amca çocuklarını İkinci Savaş’ta, Vietnam’da ve Fransa sömürgeciliğinin yerküreye yayılmış “topraklarındaki” değişik nitelikli ama tümü silahlı çatışmalarında yitiren kadınlar artık ANA OLMAK İSTİYORLARDI.ARTIK YAŞAMAK, SEVMEK, SEVİLMEK VE SEVİŞMEK İSTİYORLARDI.
Savaş değil aşk yapmak istiyordu gençler:Kadınlar ve erkekler.Gençler ve daha az gençler.