İNGİLTERE… Referandum rejim krizini çözmeyecektir.

Zaten referandumda oylanacak değişiklik paketinin krizi çözmek gibi bir amacı da yok. Bu düzenlemelerin amacı sadece şimdiki Anayasa’ya ters düşen Cumhurbaşkanlığı’nın fiili durumunu yasallaştırmak, halen OHAL’de uygulandığı şekliyle, kanun hükmünde kararnamelere dayalı bir yönetim tarzını sürekli kılmak çabasıdır. Yoksa, kozmetik olsun diye eklenen birkaç madde dışında, demokratikleşmenin, insan hakları ve sosyal hakların genişletilmesinin, vs. bu pakette esamesi okunmuyor.

Fırtınanın gözünde olma misali, ne hükümetin ne de Cumhurbaşkanının yaşanan kriz konusunda iç ve dış mihraklar eksenli bir popülist söylem ve komplo teorileri dışında bir değerlendirmeleri, dolayısıyla da bir çözüm arayışları yok. Doğrusu muhalefetin de yok.. Halbuki 12 Eylül rejiminin günümüze kadar inişli çıkışlı olarak süren siyasi krizinin son yıllarda derinleşmesi söz konusudur. Çözülmesine ihtiyaç duyulan, etkilerini her alanda hissettiren ve toplumsal açıdan yüksek maliyeti olan tam da bu rejim krizidir.

Krizin özellikle son yıllarda derinleştiğini söylüyoruz, zira 2002 yılında iktidara gelen AKP toplumsal desteğini ve hızla gelişmekte olan orta Anadolu burjuvazisinin gücünü de değerlendirerek devlet yönetiminde bir süreklilik, ekonomide de büyüme sağlamıştı. Avrupa’nın, Avrupa Birliği’ne katılma bağlamında, Türkiye’ye sağladığı destek de, sosyal ve insan hakları alanında geçmiş dönemlere oranla belirgin bir rahatlamaya yol açmıştı. Devletin sıkı gözetimi altında da olsa, basın özgürlüğü ve insan hakları konusundaki baskılar azalmıştı, en azından yargısız infaz uygulamalarının önü kesilmişti. Yeni Ortam’ın bir gazetecisi 2011 yılında durumu şöyle açıklıyordu: ‘Değişen pek fazla bir şey yok, ancak artık gazetecileri öldürmüyorlar, sadece tutukluyorlar’.

AKP iktidarının ilk yıllarındaki gelişmelerin belki de en önemlisi, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türkiye’nin en temel sorunu olarak görülmesine rağmen çözülmesine yönelik en ufak bir adımın atılmadığı Kürd sorununa yönelik bir ‘Çözüm Süreci’nin ve Kürd özgürlük hareketiyle bir diyaloğun başlatılmasıydı. Ancak, AKP’nin bir resmi tarihçisinin belki ileride AKP iktidarının altın yılları olarak tanımlayacağı bu dönem uzun sürmedi.

Bugün yaşanan baskı ve şiddet ortamı ile 2013’e kadar olan dönemdeki ortam arasındaki farkı bir fotoğraf ile anlatmak mümkün olsaydı, örnek vereceğim fotoğraf 15 Nisan 2015’te Diyarbakır’da yapılan Ermeni ve Süryani Soykırımı’nın 100. Yılını anma toplantısında çekilmiş olurdu. Bu fotoğrafta, anma toplantısındaki üç konuşmacının, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gülten Kışanak ve Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin yan yana durdukları görülürdü. Bugün Demirtaş tutuklu, keza Kışanak, Elçi ise öldürüldü. Sur’da bir anma toplantısını ise herhalde Diyarbakır’da kimseler akıllarından bile geçirmiyordur.

Rejim krizinin en açık ifadesi başarısız darbe girişimi ve ardından hükümetin başvurduğu OHAL ve KHK’ler oldu. TSK’nın en üst kademelerinden başlayarak devlet kuruluşlarında çalışanlara yönelik yürütülen kitlesel boyuttaki tasfiyelerin ülke tarihinde bir benzeri yok. Darbe girişiminin hemen ertesinde yönetimin ve Cumhurbaşkanının acil bir ‘güven krizi’ ile karşı karşıya olduklarını, güvenebilecekleri bir ekiplerinin olmadığını yazmıştım. Bu güven krizinin katlanarak artığını görüyoruz. Erdoğan, referandum sürecinde partisinin kurucu elemanlarının çoğunun desteğinden emin olmadığı gibi Meclis’te AKP milletvekillerinin gizli oy kullanmalarına bile kuşkuyla bakılmaktadır. Oy tabanına da ‘Ahiretinizi tehlikeye atmayın’ demek ne anlama geliyor ki. Suriye’de talimatını verdiği operasyonun kısa kesilmiş olması da ayrı bir sorun.

Rejim krizinin bu düzeye gelmesinde etken olan son yılların birçok olayı akla geliyor. 2008-12 arasında açılan Ergenekon ve ardından Balyoz davalarında dahil edilen sanıkların seçimindeki tutarsızlıklar, davaların birleştirilerek hukuksal olarak çözülmesi imkânsız hale getirilmesi devletin yargı ve yürütme organlarında ciddi sorunlar olduğuna işaret ediyordu. Mayıs 2013 Gezi Protestosu, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması, 2014 yılının 19 Ocak günü Suriye’ye giden üç MIT TIR’ının Hatay’da savcılık emriyle yapılan bir jandarma-polis operasyonuyla durdurulması ve bunun üzerine başlatılan soruşturmanın ancak Başsavcı, Savcı ve askeri sorumluların tutuklanmasıyla engellenmesi, bunu haber yapan Cumhuriyet gazetesi yazarlarının ve daha sonra birçok Cumhuriyet gazetesi çalışanlarının tutuklanması olaylarına gelince, Erdoğan bunları bir darbe girişimi olarak değerlendirecekti.

Eylül 2015’te dershanelerin kapatılması ya da özel okula dönüştürülmesine ilişkin düzenlemeler ile geçmişte birlikte yürüdükleri Cemaat ile AKP’nin yolları ayrılmaya başladı, ‘ihanet’ sözleri giderek daha yaygın olarak kullanılır oldu. 2002 yılından beri sürekli iktidarda olmasına rağmen AKP adeta bir kuşatma altında olduğu psikolojisine girdi, kendisine yeni müttefikler aramaya başladı, bunu sağlamak üzere siyasetine giderek artan dozlarda milliyetçilik öğelerini katmaya yöneldi. AKP’nin Türk-İslam sentezine çark etmesinin ilk zayiatı da kaçınılmaz olarak Kürt sorunu oldu. Çözüm Süreci’ne bağlı olarak 28 Şubat 2015 tarihinde gerçekleşen ‘Dolmabahçe mutabakatı’ 18 Temmuz 2015’te yok sayılarak Süreç terk edildi. Kobane’nin 2015 yılının başında İŞİD’in elinden alınmasının, Rojava’nın güçlenmesinin, ayrıca Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin tek başına hükümeti kuracak bir çoğunluğu sağlayamamasının da hükümetin Çözüm arayışını kısa kesmesinde etkisi olduğu düşünülebilir.

Yukarıda sözünü ettiğimiz kriz unsurlarına çevre ve doğa sorunları, toplumsal kutuplaşma, artan şovenizm ve nefret söylemi gibi pek çok başka sorunu da katmak gerekir. Keza dış politikada kullanılan tehditkâr diplomatik üslubun yol açtığı uluslararası izolasyon da ancak iç politikadaki rejim krizinin ışığında anlaşılabilir. Referandum sonucu ister evet olsun ister hayır, bu krizinin çözülmesine yönelik olumlu bir etkisi olmayacaktır. Ama bu sonuçların doğuracağı önemli bir farkla

Ancak Anayasa değişiklik paketi red edildiği taktirde Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunlara gerçek çözümler aranmaya başlana bilinir. Ancak Hayır’ın kazanmasıyla Anayasa sorunu bu değişiklik maddeleri ile geçiştirilmiş olmaz, gündemden düşmez. Siyasi ve demokratik kuruluşlar toplumun taleplerine yanıt verebilecek bir Anayasa’nın nasıl hazırlanabileceği konusuyla yüz yüze geleceklerdir. İdeolojik parçalanmanın ve üç konfederasyona bölünmüş olmanın zayıflattığı işçi sınıfı hareketi de bu tartışmanın dışında kalmayacaktır. Referandumda Hayır kazandığı durumda önümüzdeki yıllarda 12 Eylül Anayasası’nın nasıl değiştirileceği konusu siyasi gündemin belirleyici maddelerinden biri olacak, kolayca arka plana itilemeyecektir. Bütün toplumsal kesim ve örgütlenmelerin katılımıyla oluşacak bir Anayasal Kurucu Meclis projesi ise Hayır kampı için ortak bir kalkış noktası oluşturabilir. Bu ileriye dönük nedenle de mutlaka Hayır!

_____________

14 Nisan 2017, Londra

2082110cookie-checkİNGİLTERE… Referandum rejim krizini çözmeyecektir.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.