FARUK ESKİOĞLU – Dostlar bu köşede genellikle Birleşik Krallık’taki bizim topluma ilişkin konuları ele alıyorum. Bir tarih sonrasında sosyologlar göz attıklarında bugünlerde nelerle uğraştığımızı görebilsinler diye de tarihe not düşmeye çalışıyorum.
Bu hafta pek de işlenmeyen “geriye göç” konusunda sohbet etmek istiyorum. Emperyalizm, sınıf mücadelesi, siyasi baskılar gibi kavramlar olduğu süreçte göçler ve beraberinde getirdiği sorunlar gündemimizde hep olacak. Göç edenler ilk günlerinde koşullar iyileştiğinde geldiği topraklara dönmek isterler. Öyle ki gelinen ülkede dal budak salsalar da kökleri hep gelinen ülkede yaşarlar.
Hani bir gazeteci olarak gözlemlerimi aktarırsam evdeki hesap çarşıya uymaz, yeni ülkede çocuklar derken torunlar olur. Üstelik öksürüp tıksırmaya başlayıp hastane randevuları da sıklaşınca geri dönüş bir hayal olur. Hani “bir ayağım memlekette yaşayacağım” dense de memlekette eşiniz dostunuz azalmıştır artık. Eğer Birleşik Krallık gibi burjuva demokrasisi bir ülkedeyseniz de hukukun üstünlüğü, hak ve özgürlüklerin olmadığı bir ülkeye dönüş yapmaktan çekinirsiniz. Geriye de “bari ölünce memlekete gömüleyim” vasiyetiniz kalır. “En azından yılda bir de olsa çocuklar, torunlar mezar ziyareti dolayısıyla köklerini de görmüş olurlar” diye düşünürsünüz.
Göçmenlerin hayatı güfte ve bestesi Zeki Müren’e ait olan “Gitmek mi zor, kalmak mı zor” şarkısındaki o soruya sıkışır kalır.
Londra’da Bizim’Kiler başlıklı kitaplarımda “Geriye Göç”ü de ele almıştım. Bir zamanlar Londra’da yaşam kurup geriye dönen tanıdıklarıma üç soru sormuştum. 1. Geldiğiniz ülkeye dönmekten memnun musunuz?, 2. Dönüş sonrasındaki uyumda en çok zorlandığınız konu neydi?, 3. İngiltere’de en çok neleri özlüyorsunuz? Hani ben de 1998’de “kesin” diyerek memlekete dönmüş fakat işsiz kalınca 2002’de geri gelmiş birisi olarak verilen yanıtlara katıldığımı yazabilirim. Yanıtların ortak paydası: 1. Sayılmaz, 2. Sistem, düzensizlik, bürokrasi, samiyetsizlik, trafik, eğitim ve sağlık sistemi… 3. Parklar, arkadaşlar ve düzen…
Bizim toplumda, bir de gelip umduğunu bulamayıp dönenler vardır. İlk geldiğim 1985’de yüksek lisansı bitirmiş çiçeği burnunda bir gazeteci olmama karşın 2 yıl kasapta ırkçıların arasında çalışmıştım. Aslında “çalışma” kelimesi yerine “direnmiştim” yazsam yeridir. O yıllarda bazı arkadaşlar hayalkırıklığına uğrayıp geri dönmüşlerdi.
Günümüzde ise Ankara Anlaşmalıların geri dönüşüne tanık oluyoruz. Yaşamımızı allak bullak eden salgından en kötü etkilenenler arasındaki Ankara Anlaşmalılar’dan epey geri dönen oldu. Şirket kredi desteği dışında sosyal yardımlardan yararlanamayan Ankara Anlaşmalılar işlerini sürdürmekte oldukça zorluk çektiler. Başvurularındaki yer alan sektörlerinin dışında çalışarak ekmek parasını çıkaranlar da salgında ilk desteksiz işini kaybedenlerden oldular.
Göç kolay bir serüven değil. Geldikleri ülkede gemileri yakanlar ya da gemilerini kızağa çekenlerin dönüşleri de hem maddi hem de manevi açıdan külfetli olduğunu söyleyebiliriz. Ne olursa olsun göç serüveni kırık dökük değil mutlu bitmeliydi…
Göç etmekle sorunlar bitmiyor dostlar. Göçmen olarak yaşamı sürdürmek ayrı bir dert, günü geldiğinde çekip gidebilmek bambaşka bir dert. Sosyologlar bir gün geri dönüşleri de ele alacak ve bizim serüvenimizin bu yanını da işleyecekler mutlaka. Zeki Müren’in “Gitmek mi zor, kalmak mı zor” sorusunun yanıtını da bulacaklar belki.
___________________
* Londra’daki sevgili dostum ve meslektaşım Ender Erturan’ı 1996’nın 26 Ağustos’unda yitirmiştik. Londra Hürriyet’in haber sorumlusu olarak kendi uçağı ile gittiği Manchester’dan dönerken uçağı düşmüştü. Ender henüz 27’sindeydi… Sevgili Ender’i ölümünün 25 yılında hasretle ve sevgiyle anıyorum.