Son günlerde İngiltere’de tv’de 82’inci kanaldaki “Garden Rescue – Bahçeleri kurtarmak” programının müptelası oldum. Charlie Dimmock, Harry ve David Rich kardeşler ile Arit Anderson mezbelelik bahçeleri cennete çeviriyorlar. Tek olumsuz yanı, programı izleyenlerin bir ayağı mezarda olduğu sanısıyla ara reklamlarında cenaze lavazımcıları, vasiyet avukatları ya da kanser vakıflarına yardım konularının baskın olması…
Hani Karl Marx’ın “tatili bilmeyen birisi hayal edemez” sözü gibi bahçe tasarımı çocukluğumda olmayan bir meslekti. İnsan, doğa ve hayvanlardan oluşan canlı yaşamın önemli bir ayağı olan doğaya ilgim her geçen daha da artıyor. Belki de reklamlardaki tüketici grubuna girdiğimden… Bahçecilik deyip geçmeyin önemli bir meslek. Her şeyden önce rüzgarı, güneşin hareketini hesaplayarak bitkileri ona göre dikeceksiniz. Her bitkiyi ve ağacı iyi tanımalısınız. Onların biyolojik yapısını çoğalmalarını ve sevdiği toprakları iyi bilmelisiniz. Çiçeklerin her birinin kendi biyolojik saatleri var. Biri sönerken diğeri açıyor. Siz de buna göre bahçeye uygun bir potpori hazırlamalısınız. Tabii bu iş için baştan bir bahçeniz, paranız ve zamanınız olacak.
Bahçe denilince akla kuşlar, börtü böcek ve su gelmeli. Bir bahçeyi kuşların ve börtü böceğin mekanı yapmak için ipuçlarını iyi bilmelisiniz. Bir bahçede su sizin psikolojiniz kadar kuşlar için de önemli. Hani denizi çok severim. Saatlerce denize bakarak rakımı yudumlayabilirim. Denizlerin o güzel panoramiği ise geceleri kapkara bir yorgana dönüşür. Irmaklar ise öyle değil. Her zaman şırıl şırıl akan ve ışığı gece gündüz yansıtan akar sular aynı zamanda enerjisini size kolayca geçirir. Belki de ortasında çay geçen Akşehir’e doğup büyüdüğüm için ırmaklar her daim hasretimdir.
Charlie Dimmock’un tasarladığı bahçelerin çoğunda yapay havuz ve kendi suyunu devri daim eden fıskiyeler yer alıyor. Teknoloji o kadar ilerlemiş ki 10 sterline aldığınız plak kalınlığında güneş enerjisi ile çalışan bir aparat ile büyükçe (deliği olmayan) bir saksıda fıskiye keyfi yaratabilirsiniz. Ben aldım oldu. Bahçelerde kalaslardan yapılan çiçek ya da sebze yetiştirme yatakları, el yapımı oturma grupları, taştan patiyolar, mangal türleri ve bahçe mutfakları hiç de öyle el yakmayan bir bütçeyle kotarılabiliyor artık.
Bahçecilik tarihinde Fransız, İngiliz ve Japon bahçeleri bir marka. Geçmişteki Osmanlı lale bahçelerini de unutmamak gerekir. Tür olarak ise Akdeniz, tropikal, modern, egzotik, gül, sebze-meyve, baharat, sera, botanik, kaya bitkileri. labirent ve terapik gibi çok çeşidinden söz etmek mümkün.
Anadolu’dan nasıl caz müziğine mehter takımının zilini armağan etmişsek, dünya bahçelerine de laleri. Hollandalı bir arkadaşla Türk kebapçısında bir yemekte laf dönüp doyaşıp lalere gelmişti. Bizimkisi laleri nasıl geliştirip dünyaya sattıklarını ballandıra ballandıra anlattı. Ben de lalerin anayurdu Anadoyu olduğunu anlatıp, “Bizde lale sevgisi ticaretten ötedir. Bakın şu kebapçının çinilerine lale var. Biz de kız ismidir lale” dediğimde şaşırmıştı.
İngiltere’deki lalelerin kökeni de Türkiye’den sayılır. Tanınmış İngiliz botanikçi James Garret’in yirmi yıl kadar bu çiçeğin yetiştirilmesi için büyük çaba harcadığı 1597’de yayınlanan John Gerrard’ın Herbal adlı kitabında yer alır. I. Charles’ın yardımı ile Türkiye’den getirtilen soğanlardan İngiltere’de saray bahçelerinde elliye
yakın tür lale yetiştirilir, bu bitkinin soğanı ayrıca ilaç yapımında da kullanılır. 17’nci yüzyılda Osmanlı’dan Hollanda’ya getirilen laleler, tülbente benzetildiği için “tulip” adıyla Fransızca’dan da İngilizce’ye geçer. 19’uncu yüzyılda Avrupa’ya getirilen laleler hızla imrenilen lüks bir eşya ve statü göstergesi haline gelir. Hatta laledeki fiyat düşüşü uzun yıllar boyunca geniş bir ekonomik çalkantıya bile sebep olur.
İngiltere’de 2013’e kadar lalelerin açma zamanı her nisan sonu Spalding şehrinde lale festivali “The Springfields Tulipfest and Craft Show” düzenleniyordu. 2008’de Dünya Lale Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Spalding’e katılan Türkiye, lale imgeli bir derviş heykeli hediye etmiş. Şimdi depoda bulunan bu heykelin bir fotosunu da buldum. Neyse efeeem, uzun lafın kısası ben aslında gazeteci değil eski adıyla bahçevan olmalıymışım…