Backyard Comedy Club’da geçen pazar akşamı, Eastern European Comedy Festivali kapsamında dört Türk komedyenin sahne aldığı “Şaka Maka” adlı Türkçe stand-up gösterisini gazeteci arkadaşım Mustafa Köker ile birlikte izledik.
Toplumda “stand up” denilince akla Kıbrıs kökenli Osman Balıkçıoğlu ve Ümit Dandul geliyordu, şimdi genç sanatçıları da sahnede görmek sevindirici. Aslı Akbay, Şaban Kazım, Ruşen Tuzcu ve Hassan Dervish seyircilere hoş zaman geçirttiler. Özellikle iki dilli, iki kültürlü olmanın getirdiği komik olayları anlattıklarında izleyiciler espirilerde kendilerini buldu.
Gösteri sonrasında ev yolunda Mustafa ile biz de birbirimize “stand up” yapmaya başladık. Ne kadar çok komik hikayeler biriktirmişiz. Bana anlatılan yaşanmış gerçek öyküleri sizinle de paylaşayım.
– Babası Türkçesi iyi olsun, Türk kültürünü unutmasın diye liseyi okumak üzere kızını İstanbul’a gönderir. Derste öğretmen “Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmek için şehri karadan ve denizden kuşattı” deyince, bizimkisi parmak kaldırıp sormuş, “Fatih ne diye kuşları atmış, anlamadım!” Derste diğer öğrenciler gülme krizine tutulunca bizimkisi akşam babasına isyan etmiş, “Ben artık Türkiye’de okumak istemiyorum…”
– “Oğlum babaannen nereye gitti” diye soran babasına “Bakkala” demiş ufaklık… Baba şaşırmış, “Ne diye gitti ki bakkala?” diye sormuş. Oğlunun yanıtı ise “Bilmiyorum. ‘Aptes almaya gidiyorum’ dedi…”
– Sığınmacı Cuma Karakuş tercümanına dönerek, “Artık İngilizceyi öğrendim sayılır, İçişleri Bakanlığı’na yalnız gitmek istiyorum” der. Bir süre sonra Cuma yine tercümanın kapısını çalar, “İçişleri’ne gittim ama işimi halledemedim. Kaç kez ‘Friday Blackbird’ dedim, üstelik yazdım da ama yine de dosyamı bulamadılar…”
Benim başıma gelen bir komiklik de şöyle. İngiliz arkadaşım Kathy’ye Türkiye’de çocuk sahibi olmak istemeyen bazı ailelerin son çocuğa “Yeter” adını verdiklerini anlatmıştım. Kathy “Enough!”ın isim olmasına çok gülmüştü. Bana “Good by”ın Türkçesini sorduğunda “Go smile, smile” yerine geçen “Güle güle” dediğimde de kahkaha atmıştı.
Günlerden bir gün Kathy ile pub’da biramızı yudumlarken bizim toplumdan iki tanıdık kadın geldi. Biz de yanımıza buyur ettik. Kathy’yle haliyle İngilizce konuşuyoruz. Kadınlar başladılar kendi aralarında Türkçe olarak Kathy’yi çekiştirmeye: “Ayakkabısı giysisine uymamış”, “Saç modeli de pek komikmiş…” Kadınlardan birisi İngilizce bira isteyip istemediğimizi sordu. Kathy aksansız bir Türkçeyle “Yeter” dedi. Kadınların yüzü kızardı, biradan vazgeçip “Biz gitsek iyi olacak” diye toparlandılar… Bu kez Kathy bilmeden son darbeyi vurdu: Güle güle…
Gösterideki çok beğendiğim stand up’cı Aslı Akbay da Türkiye’de İngiliz bir arkadaşıyla gittiği bir düğünde dinlediği türküyü anlattı: “Karaçalı gibi girdin aramıza / Al kızını koy çuvala / Salla salla vur duvara…” Bazen de ağlanacak halimize gülüyoruz. Biz böyleyiz.
Stand-up kelimesi Türkçeye “Komik anlatı” diye çevrilebilir belki. “Şaka” ya da “Skeç” kelimeleri de pek uymuyor.
Neyse dostlar bizim kültürde “stand up” öncesinde hiciv, taşlama, yergi, satir vardı. En büyük hicivciler arasında Şair Eşref’i ve Neyzen Tevfik’i sayabiliriz. Şair Eşref o dönemin Tayyip Erdoğan’ı sayılan Abdülhamit ve o dönemin OHAL’i sayılan istibdat’ı şöyle yerer:
“Öyle bir hünkâr ile millet belaya düştü kim / Haşre dek kan dökmeye iblise karşı vaadi var. / Şimdi de kalkıştı tebdil-i veraset etmeye / Zulmü bitmek bilmiyor, mabadinin mabadı var…”
Şair Eşref vasiyetini de şöyle hicveder, “Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için / Gelmesin reddeylerim billah öz kardeşimi / Gözlerim ebna-yı ademden o rutbe yıldı kim / İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı.” Büyük şair Eşref 1912’de 66’sında içkiden öldüğünde “vasiyeti” mezartaşına yazıldı. Ne yazık ki bu taş çalındı.
İşte dostlar, öyle bir halkız biz… Kendisini garpta sanan şarkız biz…