Sevgili Çiğdem,
Nadire, senin yazmış olduğun mektubu bizlere ulaştrdı “whats app” üzerinden.
Çok sevinmek ne demek? Havalara uçtuk!.. Hele hele “dolabın üzerine astım” cümlesi var ya, o da ayrı bir güzelik olmuş yaa!… O dolabın yüz olçümünü gönder de tamamen kapatalım yahu!…
***
Mektubun üzerinde aynen şu yazılıydı,
–“Zeynep/ ilker/ Londra /Nadire vasıtasıyla”
Bu cümle, bizleri aldı taa!… Bilmem yarım asır öncelerine falan götürdü desem abartmamış olurum. Anlatacaklarımı bi dinle bak, belki sen de bize hak vereceksin.
– 50’ler, 60’lar Türkiye’sinde (sen o zamanlar yoksun ama bilirsin ) Anadolu’dan Istanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e , ya da Yurdışı’na çalışmaya giden gurbetçiler mektuplarını (köylerinde posta hizmeti olmadığı için) gönderirken kasaba veya şehirlerdeki tanıdık dükkan ve adresler aracıyla iletişim kurarlardı.
– Mektupda zaman ve mekan mefumu olmadığı için de ne zaman ellerine geçtiğinin hiç de önemli değil ama “illaki” elerine geçmiş olması onlar için muteberdi anlayacağın.
Mektup ilk önce bu contak yerlerine gider, sonrasında da o dükkan sahibi “vasıtasıyla” iletişim sağlanırdı. Bu arda kaç gün geçerdi orasını allah bilir…
Ama burada ilginç olan ne dersen? Mektubun üzerine de,
– “ Falanca Hanım eliyle, ya da Filanca Bey eliyle”
diye yazılırdı.
- Köyden, şehre ya da kasabaya inen halkımızsa köy arabası (kamyon ya da münibüs) kalkmadan evvel bu contak yerlerinden birini mutlaka ziyaret ederler ve
- “ Hele bii bakasıın yaa!?.. Sana zaa’met .. Bize bir mektup var mıdı?
- Senin bu mektupda aynen bizleri aldı taa ötelere götürdü veselam!…
- “Nadire vasıtasıyla” tabii ki.
Bu arada,aç parantez ya da parantez içinde, yukarıda,
– “Minibüs”diyince aklıma hemen ne çağrışım yaptı, İngilizce’de ki “Mini bus” dan mı tırtıklandı acep? Her neyse, konumuz bu değil.
***
– Mektup zarfları üstündeki yazılarından bahsederken sana bir anımızı anlatmazsam ölürüm, çat diye çatlarım valla!…
– Bu “Zeynep” adlı “ 4 Kuşak kadını” anlatan kitabımda da bahsi geçmektedir (bu kitap konusuna yeniden dönme sözü veriyorum çünkü bu kitaplada ilgili sana anlatacaklarım var.)
– Evet! Kitaptan da kısaca bilgi verme sözüyle beraber şimdilik asıl mevzuyu anlatayım, biliyorum lafı uzattım . Sıkıldıysan açıkca sözyle hemen başka konuya geçeyim?
– Bizler 80 sonrası Londra’ ya gidince bazı arkadaşların adres ve mekanları da değişince iletişimde epey bir süre kopukluk oldu.
Gel zaman git zaman günlerden bir gün, aklıma bir fikir geldi.
Buna “Hoca’nın göle maya çalması” gibi bir şey olarak da görebilirsin?! Haklısın!.. Ama bii dur! Hele bii dinle bakiim kuzum…
***
Haa!.. Göle maya çalıyorduk!..
– Şimdi arkadşım aldı sazı ve bakalım neleri dile getirdi;
– “Bi gün postadan bir mektup aldık. Zarfın üzerinde aynen şu yazılıydı”.
– “Kasaba ve mahallemizin ismini yazmış” Ve devamında da,
“Postacı, bu mektubu deniz kıyısındaki caddede oturan emekli subay falancanın (babamın ismini yazmış) evine verir misin?”
“Ve bu mektup geldi bizi buldu, iyi mi?”
“İnanılmaz ama gerçek”
Göl maya tutmuştu…
Çiğdem,
mutlaka anlatmışımdır ya da duymuşundur 2015’ den beri amansız ve çaresiz bir hastalıkla cebeleşmekteyim. Beynimden kaynaklanan bir illet. Doktorlar bana iki sene ömür biçmişlerdi ama sekiz seneyi geride bıraktım.
Doktorlara, “ Sizler beni tanımıyorsunuz yirmi sene sonra bile beni karşınızda göreceksiniz!..” deyişimi hiç unutamıyorum.
Sonuçda, tekerlekli sandalyede yaşamımı devam etirmekteyim… Tekerlekli sandalyeye mahkum olmadım o sandalye bana mahkum oldu… Eskiye oranla az da olsa gezilerimi aktivitelerimi hala devam ettirmekteyim.
Ellerim ve kaslarım zayıfladığı için kitapları tutarak okuyamıyorum ama “internetten seslendirilmiş kitaplar” indirerek ve de dinleyerek kitap okuma sorunu da böylece aşmış oldum.
Derler ya “Dokuz köyden kovsalarda, yaşasın onuncu köy !” hesabı yaşama tutunma çabası inan çok güzel bir şey olsa gerek.
***
Kitaptan bahsetmeden önce birazcık başlangıç günlerinden söz edeyim umarım sıkılmazsın.
Covid günlerinde, doktorların tavsiyesi üzerine “kesinlikle dışarı çıkmam ve kimseyle görüşmemem” gerektiğini bir yazıyla bize ilettiler.
Senin anlayacağın , bu tamı tamamına bir yıl altı ayı kapsayan bir süreydi…
Bizler de “boynumuz kıldan ince ya da başa gelen çekiliir” güzellemesine sadık kalmayarak alternatif bir çalışmaya girelim dedik … Neler yapabilirizden ? Ne yapmalıya geçtik.
Ve de İlker’in önerisiyle benim hayatımı kaleme almaya karar verdik.
Ilker, yılardan beri hep böyle bir çalışma yapacağını söyler dururdu ve bu yapıt için de epey meteryaller de toplamıştı.
Sonuçta, soru cevap söyleşisine geçtik. Benim için çok yorucu bir çalışma oldu ama mutlu sona ulaştık diyebilirim.
Kitap bu senenin Şubat ayında basıldı. “Zeynep 4 kuşak” ya da
“Four generation of women in struggle”
Bu kitap ilker tarafından kaleme alındı.
-Kitap, 1900 lerde yaşayan anneanemle başlayıp sonrasında annem, ben ve kızım denize kadar uzanan bir asırlık yaşamı içermektedir.
– Cambridge Universitesi ve Londra’da bir iki Toplum Merkezleri’nde tanıtım ve imza günlerimiz yaptık.
-Her söyleşiye kalbalık bir kitle katıldı. Kurumlar kendi imkanları dahilinde davetlilere yiyecek, içecekler sundular. Müzikler ve slaylar eşliğinde sanırım güzel hoş sohbetli söyleşiler yapmış olduk.
***
Çiğdem,
Sağlık ve moralinizin yerinde olması mutluk kaynağımızdır bilesiniz.
Söylemeye hiç hacet yok, ayakta kalmanın biricik yolu bu.
Eyvallah, her yaşamın kendine has sıkıntı ve dertleri var. Kimisi az kimisi çok hem de çook!
Ama yine de, hey hey! Demek lazım.
Sizleri canı gönülden kucaklarız. Kendinize, kendize bakar gibi bakın ve sahip çıkın.
Sizleri öpüyoruz.
Zeynep/ilker
Temmuz 22 /Londra