İçgüdü

… Atlas okyanusu, Cebelitarık boğazı, Akdeniz, Ege, Menderes nehri yoluyla Bafa gölüne geldiklerini, orda yaşamlarını sürdürdükten 7-8 yıl sonra üreme zamanları geldiğinde, hepsinin aynı yolu takibederek tekrar Meksika körfezine döndüklerini, dünyadaki tüm yılan balıklarının sadece orada eşlerini bulup, ürediklerini, sonra ebeveynlerin Meksika körfezinin derinliklerine indiklerini ve ölene kadar orda yaşamlarını sürdürüp, bir daha asla ortaya çıkmadıklarını, doğan yavruların ise Bafa gölüne gitmek üzere yola çıktıklarını biliyor muydunuz?


Bu zahmete değen sebep, belki de en geniş skalada kıyaslayıp,  en sağlıklı seçimi yaparak, eşini doğru seçebilme içgüdüsüdür… Ki belki bu eşleşmeyle yavruya geçen kendine güvenli içgüdü, anne baba olmaksızın hayatta kendi yollarını bulabilecekleri bir sağlam yere basma, bir hayata doğru tutunma  melekesi aşılamaktadır sonraki nesillere, onca yolun ceremelerini göze alabildikleri ve ebeveynlere gönül rahatlığı verebilen…


İçgüdünün, dünyanın dengesini sağlayan ilahi ahenkte yüklendiği görevin çapını gözardı etmemek lazım, insanoğlu olarak statümüzün ve evrim kadememizin nerelerde olduğunu üç aşağı beş yukarı kestirebilmek için…  Acaba insanların, hayatı paylaşmak üzere, ruh eşlerini bulabilme arayışlarına, salt içgüdüsel bir mekanizma hakim olsaydı, daha uyumlu ve kalıcı evlilikler, dolayısıyla  aşka dayanan, içinde sevgi barındıran üremeler ve ruh sağlığı yerinde aileler çoğunlukta olmaz mıydı? Ve huzurlu aile yaşantılarında yetişmiş çocukların yeni nesiller üretecekleri toplumlar, hayata karşı daha hazırlıklı, daha dirençli, daha mutedil ve dolayısıyla hırs güdüsünden arınarak daha barışçıl olmazlar mıydı?


Zamanımızda evliliklerin çok azı aşka dayalı olarak gerçekleşmekte… Kimisi, mantık evliliği adı altında, sevginin pişmeden yenmeye çalışıldığı paylaşımlara yönlenmek zorunda kalabiliyor. Kimisi çiğnemeden yutuyor paylaşacağı hayatı, kimisi öngöremiyor dünyaların farklılığını, kimisi evlenmiş olmak için evleniyor, adet yerini bulsun diye… Ekonomik şartların zorunlulukları ve dengi dengine evlilik yapma güdümleri yanısıra, maddeye dayalı evlilikler de azımsanmayacak kadar çok… Ve ucundan kıyısından madde işe karıştımı, işte orda duygular nasırlaşıyor zaman içinde ve karşılıklı kesilen roller, ucundan, kıyısından patlak verip, hüsran dolu ayrılıklara,  parçalanmış ailelere ve ruh sağlığı çarpılmış nesillere yol açabiliyor. Toplumun çoğunun bu yüzden hırçın olmasının , dünyadaki haksız savaşların artmasındaki payı nedir acaba?


Aşkın dokusu da içgüdüseldir aslında…  O ilk elektiriklenmenin hissedilmesinin, karşılıklı çekim alanları oluşmasının kaynağı o ılık içgüdüdür. Orda keşfedilen ve ortaya çıkarılan cevheri, iki koldan paylaşımla işleyerek ve aşk meyveleri üreterek oluşabilecek bir  insan nesli egemen olabilseydi bu gezegende, belki savaşmazdı insanlık… Herkes adam sarrafı olsaydı, altın kalpler değer kazanırdı, taş kalpler yerine…


İnsanoğlunda nedense çoğu körelmiş olan içgüdü yeteneği, uzun soluklu erdemlerin filizlenmesine engeldir belki de… Mutlak sadakatın genlere işlenmemiş olmasına, ahlak müessesesinin esneyip, çatlamaya teşne olmasına, bu planette sağlıklı karmik ruhların  yeşermemesine kadar uzayıp gider bu hissi kablel vuku vakasının uçuk yorum derinliği… Bush’un anne babasında içgüdüsel duyarlılık uyumu, Tibetli rahiplerin durugörüleri kadar olabilseydi, dünyayı böylesine ucuz bir kan seline bular mıydı kutuplaşmalar? Kompleks, haset, kıskançlık, kin, ihtiras gibi insanlığı kemirici savaşkan güdüler törpülenemez miydi içgüdüsel sevginin zımparalarıyla?


Yol göstericileri olmadığı halde, 5000 mil yolu aşıp, gelişecekleri iklimlere ulaşabilen, sonra da dönebilen yılan balıklarının katettikleri zorlu yolun çok azını kafamızda geçebilseydik insanlar olarak, yaşam savaşından galip çıkabilmenin doyurulmuş güdüsüyle ve donanımıyla, ihtiras savaşına gerek duymadan, güle oynaya yaşayamaz mıydık acaba ılıman iklimlerde? Oysa insanla yılan balığının ilişkisi, çok yağlı olduğu için sadece ızgarasının lezzetle yenilebilmesidir…


Evrim, insanın sadece kendi başına gelmiş olaylardan, kendi yaşadıklarından dersler çıkarıp, olgunlaşması değildir… Evrim, hayat zorluklarının kendinden yonttuklarını iyi özümleyip, başkalarının yaşadıklarını da iyi gözlemleyip, kendine pay çıkaranların daha sağlıklı ve hızlı yol aldığı, sezgi kaabiliyetinin keskinleştiği basamaklardır… İşte içgüdü de bu zeminde serpilir, vizyonu, öngörüyü, kıyas dağarcığını, insancıllığın fay hattını tetikler ve dolayısıyla evrim zemini oturur zaman içinde yerli yerine…


Yılan balıklarının içgüdüsel yön bulma metodlarını yakalamalıyız belki insanoğlu olarak, yönümüzü yitirdiğimiz için evrim yolumuzda takoz olan bunca sürüngen yılana rağmen…


 

694600cookie-checkİçgüdü

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.