Suzan Beyazıt yazdı: İYİ, KÖTÜ VE DEPREM!

SUZAN BEYAZIT – Son depremler bize çok şey öğretti. İyiliğin ve kötülüğün çarpışmasına tanık olduk. Vicdanı, dayanışmayı gördük ferahladık. Vicdansızlığı, dayanışmaya dayanamayanları da gördük. Kucaklayanları da, ayrıştıranları da.

Hırsı, arsızlığı, fırsatçıları gördük. Kibir ve bencilliğin nelere mal olacağını da. Aç gözlülüğün yarattığı tahribatlar kanımızı dondurdu.

“Devlet nerede” diyen depremzedelerin acılı sesleri yüreklerimizi dağladı.

Aklın, vicdanın, merhametin yokluğunda kötülüğün nerelere vardırılabileceğine tanık olduk.

Kimileri ise, “defter”lerini açtılar, notlarını aldılar. “Ne hakla!” diyecek olanlarsa, karşılarında günlerdir kayıplara karışan “devleti” gördüler. İnternet kesildi, ekranlar karartıldı, twitter yavaşlatıldı.

Kimse sinmedi aksine kenetlenme daha da büyüdü. Futbol sahaları inledi. Suya sabuna dokunmayıp “apolitik” diye nitenlendirilen kesimler bile bölgeye koştular, sorumluluk yüklendiler. Genç, yaşlı demeden herkes malzeme ve yiyecek taşıdı, kazma kürek enkaza daldı. Kimileri ise sosyal medya yoluyla yaraların sarılmasında koordinasyonun bir parçası oldu.

Kurtarma ekipleri, madenciler, öğrenciler, sosyalistler, komünistler, işçiler, sendikalar, mesleki birlikler, belediyeler, sağcılar, solcular, futbolcular, sanatçılar, yazarlar, çizerler, “terörist” diye yaftalananlar, dünyanın bir çok yerinden gönüllüler bir canı kurtarmak, yaralara merhem olmak için canla başla çalıştı. Bu sıcak kalpler bize umut verdi. Kendiliğinden oluşan bu dayanışma iyiliğin sesi oldu.

Anneler, babalar  çocuklarını çıkarabilmek için elleriyle kazdılar enkazı. Kimisi ölmüş yavrusunun elini bırakamadı. Kimi ise enkaz altında sesi gelen yakınlarını kurtarabilmek için çırpındı. “Yardım” diye inletti sokakları. Sağda, solda, yerde, gökte devleti aradılar. “Devlet nerede? Ordu nerede?” diye haykırdılar.

Sonra sesler gelmez oldu. Soğuktan donarak öldü kimileri, yakınlarının haykırışları ise yüreğimizi titretti. Kimi bulamadı cenazesini. Kimi ölüsüne razı oldu yeter ki tek parça çıkabilsin diye yalvardı. Kimi kimsesizler mezarlığına gömüldü. Kimi ise kurda kuşa yem oldu.

Sonra birden yönetenleri gördük. Buz gibiydiler. İçimiz üşüdü. Yönetemediklerinden dolayı utanç duyacaklarını sandık. Yanılmışız. Çünkü bütün bu olup bitenlerde hiç suçları yokmuş, meğer herşey imar aflarının, imar planlarının değil de, ‘kader planının” bir parçasıymış.

Kader deyince ünlü psikiyatr Carl Gustav Jung’un sözleri akla geldi: “Bilincinize getirmediğiniz her şey karşınıza kader olarak çıkar”. Yapılmayanların, göz ardı edilenlerin, savsaklamaların yarattığı bir “kader”e işaret eder. Yani “kader”e, uyarıcı bir nitelik yükler Jung. Bu iki farklı bakış insanlık tarihindeki iki farklı ana yolu hatırlattı. Uyutanlar ve uyaranlar cephesini.

Bu deprem çok şey öğretti demiştik. Sorumluluğu kabul edip gereğini yapacak bir devlet arandı. Halk oy vererek iktidara getirdiği siyasetçilerin kendilerini nasıl yalnız bıraktıklarına tanık oldu.

Ortada büyük bir kötülük var. Çıkar, hırs ve bencillik üzerine kurulu kötülük olağanlaşmış, kanıksanmış. Bir sessizlik, bir umursamazlık, kendini bırakmışlık hali kötülüğün çığ gibi büyümesinin sebebi olduğu gerçeği bir kez daha kendini hatırlattı.

“İnsan, insanın kurdudur” demiş Thomas Hobes “bencilliğin, çıkarcılığın ve kötülüğün” insan doğasının bir parçası olduğuna işaret etmiş. Bu felaketin boyutlarını düşününce Hobes’a hak vermemek elde değil.

İlâhiyatçı Augustinus, “Evrenin kendisinde aslen kötülük olmadığını, ama insanlarda kötülük ve günahın var olduğunu” söyler. “Dünyada var olan günah veya kötülüklerin nedenini ve kaynağını bireysel irade”ye bağlar. Yani “Kötü istenç” sonucu kötülük ve günah ortaya çıkar demek istiyor.

Varoluşçu filozoflara göre, “doğuştan gelen herhangi bir özellik, yani insan doğası, insanı iyi veya kötü yapmaya yetmez. İnsan varolduktan sonra kendisini oluşturmaya başlar. Kişilik özelliklerini sonradan kazanır. Çevresel faktörler ve insanın yaptığı seçimler onun yolunu yönünü belirler.”

Alman filozof Immanuel Kant ise “insanı, doğası itibariyle iyi ya da kötü olarak değerlendirmenin doğru olmadığını” söyler ama bununla birlikte yine de bu iki eğilimin insanda var olduğunu kabul eder. O da seçme özgürlüğü gibi bir istence sahip olduğumuzdan bahseder. Sokrates ise, insanın iyiye ve kötüye dair bilgisizliğini kötülüğün sebebi” olarak görür.

Ünlü felsefeci Jean-Jaques Rousseau, “doğa insana gözyaşını verdiyse, o zaman bu onun hassas bir kalbi olduğunun da kanıtıdır” diyor.  Aynı zamanda insanın doğası itibarıyla acıma ve merhamet” duygularına sahip olduğunu da ekliyor. Hatta insanın “özde iyi” olduğunu da savunur. Peki doğasında “acıma ve merhamet” duyguları barındıran, ağlayabilen, duygulanan Rousseau’nun, bu “özde iyi olan” insanına ne oldu da dünya kötülüklerle boğuşuyor?

Bu soruya Rousseau’nun cevabı hazır. Doğa durumunda (ilk çağlarda) hassas ve merhametli olan insanın, toplumsallaştığında ya da medenileştiğinde acıma ve merhamet duygularından vazgeçtiğini, “aklın gelişmesiyle birlikte bencillik ve egoizmin ortaya çıktığını” daha hesapçı ve çıkarcı” olmaya başladığını söyler.

Kant ise insanlık tarihinde aklın ilk kullanımının “kusurlu”  olduğunu söyler. Fakat “insanlığın ilerlemesiyle birlikte  aklın kullanımının gittikçe kusursuzlaşmakta” olduğuna inanır. Ama ‘Çıkar, hırs gibi bencillik temelli güdülerin bizzat kötülüğün kaynağı olduğunu’ da vurgular.

Freud ise insanı temelde iyi ve kötü olarak değerlendirmek yerine, “insanın birbiriyle çelişen iki eşit güç tarafından yönlendirildiği” savında bulunur. Yani “hem yıkıcı, hem de yapıcı” yanlarımızın var olduğunu işaret eder.

Konfüçyüs’ün 2500 yıl önce söyledikleri önemlidir: ‘İnsanın doğru olma arzusunu aslen içinde taşıdığını ama genellikle “güç, nüfuz veya zenginlik” gibi içimizde bizi ayartmaya çalışan rakip değerlerle çatışmak durumunda kaldığımızdan’ bahseder. Bireysel çekişmelerin üstesinden gelebilmemiz için “eğitimle” öz disiplin kazanmamız gerektiğini söyler. Eğitimi, bugün sadece mesleki bir bilgi olarak algıladığımız şekliyle değil, “dürüst, ahlaklı ve erdemli bir insan karakteri yetiştirme” aracı olarak görür.

İslamiyet, Allah’ın, kainatı imtihan için yarattığı’nı söyler.”İmtihan gereği kötülüğe (şerre) müsaade eder. Şerri istemez ama kul şerri arzu edip tercihini yaptığında da kulun isteğine göre yaratır” der. Güç, haz ve zenginlikle kendisini “şer” batağına atan insanlık binlerce yıldır hayatını da, dünyasını da yok ediyor. Sanki yine bir Ortaçağ karanlığına yolculuk ve kısırdöngü döneminin ortasındayız.

Bugün yaşanan deprem, “çıkar, hırs” gibi bencillik temelli güdülerin nasıl bir “şer”e yol açabileceğini gösterdi. Felaketzedeler dar günlerinde kendilerine uzanacak bir el aradı. Devletini zor zamanında yanında görmek istedi. Bencillik, hırs ve çıkarcılığın olduğu mecralarda gözyaşının bir önemi olmadığı gibi kayıp onbinlerce hayatın da bir önemi olmadığına tanık olduk!

Deprem diğer yandan, iyilikle yola çıkan müthiş bir dayanışmayı da beraberinde getirdi. Ortada dolanan kötülüğün karşısına doğal gelişen bir cevap gibi. Orta Çağ İslam aydınlarından Fârâbî’nin sözleri kulaklarımızda çınlıyor. “İyilik bir yetkinlik ve bir amaçtır… İnsan iyi ve kötü seçimini yapabilecek güçte yaratılmıştır”.  

İktidar seçimini iyilikten yana değil, güç gösterisi ve kibirden yana kullandı. Yardım bekleyen insanlara koşup, can kurtarma, yara sarma yerine koltuklarını, geleceklerini sağlama alma peşine düştüler. Kendilerini 20 yıldır iktidar yapan halkın imtihanından da geçemediler. Büyük tepkilerle yüzleştiler.

Konfüçyüs’ün bahsettiği “güç, nüfuz veya zenginlik” gibi değerlere yenik düşen sadece siyasiler değil. Tepeden tırnağa, görevlerini hakkıyla yapmayan sorumlu bütün birimler büyük suçun içindedirler. Çıkar uğruna kötülüğe yol verenler de, sessiz kalanlar da suça ortaktır.

Aslında günahsız çocukların dışında neredeyse hepimiz enkaz altındayız. Toplumsal enkaz hafriyatından güzel bir gelecek kuramayız. Taze bir başlangıç için silkelenmek zorundayız. Yıkılan binaların yerine benzerlerini yükseltmeden önce iyi, dürüst ve ahlaklı bir toplum inşa etmeliyiz.

_______________

Kaynaklar

1. Augustinus, Leibniz ve Kant: Kötülük Üzerine Bir Rapsodi- Taşkıner Ketenci – Metin Topuz

2. Hannah Arendt’te Kötülük Problemi -Kemal Bakır

3. İnsan İyi mi, Kötü mü? Erich Fromm – İnsanokur

4. Confucius and his views on education – Britannica

5. Mencius – Stanford Encyclopedia of Philosophy

6. College and Character: What did Confucius Teach Us About the Importance of Integrating Ethics, Character, Learning and Education? by RMC Ng · 2009· Cited by 31 – 2

7. Demokrasi ve Katılım: Rousseau, Eşitsizlik Üzerine Söylev – Sosyal Kontrat (18, 19, 20) – Prof. Steven B.Smith İle Siyaset Felsefesine Giriş – https://youtu.be/vRegchbmN7w

8. Kant’ın Eleştiri Felsefesi Ve Üç Eleştirisi- Geçmişten Günümüze Düşüncenin Yolculuğu (VII) – Pandora – Felsefe

2672320cookie-checkSuzan Beyazıt yazdı: İYİ, KÖTÜ VE DEPREM!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.