İNGİLTERE… Çocukluğumun hayal dünyası: Saray Sineması…

Bu yaz keyifli geçsin istiyorum. Öyle iktidarı, dernekleri ya da birilerini eleştirmeyi de tatile göndermek istiyorum. Siz de onaylarsanız yaz turumuza başlayalım…

Sinema başka bir dünya… Küçükken, büyüdüğümde hep sinemaya gideceğim diye düşünürdüm. Şimdi (bir kısa film dışında) hiç film çekmesem de  kendimi keşfedilmemiş bir yönetmen olarak görürüm. Gözlerim hep kamera gibi çalışır. O çift kamerayla genel çekimden ayrıntılara yaklaşır, parmaklarımla kadrajı ayarlarım. Bazı enstanteneleri belleğime kazırım. Bana özel. Garip ama kafamın içi çektiğim sanal filmlerle dolu…

Aslında yazarlar da sinemacılar gibidir, sinema dilini kullanırlar. Pek çok ayrıntıyı siz hayal gücünüzle tamamlarsınız…

Küçüktüm. Ben diyeyim 7, siz deyin 8’inde… Akşehir’in tarihi cumbalı evlerinden birinde mutlu bir hayatımız vardı. Babam kasaptı. O zamanlar iletişim güvercinle yapılmasa da telefonlar da pek yaygın kullanılmıyordu. Babamın sağa sola mesajlarını, bisikletli kurye olarak “işe yaramanın sevinci”yle ben götürürdüm.

Bir gün mezbahaya kesilecek hayvanların sayısını bildirmem gerekti. Şimdi Akşehir’in içinde kalan mezbahaya doğru evlerin seyrekleştiği yolda pedal çevirirken, küçük bir evin bahçesinde kuyudan su çeken yazmalı güzel mi güzel bir kız gördüm. Durdum, su istedim. Genç kız içten bir gülüşle elindeki su dolu tası bana uzattı. “Sağol” dedim. Sonra da yola koyuldum…

O zamanlar Akşehir’in göbeğinde muhteşem bir taş bina, taş binada da Saray Sineması vardı. İlkokuldan çıktığımızda çoğumuz doğru sinemanın önüne koşardık. Sinemacı Halit Amca, önce tatlı sert “Burada birikmeyin” diye bizi kovar, sonra da “Annemiz sinemada, bizi bekliyor” feryadımıza direnç gösteremez “Çok sessiz olmak kaydıyla!” içeri alırdı.

Beyaz perdede mutlaka Cüneyt Arkın, Kartal Tibet, Vahi Öz, Fatma Girik, Türkan Şoray, Filiz Akın ya da “Ayşecik” Zeynep Değirmencioğlu’dan birisinin hayali ve titrek sesi olurdu. Çocuk sürüsü karanlıkta sinemaya daldığında anneler Akşehir’in o güzel şivesiyle çocukları yanına çağırır ya da diğer seyirciler teşrifatçılık yapar, yönlendirirdi. Annelerimizin yanına sığıştığımızda da “asıl oğlan”ın o ana kadar neler yaptığını anlatmasını isterdik. Film ara verdiğinde ise Akşehir gazozu içmek “olmazsa olmaz”ımızdı. O filmlerin sonunda Saray Sineması seyircileri olarak topluca ağlaştığımıza tanığım…

Ahhh Saray Sineması! Seni ne kadar çok severdim bir bilsen. Seni yıktıklarında “anılarımız da yıkıldı” diye kahrolmuştum inan…

Öyle bir sinema günü akşamında anneme, “Bizim Akşehir’de de sinemadaki gibi öpüşüyorlar mı?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Valla yanıtını hatırlamıyorum ama zor durumda kalmış olmalı canım annem…

Yine bir okul sonrası Sinemacı Halit Amca’nın direncini kırıp sinemaya daldığımız günlerin birinde; perdede genç bir atlı, evlerin seyrekleştiği bir yolda şirin bahçeli bir evin önünde durdu. Kuyudan su çeken yazmalı güzel kız ona bir tas su ikram etti… Kız gülümseyerek oğlana, oğlan da gözleri parlayarak kıza baktı. Tıpkı bizim mezbaha yolunda bakıştığımız gibiydi. Sonra oğlanın bahçe kapısından çıkıp atına atlayıp tozu dumana katarak dört nala uzaklaştığını gördük. Tıpkı benim pedala basıp mezbahaya gittiğim gibi. Sonraki sahnede ise o güzel kız, kucağındaki bebeğe yanık bir türkü söylüyor, gözyaşları da bebeğin yüzüne şıp şıp damlıyordu…

Hadiii… Demek ki bebekler bir tas kuyu suyuyla geliyordu…

Sinemadan fırladım ve bisiklete atladığım gibi “dört nala” soluğu o evin önünde aldım… Çocuğuma sahip çıkmalıydım. Ya da her kızın elinden kuyu suyu içmemeliydim. Öyle değil mi ama… Evde kimse yoktu. Biraz dolandıktan sonra kös kös geri döndüm. Ertesi günü ve ertesi günü izleyen günlerde ben hep o bahçesinde kuyu olan evin etrafında dolaştım. Kimsecikler yoktu. İşin kötü yanı bu sırrımı da çocuk dünyamda hep sakladım…

Ben ne zaman Akşehir’e gitsem o eski duygularımın izini sürerim. Günümüzde o yolda vızır vızır büyük araçlar geçiyor, o evin olduğu yerlerde çirkin binalar yükseliyor. Ben yine de bahçesinde kuyu olan küçük bir evin zamana direndiğini, içindeki güzel kadının da çocuğuyla beni beklediğini düşünürüm. Tıpkı Saray Sineması’nın beyaz perdesindeki gibi…

Hani öyle kuyulu bir eve ve kuyunun yanında da benden 7-8 yaş küçük birisine rastlarsam “Yavrum ben senin babanım! Ben Saray Sineması’ndaki o atlı gibi hayırsız değildim! Seni ve anneni bulmak için bisikletle buralarda çok dolandım valla” demek isterim.

Ahhh Saray Sineması! Seni ne kadar çok severdim bir bilsen. Soluksuz izlerdim perdendeki hayalleri… Seni yıktıklarında ben de yıkılmıştım inan…

______________

Haftaya Londra’daki bizim toplumdaki sinemayı kaleme alacağım. Bekleyin lütfen…

 

 

2104050cookie-checkİNGİLTERE… Çocukluğumun hayal dünyası: Saray Sineması…
Önceki haberÜniversiteli genç 50 Lira için canından oldu!
Sonraki haberBaşbakan’dan Suriyelilere uyarı: Suç işleyen dışarıda kalır
FARUK ESKİOĞLU
Faruk Eskioğlu, (1958, Akşehir) gazeteci ve yazar. 1985'ten bu yana yaşadığı Londra'dan Türkiye'deki ulusal medyaya yönelik muhabirlik, temsilcilik yaptı. Londra'da yayınlanan Türkçe toplum gazetelerinde çalıştı ve bazı gazetelerin kuruluşunda yer aldı. Halen sosyolojik değeri olan haber ve araştırmalara ağırlık veren yazar, halen 2004'te kurduğu Açık Gazete'yi (acikgazete.com) yönetiyor ve köşe yazarlığını sürdürüyor.Eskioğlu, 13'üncü yüzyılın sonunda Horasan'dan Akşehir Maruf köyüne yerleşerek tekke kuran Hasan Paşa soyundan geliyor. Hasan Paşa'nın oğlu Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan'ın "Mülk Allahındır" felsefesiyle Anadolu'da bir ilk sayılan kendine adına kurduğu yoksullara yardım vakfı ise halen faaliyettetir.Eskioğlu, ilk ve orta öğrenimini Akşehir'de tamamladıktan sonra 1979’da AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. 1984’te Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde "master" yaptı. THA’da gazeteciliğe başladı. Aralık 1985’te kendi deyimiyle "siyasi sürgün" olarak geldiği Londra’da ilk 2 yıl baba mesleği kasaplık yaptı. İngilizce öğrendikten sonra medya okudu. Uzun yıllar Nokta dergisi İngiltere Temsilciliği, Hürriyet Londra bürosunda habercilik yaptı. Gazeteciliğin yanısıra 1986-98 arasında grafiker tasarımcı olarak çalıştı. Ayrıca pek çok siyasi afiş ve logo tasarladı.1998’de Türkiye’ye döndü. Hürriyet Gazetesi Ekonomi Servisi’nde haberci ve star.com.tr’de ekonomi editörü olarak görev yaptı. “Basında etik ve toplam kalite yönetimi” üzerine araştırmalar yaptı, bu konudaki konferans ve panellere katıldı.Türkiye’deki 2001 ekonomi krizinde Londra’ya dönerek grafiker tasarımcılık ve gazeteciliği sürdürdü. Toplum gazetelerinden Olay’da genel yayın yönetmenliği yaptı. Londra’da ilk Türkçe internet gazetesini çıkardı ve toplum gazetelerine ilk ajans hizmeti sundu. 2004’te dünya haberleri veren acikgazete.com’u kurdu. İki ayrı toplum gazetesini yayına hazırladı. Türkiye’deki bazı tv kanallarına haber geçti, uzun süre Akşam Londra Temsilciliği’ni üstlendi.Londra'da 2004’te "İçimizden Birisi: Vanunu" başlıklı bir kısa film çekti. Londra'daki toplumu anlatması açısından bir ilk sayılan "Aşkolsun! Adı Aşkolsun" başlıklı belgesel romanı 2007’de Türkiye’de yayımlandı. Türkiye'den 150 ve Kıbrıs'tan 100 yıllık İngiltere'ye göçün anlatıldığı 3 ciltlik "Londra'da Bizim'Kiler" başlıklı araştırması 2019 sonunda çıktı. Eskioğlu’nun Su ve Defne (2004) adlı ikiz kızları bulunuyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.