İş yaşamı, özel yaşam. Bu nasıl görüşme?

İSMAİL BAYER – Bir tiyatro oyunu. Çarpıcı. İnsanı düşündürüyor. Koltuğunuzda rahat hissedemiyorsunuz kendinizi. Bu kadar da olur mu diye, isyan edesiniz bile geliyor. Soluk soluğa izliyorsunuz. Şimdi ne olacak. İnsanın özel yaşamı, bir iş görüşmesinde bu denli sorgulanabilir mi?
Nasıl bir görüşme bu?
Oyunun adı dikkatimi çekti. Oyun ve yazarı hakkında hiç bir bilgim yok. İzleme isteği duydum. Bilet alıp, kendimi salonda buldum. Oyunun adı, GRÖNHOLM METODU.
Oyunun yazarı bir İspanyol. Jordı Galceran. Adını da ilk kez duyuyorum. Türkiye’de sahneye konulan ilk oyunu. Ankara Devlet Tiyatosu’nda sergilenen bir oyun.
Oyunu dilimize Beliz Coşar çevirmiş. Akıcı bir dllle, çeviri kokmayan bir oyun. Sanki, İstanbul’da geçen bir olayı izler gibi, san ki sahnenin içindeymişiz gibi, kaptırıp gidiyorsunuz kendinizi.
Oyunu sahneye, Sinan Pekinton koymuş. İlk kez bir oyununu izliyorum. Dinamizm içinde geçen dakikalar. Soluk soluğa, yetişmeye çalışıyorsunuz.
Sahneye sırayla gelen dört oyuncu. Cüneyt Mete, Deniz Gökçe Versel, Ünsal Coşar ve Nur Yazar. Kadro öylesine belirlenmiş ki, aksayan bir durum hiç yok. Her an yeni bir olay çıkmaya hazır. Sahnede bu akıcılığı aksatmadan sürdürmek, konuşmaların seyri ile değişen ilişkiler ve yorumlama. İnsanlar nereden nereye koşuyorlar. Başlarken görüşmeler nasıldı, sonra nerelere uzandı. Bu denli hızlı bir değişim. Başınız bile dönüyor neredeyse. Dört oyuncu sizi sahneye çekip, adeta koşturuyorlar.
Giysiler, sade bir dekor, bir büro izlenimini veriyor. Boş. Soğuk bir rüzgar eseceğini fısıldar gibi. Ana sonra sahnede, rüzgar değil adeta fırtına esiyor. Üşüyorsunuz.
Fernando, bir iş görüşmesine gidiyor. Onunla, yerleşik eski deyimle bir mülakat yapılacak ve ona göre işe alınıp ya da alınmayacak. Sahneye geldiğinde bu görüşme odasında çevreyi incelemek ile işe başlıyor. Kendisini karşılayan biri yoktu. Kiminle, nasıl bir görüşme gerçekleşecek, bilmiyor. Tedirgin.
Sonra ikinci kişi, üçüncü ve dördüncü kişi geliyor. Biri erkek, diğer ikisi ise kadın.
Dört kişi arasında geçen bir diyalog yolculuğu. Bu yolculuğu adeta kamerayla başka bir odadan izleyen var. Ve görüşmenin aşamalarına göre, bir zarf içinde bildiri geliyor. Ve diyalog bu çerçevede hızla akıyor.
Gelenler, bu dört kişi de iş görüşmesine gelenler mi?
Kim görüşmeyi yapacak, kimler görüşülecek kişiler, bir birine karışıyor.
Dört kişiden biri, şirket yetkilisi olarak, belirtiliyor sonra, ama kim şirket yetkilisi. Bir birleri ile görüşürken, hepsi iş arayan ve görüşmeye çağrılan kişiler gibiydiler. Peki bu durumda şirket yetkilisi kim. Kendi aralarında bunun algılanması, yorumu ve sorgulanması başlıyor.
Ama nasıl bir sorgulama. Adeta dört kişi bir birini taciz ediyor. Daha işe girmeden, çalışma ilişkilerinde ki deyimi ile bir “mobing” söz konusu.
Siz de salonda tahmin yürütmeye çalışıyorsunuz. İşveren yetkilisi şu olabilir diye. Ama görüşmeler sürerken, bu tahmininiz de sürekli değişime uğruyor.
Özel yaşamlar adeta, bir laboratuarda incelemeye alındı. İşe gireceksiniz. İş ile ilgili olan bu görüşme, özel yaşamın sorgulanmasına kadar uzanıyor. Nedir bu, bir iş için insan bu denli sorgulanır mı, rahatsız edilir mi diye isyan etmek, durdurun bu görüşmeyi demek gereksinimi bile duyuyorsunuz.
Ama sahnede konuşmalar akıp gidiyor. Bazen alaycı, küçümseyen davranışlar. Baze itham eden, sertleşen sorular ve yanıtlar. Şimdi kavga çıkacak galiba da diyorsunuz.
Sinirler gergin. Bir işe girme konusu bile adeta ikinci üçüncü plana atıldı. İnsanı bu denli yıpratmaya hakları yok da diyorunuz. Hatta, buraya artık bir psikolog gelmelii, insanların durumu ne diye düşünüyosunuz.
Dört kişi, yani dört oyuncu da iş aramak için gelenler konumundaydılar. Oysa sonuç farklı.
İşveren yetkilisinin bir kiş olduğu belirtilip o kimdi, araştırıyordunuz. Oysa sonuç farklı. Bir kişi değil sadece.
Bu bir iş görüşmesi için mülakat diye düşünüyordunuz, ama gelinen sonuç farklı. Adeta bir oyun oynanmış müracaatçı için. Görümeyi sürdürenler, farklı konumlara girip, farklı kişilikler çizerken, adeta kendileri değerlendiriliyor görünümünde, gerçek mücaatçıyı adeta lime lime ederek, bu oyunu başarı ile sonuçlandırmış oluyorlar.
Bu bir iş görüşmesimiydi ki, demekden kendinizi alamıyorsunuz.
Günümüzde, beyaz yakalı dediğimiz kişilerin, değişik boyutlarda yaşadıkları bir durum aslında sahneye taşınan. Çarpıcı noktalar bir araya getirilmiş ve bir tokat gibi patlıyor.
İş görüşmesinde, insan hakları, kişinin özel yaşamı, tedirginliğinin sömürülmesi, adeta taciz de edilmesi, peki bunların hepsi niye ve neden sorgulamasını beraberinde getiriyor.
İspanyol yazar, günümüz çalışma ilişkilerinde önemli bir aşamayı, çarpıcı bir şekilde bize sergilemek için yazmış. Güzel bir çeviri ile olay, adeta İspanya’dan Türkiye’ye taşınmış. Başarılı bir sahneye koyma. Oyun, adeta bir çağlayan gibi sahnede yaşatılıyor. Yaşatanlar ise iki erkek iki kadın oyuncu. Sizi, adeta bir şaşırtma trafiğinin içine alıyorlar.
Oyundan çıkınca, bir süre etkisinden de kopamıyorsunuz. Ben burada müracatçı olsaydım diye düşünmeğe başlayınca, rahatsız oluyorsunuz. Göstereceğiniz tepkileri düşünmeğe başlayınca da, kendi kendinizi neredeyse sorgular konumuna giriyorsunuz.
Bence başarılı bir oyun. Ve mutlaka izlenmesi gereken bir oyun. Özellikle gençler, yarın iş yaşamına atılınca nelerle karşılaşabilirler. Beyaz yakalı çalışanlar yada iş arayanlar. Yine günümüz deyimiyle, insan kaynakları yönetcileri. Bu oyunun neresindesiniz.
Ve de psikologlar, bu oyunu mutlaka yorumlamalı. Bir mülakat böyle sürdürülebilir mi diye de sorgulamalı.
Salonda koltuğa oturunca, pek rahat olamıyacaksınız yalnız, benden hatırlatması.
__________________________
Ankara. 28 Kasım 2016. Pazartesi.  [email protected]
2068810cookie-checkİş yaşamı, özel yaşam. Bu nasıl görüşme?

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.