JİN, JİYAN, AZADİ Kadın, Yaşam, Özgürlük

SUZAN BEYAZIT / LONDRA – Kadın, yaşam ve özgürlük. Son günlerde çok duyduğumuz bu üç sözcük, her biri tek başına ve bir bütün olarak bize sanki kendi hikayelerini anlatmak ister gibidirler. İnsanlığın ilk zamanlarına götürür bizi. Kusurlu başlayan hikayemizi hatırlatırlar. Bu kusur çok can aldı. Çok zulmettti. Peki nedir bu kusur? Niye devam ettiriyoruz?

Hikayemizin kusuru Adem ve Hava’yla başlamış. Adem bir birey olarak doğarken Havva onun kaburga kemiğinden doğduğu inancı iki bin yıldır söylenir durur. Yani Tanrı Adem’le Havva’yı eşit yaratmamış. Tanrı böyle bir adaletsizliği yapar mı? Yaparsa neden yapar sorgulamasını yapamadığımız bölgeler var.

Kadın ve erkeğin eşit bireyler olarak görülmeyişleri erkeğe ayrıcalık, güç sunarken, kadına ise köleliği, acıyı, zulmü ve ölümü getirmiş. İnancın kendisi mi yoksa inananların bu inancı kendi lehine çevirerek bundan bir kazanç elde etme istekleri mi bu kusurun sebebi, işte bir türlü konuşulamayan, tartışılamayan konu budur. Çünkü inancı konuşmak, tartışmak günah olarak görüldüğü için yasaklanmış ve bu yüzden sorunun kaynağına ulaşmak bir türlü mümkün olamamış.

Tanrı adaletsiz olur mu üzerinden devam edecek olursak Tanrı adaletsiz olamaz, olmamalı. Yoksa inanmak için bir sebebimiz kalmaz. Bizim inandığımız Tanrı iyi ve adaletli olmalıdır. Çoğunluğun müslüman olduğu Ortadoğu’da kadına yapılan adaletsiz uygulamalar ve kötü muameleleri Tanrı istiyor olamaz. Çünkü bu Tanrı’nın varlık sebebine aykırı. O zaman yanlış nerde ve kimde?

Jina Mahsa Amini

Jina Mahsa Amini henüz 22 yaşındaydı. Kimbilir o gün giyindiği kıyafetiyle ve azıcık görünen saçıyla kendisini nasıl hayal etmişti? Ama yaşadığı ülkede hayaller kurmak yasaktı. Kendilerine çizilen bir hayat vardı. Onun dışına çıkmamalıydı. Sonuç; bir tutam saçın görülmesi bir ölüme neden oldu. İran yönetimi ise bu ölüme bir kılıf bulmaya çalıştı, peşi sıra gelen protestolarda 11 -17 yaş arası 23 çocuğu da katledebildi.

Cıvıl cıvıl bir çocuktu Nika Shakarami. 16 yaşındaydı. Başı korkunç derecede ezilerek öldürüldü. Nika’nın cansız bedenini, 17 yaşına girdiği doğum gününde teslim alıyor ailesi. Bu da yetmiyor devlet yetkilileri ailenin evlatlarını toprağa vermek istedikleri yerden alarak 40 km uzaklıkta bir başka yere defnediyorlar. Bu nasıl bir kötülüktür? Bir anneye babaya böylesi ağır bir acı nasıl yaşatılır?

İnancın muhtevası değil de, taraftarlığı ve dayatması daha önem arzetmiş olmalı ki,  bu “dindar” kesimlerde bu zalimce muamele kabul görebiliyor.

Nika Shakarami

https://www.youtube.com/watch?v=ovZseqrlUeI

Oysa “kadim”  bir geçmişe sahip koca bir devlet var karşımızda. Sayısız şair, düşünür yetiştirmiş. Bu topraklarda “İyiliğe gücün yetmezse, bari kötülük yapma” diye öğütleyen bir irfan da var. Böylesi bir geçmişe sahip bir devleti yönetenlerin amacı gencecik insanları öldürmek değil, yaşatmak olmalıydı. Tabii amaç, adaletsiz uygulamaları sorgulayıp düzeltmek yerine, İslami rivayetlere dayalı sistemi dayatarak güç elde etmekse, o zaman devlet eliyle “kötülüğün sıradanlaşması” da kaçınılmaz oluyor.

İran, 1979’dan beri “İran İslam Cumhuriyeti” adı altında Şeriat’la yönetiliyor. İslam dini böylesi bir vahşete evet diyor olabilir mi, sorusu ister istemez hepimizin aklını kurcalıyor.

Diğer yandan dayatmacı, despot devlet anlayışıyla yönetilen ülkelerde gücünü sınırsız kullanan devletin karşısında ezilen vatandaşın hakları nasıl korunmalı konusu bir başka soru olarak bizleri düşündürtmeye devam ediyor. Ataerkil kültürün şiddete katkısı ise ayrıca cevaplanması gereken bir başka soru.Yani Ortadoğu halkları (despot devlet, şeriat, ataerkil kültür) bu üçgen içerisinde sıkışmış bir vaziyette nefes alamıyor. Özellikle kadınlar ağırlıkta olmak üzere.

Kadınların yaşamı, sürekli devam eden bir denetim mekanizmasıyla ömür boyu bir mahkumiyete dönüşmüş durumda. Sosyal, siyasal ve eğitim olarak içinde bulundukları darlaştırılmış konumsa bir gelecek vaat etmiyor. Kısır döngüye hapsedilmişler.

İranlı gençler çok kızgınlar ve ellerinden alınmak istenen hayatlarını geri alma mücadelesi veriyorlar. Yaşamlarını daha anlamlı, daha özgürce yaşamak istiyorlar. O yüzden protestolarında “kadın, yaşam ve özgürlük” diyorlar.

Her insan yaşadığı toplum içinde önce sevgiyle kucaklanmak, bir birey olarak saygı görmek ve eşit bir muameleyle sarmalanmak ister. Gel gör ki, Ortadoğu’da “Her kız çocuk bir avuç beladır” diyen bir zihniyet hakim. Bu zihniyet kadını potansiyel bir suç unsuru olarak görmekte ve yaşadığı her alanda onu kısıtlayarak kontrol altına almak istiyor. Giyim kuşamdan eğitime, siyasal haklardan hukuka kadar kadınlara kanunlar nezdinde ikinci sınıf vatandaş konumu layık görülmüş. Kadınlar çeşitli denetim mekanizmalarıyla sürekli baskı altında tutulmaktalar.

Bir yandan dini kurallar, diğer yandan ataerkil gelenekler derken kadına değer vermeyen, ayrımcı, adaletsiz kendi içinde çelişkiler barındıran tuhaf bir sistem çıkmış ortaya.

Shirin Ebadi

İran’daki bu çelişkili kanunları ve kadınların konumunu kadın hakları savunucusu ve aynı zamanda  hukukçu olan Shirin Ebadi çok güzel özetlemiş.

Siyasal reşitlik yaşı hukuksal reşitlikten farklıdır. Bir kadın kimi zaman (örneğin oy verme konusunda) bir erkeğe eş değerdir, kimi zamansa (miras ve tanıklık gibi) erkeğin yarısı kadardır. Bununla birlikte cezai sorumluluğu daha küçük yaşta başlar ama her şeye rağmen yaşamı boyunca reşit kabul edilmez

9 yaşında evlenebilir ama 15 yaşından önce çalışamaz. Çünkü çocukların çalışması yasaktır. 14 yaşında bir kız medeni hukuk ve ceza hukuku açısından ergindir, çalışma hakkı açısından reşit kabul edilmez.” 

Shirin Ebadi, yasalardaki bu çelişkilerin nedenini “İslam adına ataerkil ayrıcalıklarını sürdürmek isteyenlerden” kaynaklandığını söylüyor.

Nobel ödüllü Ebadi, İran’da Şeriat kanunlarının yürürlüğe girmesiyle birlikte yargıçlık görevinden ayrılmak zorunda bırakılmış bir hukukçu.

Ortadoğu’daki haksızlıkların kökeninde dini kuralların yanısıra sorgulanmadan yaşatılan ataerkil geleneklerin de büyük etkisi olduğunu Türkiye’de yaşayanlar da bilir. Bu gelenekler neden var, doğru mudur, adaletli midir, neler yaşatır kız evlatlarına, kime yarar, neden devam eder demeden sorgusuz, sualsiz sürer gider.

Kız çocuklarının doğdukları andan itibaren karşılaştıkları bu ayrımcılık; suçluluk duygusu içinde yaşayan, kendisini değersiz hisseden, hayata yenik adımlar atan insanlar yaratıyor. Böylelikle kadınlar toplumsal alanlarda kendilerini gerçekleştirme ve var etme potansiyellerini kullanamamış oldukları gibi ülkeleri de bu potansiyeli devre dışı bırakmış olduğundan kendi geleceklerini sınırlandırmış oluyorlar.

İslami kültürün etkisi altında olan bütün ülkelerde durum neredeyse aynı. Bazı ülkelerde bu sınırlar daha da daraltılarak (“şeriat kuralları çerçevesinde”) kırbaçlamaya, taşlamaya hatta idam sehpalarına kadar vardırılabiliyor. Bu eşitsiz ve adaletsiz uygulamaları sorgulayanlar ise ya ceza evlerinde ömür tüketiyor ya da canlarıyla bedel ödüyor.

Ömer Hayyam

Oysa bu topraklarda yetişmiş Ömer Hayyam, yüzyıllar önce “adalet evrenin ruhudur” demiş. Adalet olmadan huzur gelmez. Umudun karartıldığı, hayal kurmanın bile yasak olduğu topraklarda huzur olabilir mi?

Bu protestolarla birlikte “Baraye Azadi – Özgürlük İçin” adlı bir şarkı gündeme geldi ve milyonlarca insan tarafından da paylaşıldı. Protestoların marşı haline gelen parçanın bestecisi genç müzisyen Shervin Hajipour  tutuklandı ve daha sonra serbest bırakıldığı haberi geldi.

Müzisyen Shervin Hajipour

https://www.youtube.com/watch?v=SmHpGpcADbI&list=RD704nVHt5q3k&index=2

İranlı yetkililerce yasaklanan parçanın sözleri şöyle;

“Baraye Azadi” – “Özgürlük için”

sokaklarda dans etmek için,

sarılmaya korktuğun için,

kız kardeşim, 

kız kardeşin ve 

kız kardeşlerimiz için,

çürümüş beyinlerin değişmesi için,

utanç ve yoksulluk için,

çocuklar ve ezilmiş hayalleri için,

gaddarlaşmış geçim derdi için,

tutsak düşünürler için,

Afgan çocuklar için

tüm bu sayısız “için” için,

içi boş laflar ve tezahüratlar için,

erkek olmayı dileyen kızlar için,

kadınlar için, 

yaşam için, 

özgürlük için,

Yoğun bir duygusallıkla icra edilen parçada “erkek olmayı dileyen kızlar için,” diye bir cümle var. Sanıyorum parçanın en can alıcı mısralarından biri de bu. İran öznelinde Ortadoğu’daki kadınların durumunu çok güzel özetliyor.

Kadınların kadın olarak doğduklarına pişman olduklarını gösteren sadece bu şarkının sözleri değil. İran’ın ünlü sosyologlarından Manuchehr Mohseni’nin 2000 yılında yaptığı bir araştırmada, kız çocuklarının % 53’ünün dünyaya erkek olarak gelmeyi tercih ettiklerini gösteriyor.

Bu tercihi yapan kadınların % 34’ü, kadınların horlanmasını ve değersiz görülmesini, % 26’sı kendilerine yapılan müdaheleyi, % 16sı ise iş yükünün ağırlığını sebep olarak göstermekte.

İran İslam Cumhuriyetinin 1979’da yönetimi devralmasından sonra yapılan yeni düzenlemelerle kadınların toplumsal ve siyasal alandan uzaklaştırılması başlamış. Örtünme zorunluluğu başta olmak üzere, bağımsız hareket etmeme gibi bir çok yeni kanun yürürlüğe girerek kadınlar aleyhine cinsiyet eşitsizliğini ağırlaştıran adımlar atılmış.

Erkekler için çok eşlilik kabul edilirken, kadınlar için kendi iradeleri dışında zorunlu evlilik dayatılmış. Yasal evlilik yaşı kadınlar için 13’e düşürülmüş ve erkeklere tek taraflı boşanma hakkı verilmiş olduğu gibi  çocuklarının velayet hakkı da yine erkeklere verilmiş.

Kız ve erkek öğrencilerin ortak eğitimi son bulmuş ve kadınların bazı yüksek mevkilere gelmesi yasaklanmış. Cumhurbaşkanlığı, yargıçlık gibi.

Bu ayrımcılıklar ve eşitsizlikler İranlı kadınları durdurmamış, dini baskılara ve ataerkil zihniyete karşı örgütlenmelerine vesile olmuş. Bugünkü protestoların geniş kesimlere yayılmasında kadınların büyük katkıları var.

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney

İran’ın ‘Ruhani lideri’ bu protestolar devletimizi yıkmak için birileri tarafından planlanmış” diyor. Öyle dahi olsa hak, adalet ve huzuru yakalamış olan bir ülkeyi hiç kimse yıkamaz, huzursuzluk çıkaramaz.

Eğer bir ülkede “erkek olmayı dileyen kızlar” varsa, yoksulluğun utanç ve acısını yaşamak istemeyenler çoğunluktaysa, çürümüş beyinlerin değişmesini isteyenler artmışsa, çocukların yok edilmiş hayallerine bir haykırış varsa, demek ki o ülkede adaletsiz bir yaşam var demektir. Haykırışlarını dile getiren gençleri acımasızca katleden gaddar bir yönetimin dış düşmana ihtiyacı yoktur.

Protestoların ortaokul öğrencilerine kadar uzandığı bir ülkede suçu öncelikle dışarda değil köhnemiş, işlemeyen çağdışı, adaletsiz sistemde aramalı. Akbaba gibi bekleyen uluslararası çıkar öbeklerini besleyenlerin bizzat sorunu yaratanlar olduğunu unutmamamız gerekir. İktidar koltuğu, halkın aydınlanması ve ferahlamasından daha yüce değildir.

Ne güzel demiş Ömer Hayyam“için temiz olmadıktan sonra / hacı hoca olmuşsun; kaç para!  / hırka, tespih, post, seccade güzel;  / ama Allah kanar mı bunlara?”

2641220cookie-checkJİN, JİYAN, AZADİ Kadın, Yaşam, Özgürlük

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.