İSLAMIN ROCK’LA İMTİHANI 

SEDAT YILDIRIM SARICI*/ LONDRA

 I. Celseden Notlar

Bu yazı gençlerimizin kendilerini sanatla ifadelerine yol açarak katkı sunanlara şükranlarımızı iletmek, kuyu kazıp yol daraltanlara günahlarını hatırlatmak gayesiyle yazılıyor. Bütün inançlara saygılı ve kardeşlik hukukuna istinaden eşit mesafeyi koruyarak hak teslimini önceliğimize alacağız.

Destek az, köstek çok. 1987’de Bursa’nın ilk rock festivalini düzenliyoruz. Binbir türlü çıkmazdayız. Festivalde sahneye çıkacak çoğu liseli çocukların bazıları ailelerinden izin bile koparamıyorlar.

Derken, çocukluk arkadaşım TRT’yi haberdar ediyor. Ankara’dan bizimle röportaja geliyorlar. Bebeler televizyona çıkıyor. O zamanlar televizyona çıkmak uzaya çıkmakla eşdeğer. Birden ailelerin ürktükleri “rock” kavramı hafiften sevince, usulca kıvanca dönüşmeye başlıyor.

Aradan 35 yıl geçiyor. Şimdi Endonezyalı ve “türbanlı” üç kız da aynı telden dem vuruyor. VoB” (Voice of Baceprot) adlı rock topluluğunu duymuşsunuzdur. Lisede okuyup bir yandan da ‘heavy metal’ müzik yapmaya çalışırlarken bağnaz (mutaassıp) dindarların ölüm tehditleri ve engellemeleriyle karşılaşıyorlar.

VoB

Evlerinde de baskı varmış ama ulusal televizyon kanalında göründüklerinde aileleri ekrana yapışıyor. Türbanlı gencecik kızların olağanüstü yetkinlikte çalgılarını çalmaları toplumda fark edilebilir ilerlemelere neden oluyor. Akranlarındaysa hudutsuz bir gurur.

İslam alemini “zifiri karanlığa mahkum” edenler her devirde nüfus ve hakimiyet artırımına yatırım yapmışlardır. Dünya malına tamahı cennet imkan ve ikramlarından yeğ tutan ruhban sınıfı (ulema) “katli vacip” kararı almaktan bile sakınmaz.

Zifiri karanlık bazen göz kamaştıran bir aydınlanmayı tetikler. İlahiyatçı, felsefeci, hukukçu, matematikçi, hekim İbn-i Rüşd (1126-1198) karanlık kültürler için yerden bitme bir nimetti. Musullu ud üstadı Ziryab’a (789-857) geçen yıl değinmiştik. Onun kurduğu Kordoba’da (Endülüs-İspanya) doğan İbn-i Rüşd, çeviri ve yorumlamalarıyla Yunan filozof Aristo‘yu Avrupa’ya yeniden tanıtmıştı.

İbn-i Rüşd “Yumurta dıştan kırılırsa yaşam son bulur, içerden kırılırsa yaşam başlar; zira önemli dönüşümler hep içten başlar.” demiş. VoB, yumurtanın içten kırılması, yaşam başlamasıdır.

Nüfusunun %90’ının müslüman olduğu bir ülkede bazı şeyler çok güçtür. Liseli kızlar olarak “heavy metal” yapmak bile başlı başına risktir. Gitar, bas gitar ve davul çalmak hele bir şöyle dursun. İslami kültürde yer etmiş ney veya kudüm dahi çalsanız hanım kardeşlerimize dünyayı dar edecek kırk fıkıh uydurabilirler. Aslında din, dil, kültür, müzik tarzı ya da çalgı ayrımcılığı yapmadan, özde ne anlatıldığına bakıp sanatsal yaratıcılık, kendine haslık gibi kriterlerle değerlendirmek en doğru yaklaşımdır.

Bakın 7STATION adlı topluluğun tasası ne!

https://www.youtube.com/watch?v=63UnvncphGw

VoB “türbanlı üç kızın heavy metal yapıyor” oluşunun dışında yaşlarını aşkın enstrüman hakimiyetleriyle izleyenleri hayrete düşürüyor. Bu çocuklar gelecekte MUSE veya RUSH gibi yetkin müzisyenlikleriyle rock tarihinde ayrı bir yere sahip üçlüler arasında anılabilecek yeteneğe sahipler. Üstelik yoksul bir ülkenin oldukça gariban bir bölgesinde yaşıyor olmalarına karşın çaresizliğe teslim olmamış, çalışkanlıklarıyla “imkansızlığı” utandırmışlardır.

Müslümanlığın kadınların hayatını daraltan örf ve adetleriyle beraber diğer yandan Endonezya’da teşvik edici değerler de var. Devlet başkanları da heavy metal hayranı. Gitar çalıyor. “Antartika dâhil 7 kıtada konser veren tek grup” ünvanlı METALLICA ve “heavy metal’in öncüleri” olarak anılan (KARA SABAHAT-) BLACK SABBATH ve DEEP PURPLE’a bayılıyor.

DEEP PURPLE – Richie Blackmore- SARICI ARŞİV’den

Endonezya’da rock müzik oldukça yaygın. 1970’lerden bu yana o kadar çok progressive rock ya da caz müzisyeni yetiştirmiş ki bir başka müslüman ülkeyle mukayesesi haksızlık olur. Bir de Fender, Gibson gibi dünyanın en iyi gitar markaları ucuz emekten ötürü üretimlerini bu bölgeye kaydırdığından enstrüman edinimi de kolaylaşmış görünüyor.

17000’den fazla adadan oluşan Endonezya 270 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık dördüncü ülkesi. Müslüman memleketlerinse en kalabalığı. 300 farklı etnik grup, 250’den fazla dil kullanılıyor. İslam ülkelerinde okur yazarlık oranı ortalama %40 ama Endonezya’da  %96’ya ulaşmış durumda.

“Tek dil, tek millet” gibi dayatmalar yok. Ülke kendini “Farklılıkların İttifakı” olarak tanımlıyor. (Müziksel ilerlemenin sırrı bu olmasın?)

Yine de evrensel kriter olarak kabul edilen “idam cezasını” hala kaldıramamışlar. Üzerlerinde uyuştucu yakalatmaktan dolayı idam cezasına çarptırılan iki kişinin idam edilmemesi için BLACK SABBATH’ın gitaristi Tony Iommi, Endonezya cumhurbaşkanına bir mektup yazmış. Yargılananların tutuklu kaldıkları sürede iyi hal sergiledikleri hatırlatılıp, merhamet gösterilerek cezalarının ömür boyu hapse çevrilip infazın durdurulması rica edilse de infaz durdurulamamış.

Böyle bir ortama doğan VoB (Voice of Baceprot), rock  dergisi Metal Hammer’la birlikte The New York Times, The Guardian, BBC ve DW (Deutsche Welle) gibi yayın organlarında kendinden bahsettirebilmiş.

https://www.youtube.com/watch?v=WPVo_QyS0Hw

TRT de Endonezyalı genç kızları tanıtmış. 19 yaşındaki basçı Widi Rahmawati “Sahnedeyken, metal müzik sayesinde fikrimi söyleyebiliyorum. Farklı olmaktan korkmuyorum” diyor. Endonezya Ulema Konseyi İslam Sanatı ve Kültürü Bölümü genel sekreteri “VoB topluluğunu gençlerin yaratıcılığının bir parçası olarak görüyorum” demiş. Bir başka üst düzey yetkili de, “VoB’nin muhafazakar bir bölgede bir kültür çatışmasını tetikleyebileceğini, ancak bunun İslami değerlerden kopuş olmadığı” söylemiş.

PENTAGRAM- MEZAR KABUL’ün de yorumladığı eserde Bolulu ozan Aşık Dertli Baba (1772-1846) İslami değerlerden kopuş olmadığını 220 yıl önce yazmış. Aşık Dertli Baba “sazın” anlatım derinliğinin ifadesi olarak “Telli Kur’an” olarak tanımlandırıldığı Alevi-Bektaşi inançlarına bağlıydı.

“Telli sazdır bunun adı / Ne softa bilir ne de kadı / Sazı çalar anlar kendi /Şeytan bunun neresinde.

İstanbul’dan gelir teli / Ardıç ağacından kolu / Hay Allah’ın şaşkın kulu / Şeytan bunun neresinde.

Abdest alsan aldın demez / Namaz kılsan kıldın demez / Kadı gibi haram yemez / Şeytan bunun neresinde.”

Son yıllarda (içimiz sızlayarak) MHPli olduğunu beyan eden Erkin Koray’ın bunama öncesi söyleyecekleri vardı:

“Dilinden düşmezdi Allah’ın adı / Hem beni aldatır hem de kendini

İt değiliz ki biz, dağa küselim / Öküz değiliz ki bağı sökelim / Gaye kardeşlikse gel tut elimi / Dost acı söylermiş, darılma emi”

Zeynep Alasya

“Rock”, bir ya da birkaç ülkeye hapsolmuş yerel bir heves değildir. 7 kıtayı titretmiş güç, heybet, görkemdir. Bu duyguların dile getirileceği her alanda divanın baş köşesine kurulur. TRT çok yazık ki tarafsızlığını yitirse de aslında arada bir doğru müziklere de yer vermiyor değil.

Zeki Alasya’nın kızı Zeynep Alasya’nın bestelerini yaptığı “Diriliş-Ertuğrul”“Kuruluş-Osman” gibi televizyon dizilerinde elektrikli gitarın rock’ta kullanıldığı körleme (muted) üslubundan, senfonik yaylı çalgılara kadar her türlü “Batılı alışkanlıklar” a bol bol yer verilir.

TRT’den HaberTürk’e geçeyim. Fatih Altaylı’nın Prof. Dr. İlber Ortaylı, Celal Şengör ve Ahmet Aslan hocalarımızla yaptığı programlardan o kadar şey öğrendik ki haklarını ödeyemeyiz.  Felsefeci, araştırmacı, yazar Dücane Cündioğlu bu toprakların kendi felsefesini oluşturmada yeri doldurulamayacak bir cevherdir. Emeğini inkar edemem.

Altaylı ve Cündioğlu “TEK E TEK” programında birlikte diyor ki “rock müzik sadece İngilizce yapılmalı”. Eh artık el-insaf! Bu kadar Türkçe rock eser, topluluk ve solistimiz var. “Anadolu Rock” diye de bir akım var. Sınırları sadece Anadolu’dan ibaret de değil.

Sonra Endonezyalı onca grup kendi dilinde rock yapıyor. Dünya kabul ediyor da iki Türk’ün mü hoşuna gitmiyor?

Afro-Rock”un öncüsü OSIBISA’nın 50 albümü var. 1970’li yıllarda dünyayı salladılar. Bazı parçaları Gana dilinde. Kimin ne itirazı oldu?

Macarca parçalarıyla progressive rock yapıp döneminin en saygın toplulukları arasında anılan OMEGA yokmuş gibi mi davranalım?

“Latin Rock”un yaratıcısı Meksika doğumlu SANTANA’nın İspanyolca “Oye cómo va”yı dinlemeyenimiz var mı?

Rock, her dilde, her enstrümanla yapılabilir. Yapıldı, yapılıyor, yapılacak.

Az önce Türk dedim de aklıma geldi. “Young Turks” diye bir parça var.  BBC’nin Irak doğumlu belgeselcisi Alan Yentop, bizim Rod Stewart ile sohbete gitmiş. Geçen hafta televizyondan izledim. Meğer Rod Stewart da işçi çocuğuymuş. Meşhur olmadan önce mezar kazıcılığı ve tabelacılık dahil ilerde (PENTAGRAM-MEZAR KABUL’derock yapabilmek için gerekli donanıma erişebileceği her türlü ekmek getiren işte çalışmış. Rod Stewart, “Young Turks”le New York sokaklarında üstü açık arabalarla dolaşan bebelerimizi konu edinmiş.

Yani müslüman olmadan da müslümanların sesi olabilirsin. Pink Floyd’un beyni Roger Waters, bizdeki en “inançlı” cemaat liderlerinden daha fazla Filistinlilerin yanında olmuştur.

MÜŞTEKİ MAKAMIN MÜTALAASI 

Türk sağının “duayenlerden” Mehmet Barlas iki yıl önce “Allah beni dostlarımdan korusun, ben kendimi düşmanlarımdan korurum” diye yazmıştı (SABAH).

—- Türkiye, 6 yaşındaki çocuğun evlendirildiği iddiası ile sarsıldı! (CNNTURK – 9 Aralık 2022)

—- Afganistan’da kadınların üniversite eğitimi yasaklandı! (HABERTURK – 23 Aralık 2022)

— İran’da 22 yaşındaki Mahsa Emini’nin (saçı tam kapanmadı bahanesiyle) 16 Eylül 2022’de öldürülmesi sonrası ülke yönetimine karşı protestolarda 481 kişi yaşamını yitirdi. 4 ay devam eden gösterilerle bağlantılı 10’dan fazla kişi idama mahkum edildi, bunlardan 4 kişinin cezası infaz edildi. (Özetle, 10 Ocak 2023 tarihli AA-DÜNYA’dan aktardım)

İSLAMOFOBİ “İslam Korkusu” demektir. İslamiyeti tanımayanlar “boş yere” korku duyarlar. İslam aslında “barış” demektir. Gel gör ki “dış mihrak”lara gerek kalmadan kendi kuyumuzu kendimiz kazarız.

Zerrin Özer’in de yorumladığı 120 yıl önce yazılmış Mirza Aliekber Tahirzade Sabir’in (1862 -1911) eserini yeniden hatırlamamız gerekti: “Korkirem”

Mezerde hortlak görirem / Bin türlü tufan görirem / 

Kükremiş arslan görirem / Kan yiyen sırtlan görirem / Korkmirem,

Bu korkmamazlığım ile / Vallahi bala, billahi bala, tillahi bala  

Harda bir müslüman görirem Korkirem

Dalgalı fikirlerinden / Riyakar zikirlerinden Korkirem

HRİSTİYANLIĞIN ROCK’LA İMTİHANI 

Rock müzik tarihiyle ilgili yüzlerce kitap var. Birkaç paragrafla özetleyelim ki dinle bağı kolay kurulabilsin. 1950’lerde blues, folk ve caz etkilenimleriyle doğmuş, 1960’larda karakteristik yapısına kavuşarak savaş karşıtı söylemleri olan toplulukları da var etmiş. 1970’lerde “progressive” kavramıyla sanatsal ve edebi yönünü derinleştirmiş.

1980’lerde John Lennon sokak ortasında katledilmiş, Pink-Floyd – The Wall yasaklanmış, Cem Karaca yurttaşlıktan atılmış. Endüstriyel uyanıklıkların darbesiyle makyaj ve hafifleme dönemine girmiş. Seda sertleşmiş, sözler yumuşamış. Kilisenin de desteğiyle hristiyanlığa çağrıda bulunan yapay topluluklar da üretmiş, tüketmiş. Güdümlü (ısmarlama) isyanın sembolü olmuş.

1990’lardan sonra özellikle Britanya’da her türlü müziksel akıma açık bağımsız topluluklar egemenliği ele geçirmiş. 2000’lerde folk etkilenimlerden senfonik yaklaşımın çağdaş formlarla eklemlenmesine dünyanın her yerinde etkisi ve yetkisi olan bir tarz olarak yaygınlığını korumuş.

Bir defa şunu çekinmeden yazabilirim, Jimi Hendrix gibi müzisyenler, Osibisa gibi siyahi topluluklar olsa dahi rock “beyazların” müziğidir. 1960’lar ve 1970’ler 68 gençliğinin de etkisiyle barıştan yana ve olup biteni arifane kavramaya gayretli bir dönemi işaret etse de 1980’ler ve 1990’lar yüzeyselleşmenin ve beyazlaşmanın ilerlediği yıllardı.

1990’ların başında Londra’da gittiğim ne kadar rock, heavy metal ve hatta progressive rock konseri varsa; çoğunda beyaz olmayan tek adam ya da tek tük adamdan biri olduğumu söyleyebilirim.

Diniyle, diliyle, filmiyle dünyayı işgal edenler, bir de hristiyanlığı yayan müziğiyle fethe heveslendiler. Gelelim hem beyaz, hem hristiyan olup da bu kültürün tadını sonuna kadar çıkarmaya çalışan topluluklara. STRYPER başa yazılmak üzere Jerusalem, Barnabas, Narnia, Skillet, Flyleaf Daniel Band, Resurrection Band gibi birçok grup sıralanabilir ama bilirkişiler hepsi için oldukça yerinde bir ifade kullanmışlar; “it has no specific musical characteristics”. Harfiyen tercümesi; kafa patlatmaya değmez.” Ben enayi gibi hepsini etüd ettim, siz zaman kaybetmeyin.

ROCK VE KADIN

Rock müzik, kimsenin tapulu malı değildir. At binenin kılıç kuşananındır. “Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır.” Cebinizdeki telefon misali sazı kimin yaptığı, kimin sattığının hiçbir önemi yoktur. Her çalgı o çalgıyı ustalıkla çalana yakışır. Endonezyalı türbanlı afacan üç kız gibi… Rock tarihi güçlüklerle karşılaşmış olsalar da seslerini duyurmuş, ardılları için yol açmış cefakar kızlarla doludur.

Suzi Quatro – SARICI ARŞİV’den

Lisede okurken tam bir Suzi Quatro aşığıydım. Müthiş bas gitar çalardı. Deli gibi şarkı söylerdi. Muhtemelen dünyanın en tatlı kızı. Londra’da, 1990’ların başında Royal Standart’da izlemiştim. 2000’li yıllarda Quatrophonic adını verdiği radyo programlarıyla önde gelen basçıların maharetlerini çalıp örnekleyerek sergiledi. Şüphesiz üstadımızdır.

Vixen’in konserine giderken canavar gibi davul çalan, pırıl pırıl gitar soloları duyabileceğim, basçının solosunu ayakta alkışlayacağımı hiç beklemiyordum. Deep Purple’dan önce sahne almışlar ve seyriciler henüz salonu tam doldurmamışlardı. Sanki bir küçümseme (under estimate) vardı ama 1990 sonrası adlarını duyuran  PJ Harvey gibi kızlar kendine haslığın ilahları oldular.

Vixen – SARICI ARŞİV’den

1988 yılında Şebnem Ferah 16 yaşlarındaydı. VOLVOX’u kurmayı hedeflediğinde çok heyecanlıydı ama bir o kadar da tedirgindi. Diğer üyelerin ailelerini ikna, toplum tepkisinin belirsizliği, akşam hava kararmadan eve ya da okula dönme zorunluluğunun yarattığı sınırlı prova saatleri sebebiyle konserlere yeterince hazırlanabilme kaygıları epeyce yoruyordu. Daha ilk konserdeki müthiş yüksek performansın yarattığı sahiplenilmeyle kapılar açıldı, moraller yükseldi.

Ardından topluluğa Özlem Tekin de katılmış. Bu iki kız kendi besteleri, sözleri ve son albümlerde kendi düzenlemeleriyle rock tarihimizin zirvesine adlarını yazdırdılar. Şebnem, sadece ardıllarını değil evvellerini de etkileyen ender var oluşlardan birini sergiledi.

Dücane Cündioğlu geçenlerde “eserden müessire erme” vecizesini hatırlattı. Müessir, eser sahibi, iz bırakan demekmiş. Esere bakıp yaratanına erişmeyi işaret ediyor. Geçen yıl, 1 Ekim tarihli “Yekte Yavrum Yekte” makalesinde Türkiye’nin uluslararası sunum/tanıtım videosunda çağdaş sanatlarımızdan örnekler verildiğinden bahsetmiştik.

“Muasır Medeniyet Seviyesi” (Çağdaş Uygarlık Düzeyi) topraklarımızın birkaç yüzyıllık tasasıdır. Bugün çağdaş sanatlarda Balkanların doğusunda, evrensel değerlere uzak bir konumda değiliz. Balkanların batısında bir yerde, sanki İtalya’nın böğründeyiz. Koca bir ülkenin haritadaki yerinin değişiminde VOLVOX grubundan çıkıp bu makalede adları anılan iki kızın hatırı büyüktür. Helal olsun bu çocuklara…

(NOT: 35 yıl önce TRT ekibini Bursa’da ağırlarken BOHEM topluluğundan Esat Durak, babasının küçük bir otel sahibi olduğunu, karşılıksız destek olabileceklerini önermiş, ekibi misafir etmişlerdi. Baba Erdoğan Durak, 2 Ocak 2023’de vefat etti.

Geçtiğimiz hafta ise VOLVOX üyesi, altın kalbi ve güler yüzüyle rock camiasının kızkardeşi Duygu Kutlu da babasını kaybetti. Her iki aileye de baş sağlığı ve sabır diliyorum.)

_______________________

* Müzisyen de olan yazarımızın diğer çalışmalarına https://sedatsarici.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.

2661090cookie-checkİSLAMIN ROCK’LA İMTİHANI 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.