Şiddetin çığlığı

Son dönemlerde gazetelerde şu tür haberlerden geçilmiyor: “yakın arkadaşını bıçakladı” “bir erkekle gördüğü kızını yakarak öldürmek istedi.” İşte Mardin’in Biga Köyünde 44 kişinin öldürülmesi, sudan nedenlerle annelerini öldüren çocuklar, toplu taşıma araçlarında incir çekirdeğini doldurmayan nedenlerle birbirinin gözünü oyan yolcular. Hapishanelerde tutukluları “adam etmek” için öldüresiye döven bazı görevliler…

Bir ters bakış, dipten gelen bir öfkeyle cinayete neden olabiliyor…Toplum bir şiddet sarmalına girmiş durumda. Bu durum, toplumsal çürüme ve kaosu işaret ediyor.

Son günlerde bu konuda çok yazıldı çizildi, denebilir, ama hepimizin yaşamını derinden etkileyen diğer benzer meselelerde olduğu gibi, şiddet meselesini de çözüm bulana kadar tekrar tekrar tartışmak ve gündeme getirmek gerekir, diye düşünüyorum.

Tabii, şiddeti uygulayanların ve/veya maruz kalanların bunu hak ettiği veya kaderlerinin böyle olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılmaya çalışabilirsiniz. Ya da ne bileyim, şiddet mağdurlarına yardım projelerinde destek verip vicdanınızı rahatlatabilirsiniz. Ama unutmayın, şiddet orada, kapının dışında bizi bekliyor.

Bazıları, son dönem moda olan ve her olumsuzluğu ve kötülüğü insanın doğasına ve genetik yapısına yükleyen anlayışa uygun olarak şiddetin insanın genlerinden kaynaklanan bir dürtü olduğunu bundan dolayı “yapacak bir şey olmadığını” söyleyerek işin içinde çıkmaya çalışabilirler.

Bu varsayım doğru olsa bile, insanoğlu, uygarlık geliştikçe birçok karanlık yanını uygarlığın aydınlık, akılcı yüzüyle örtmeyi, kontrol altına almayı başardı. Bu durum neden şiddet için de geçerli olmasın?

Ayrıca belirtelim ki; böyle bir düşüncenin doğruluğu tartışma götürür. Bakın, Cumhuriyet Gazetesinin 31 Temmuz 2009 tarihli Bilim Teknoloji ekinin 8. sayfasında yayımlanan bir yazıda Washington Üniversitesi uzmanlarından Robert Susman’ın şu görüşü aktarılmış: “istatistikler insanlar arasında yardımlaşma ve uyum sağlama çabalarının saldırganlık ve çatışmaya oranla çok daha ağır bastığını gösteriyor.”

Aklımızla, irademizle şiddeti, en azında kontrol altına almak veya azaltmak mümkünken, neden şiddete kaderci bir bakış açısıyla boyun eğelim?

Yaşadığımız bu şiddeti açıklamak ve çözüm önerileri geliştirmek için yazılan bazı yazılarda, sanırım, ülkemizde bu konuda yeterice bilimsel çalışma yapılmamış olmasından dolayı, referans olarak, daha çok gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmaların kullanıldığını görüyoruz.

Kuşkusuz, başka ülkelerde bu konuda yapılan araştırmalardan yararlanılabilir ama, ülkemizde yaşanan bu şiddeti tam olarak anlamak ve açıklamak için insanbilim uzmanlarının, psikologların, sosyologların, ülkemiz insanı üzerinde araştırma yapması, sorunu anlamamız ve çözmemizde daha yaralı ve aydınlatıcı olacaktır. Çünkü toplumumuzun dinamikleri, yaşama kültürü, tarihi v.s. gelişmiş ülkelerinkinden çok farklı özellikler taşımaktadır.

Buna verilebilecek en iyi örneklerden biri namus kavramıdır… Yıllar önce İngiltere’de okurken, 25 yaşında bir bayan arkadaşımızın hala bakire olduğu ve evlendiği zaman eşinin “bir sorunun mu vardı ki bu yaşa kadar bakire kaldın” demesinden korktuğu için bunalıma düştüğünü öğrendiğimde şaşırmıştım. Halbuki, ne yazık ki, ülkemizin hala bazı bölgelerinde bekaretin bozulması, sebep ne olursa olsun, cinayet nedeni olabilmektedir.

Okullardaki şiddeti de unutmamak gerekir. Gazete haberlerinden öğreniyoruz ki hala verdiği problemi çözemedi diye öğrencisini tekmeleyen öğretmenler var… Tekme ile öğretim. Trajik bir durum, değil mi?

Bugün ülkemizde yaşadığımız şiddetin, birbirini etkileyen tarihsel, ekonomik, kültürel ve psikolojik birçok nedeni olduğu söylenebilir.

Şiddet içeren televizyon programlarının şiddeti meşrulaştırmadaki rolü başlı başına irdelenmesi gerek bir konu.

Evet, şiddet çok boyutlu bir sorun. Belki her şiddet biçiminin ayrı ayrı olarak psikolojik açıdan analiz edilmesi ve sosyolojik açıdan çözümlenmesi gerekir. Fakat, ülkemizde yaşanan bu şiddetin önemli genel nedenlerinden biri olarak şunu söylemek yanlış olmaz sanırım: Son yüzyılda teknoloji, üretim biçim ve ilişkilerinde meydana gelen olağanüstü ve baş döndürücü gelişmelere uygun ve bu gelişmelerin yaratığı sorunlara cevap verebilecek yeni bir kültür ve yaşama biçimini ve gerekli kurumları oluşturamadık.

Şimdi herkesin insanca yaşayabileceği bir geliri ve kişiliğini özgürce geliştirebileceği bir ortam olsa; mesela her mahallede güzel yemyeşil bir park ve yüzme havuzu olsa ve boş zamanlarında insanlar orada bir araya gelse veya spor yapsa, bu kadar şiddet olur mu? Sanmıyorum.

İletişim teknolojisinin gelişmesi sonucu artık Erzincan’ın kırsalında yaşayan yoksul bir birey de İstanbul, Etilerdeki rahat ve lüks yaşamı görmektedir. Gelirin asgari düzeyde adaletli bir şekilde dağıtımı sağlanmadığı için bu durum şiddete de içeren ciddi sıkıntılara yol açmaktadır. Bu ülke onlarca darbe veya darbe teşebbüsü, Maraş, Çorum katliamı gibi onlarca katliama gördü ama nedense, yoksul köylüleri kısmen rahatlatacak toprak reformu yapılmadı veya yapılamadı. Yani bu sorunun üstesinden gelmek için yapılacak çok şey var.

Ama yarına ertelemeden, hemen bugün yapılacak şeyler de yok değil. İlk yapılacaklardan biri çocuklara şiddeti çağrıştıracak oyuncaklar almamak ve onları şiddetten ortamından uzak tutmak… İnsanların, özellikle çocukların, okuduklarından, duyduklarından çok, gördüklerinden ve yaşadıklarından etkilendikleri yadsınamaz bir gerçektir. Konunun uzmanlarına göre, şiddet öğrenilebilen bir davranıştır. Bundan dolayı ülkemizde gelecek kuşakları korumak için, aile içi şiddeti ortadan kaldırmak veya en azından azaltmak için ilgili kamu kurumlarının, televizyon gibi, basın yayın organları ile işbirliği içinde gerekli çalışmaları yapması hayati önem taşımaktadır.

Şiddet sözcüğünü sözlüklerden çıkarmak zor. Baskının şiddetine maruz kalacağımıza, iyiliğin ve sevginin “şiddetine” maruz kalalım. Daha iyi olmaz mı?

1598950cookie-checkŞiddetin çığlığı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.