Kanal İstanbul ve Devletin Devamlılığı 

ADNAN EKŞİGİL – Kanal İstanbul’un geçen günkü temel atma töreni dolayısıyla konu gene kızıştı. Kanala karşı olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, atılan temelin aslında Kuzey Marmara otoyolunun Sazlıdere bağlantısı olduğunu açıkladı. Yani temel göstermelik; daha doğrusu, önceden planlanmış ve yürüyen bir başka projenin bir parçası. Buna sevinmeli, zira Türkiye’de göstermelik temel atma uğruna milyonları çarçur etme az görülen bir durum değildir. Hiç değilse Sazlıdere temeline akıtılan para, boşa gitmemiş olacak. Aldatmacaysa, bari böyle olsun!

Fakat bu aldatmaca, bizzat hükümetin de Kanal projesinin gerçekleşebilirliğine inanmadığının bir işareti. Gerçekten de, projenin getiri ve götürüsü karşılaştırıldığında, hele günümüz Türkiye’sinin kırılgan ekonomik ve siyasi şartlarında, buna samimiyetle inanmak için kör olmak gerekir. Daha önce çeşitli vesilelerle belirttiğim gibi, Kanal İstanbul’un gerçekleşme olasılığı sıfıra yakındır.

Kuşkusuz, projenin önündeki en önemli engel, finansmanıdır. Bu finansmanı, kâr amacıyla belirli finans veya sermaye gruplarının değil, yüksek jeopolitik saiklerle doğrudan doğruya devletlerin sağlayacağını söyleyenler var. Bir rivayete göre, savaş gemilerini Karadeniz’e sokmak için Montreux kısıtlarını aşmak isteyen Amerika, projenin arkasındadır. Bir başka rivayete göre, projenin asıl arkasında olan, dünya ticaret ağını yaymaya odaklanmış Çin’dir. Bir ara Katar lafı da vardı, ama Katar işin salt ‘rant’ tarafında kaldı, biraz da küçük geldi anlaşılan. Bütün bu rivayetler birer spekülasyondan ibarettir, genellikle de Kanal projesi etrafında dönen bitmez tükenmez komplo teorilerinin pek ötesine gitmez.

Görünen o ki, halihazırda Amerika’dan, Çin’den ya da bir başka ülkeden Kanal inşası için zırnık çıkmış değildir, çıkacağı da yoktur. Nitekim, güya temeli atılmasına rağmen, bizzat hükümetten halen finansman arayışında olduklarına dair açıklamalar gelmekte. Örneğin Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, son açıklamalarından birinde, Kanal finansmanı için ‘’en iyi şartları haiz’’ hazine garantili bir yap-işlet-devret modeli üzerinde durduklarını söyledi. Büyük ihtimalle, para gelecekse böyle bir model çerçevesinde gelecektir.

Eğer 30 km doğusunda hakikisi olmasaydı, Kanal İstanbul’a para bulmak elbette zor olmazdı. Fakat hakikisi varken ve oradaki gemi trafiğinin Kanal’a yönlendirilmesi garanti değilken, hesabını bilen yatırımcıların bu işe çok hevesli olamayacakları açık. İstanbul’da Kanal fikrine karşı güçlenen muhalefet de, onların heveslerini kıracak ilave bir etken.

Kanal’a karşı muhalefetin başını çeken CHP ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, direnişlerinin önemli bir adımı olarak, bir kaç aydır Kanal’a finansman sağlayacak potansiyel yatırımcılara seslenmekle meşgul. Buna çok daha önceden niçin başlamadıkları meçhul, ama bu adımı geç atmaları hiç atmamalarından iyidir.

CHP’nin sözcüleri, iktidara geldiklerinde Kanal projesine para yatıranları nemalandırmayacaklarını ilan ediyor. Bunu nasıl yapacakları pek belli değil, ama bir şekilde geri ödemelerde zorluk çıkarmaktan kaçınmayacaklarını anlıyoruz. Umarız bu uyarıların bir etkisi olur, fakat gerçekte ne kadar caydırıcı olabileceği, ‘devletin devamlılığı’ ilkesinin nasıl yorumlanacağına bağlıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ilkeyi nasıl yorumladığı açık. Temel atma töreninde, CHP sözcülerini şu sözlerle azarladı: ‘’Devletlerde devamlılık esastır, bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Sizler nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla alırlar. Bunları da öğren.’’

Kabul etmek gerekir ki Erdoğan haklı. Normal şartlarda gerçekten de ‘söke söke’ alırlar. Söke söke almalarını mümkün kılacak her türlü teminatı fazlasıyla Erdoğan’ın onlara vereceğinden şüphe yok.

Gene de, bazı gri alanlar, karanlık noktalar hiç yok mudur acaba? Bol keseden hazine garantisi dağıtıp para toplayan, o parayı da abuk sabuk projelerle çarçur edenin bir sorumluluğu vardır da, verdiği paranın nasıl ve kim tarafından harcanacağına hiç bakmaksızın hazine garantilerinin üzerinde yan gelip yatanın hiç mi sorumluluğu yoktur?

CHP’nin TBMM Adalet Komisyonu üyesi ve Aydın Milletvekili Süleyman Bülbül, Erdoğan’a cevaben şöyle demiş: ‘’Ödemelerin yapılmaması üzerine bunun tahkimle çözüleceğini iddia etmek halkın istemediği bir projeyi dikte etmekten, yapmaya zorlamaktan ve otokrasiden başka bir şey değildir. Uluslararası hukukun yıllardan beri gelenekselleşmiş çevre, doğa, insan ve ekosistem sağlığı üzerinde değerleri vardır. Kanal İstanbul’la bu değerlerin çiğnenmesi uluslararası hukukta da kabul görmeyecektir. Rantı amaçlayan hiçbir sözleşme bu değerleri karşısına alamaz. Kanal İstanbul bir ihanet projesidir. Bu projeye destek verenler bu işin hukuki ve siyasi sonuçlarına katlanmayı da bileceklerdir.’’

Bülbül’ün bu sözlerinden, Türkiye’de yeni bir iktidarın önceki iktidarların üstlendiği yükümlülüklerden kolayca kurtulabileceğini varsaydığı anlaşılıyor. Oysa bu işin hiç kolay olmadığı muhakkak. ‘’Çevre, doğa, insan’’ gibi değerlerin borç hukukunda nasıl ve ne kadar işe yarayacağını bilmek, Kanal finansörleri üzerinde daha etkili bir baskı kurmayı mümkün kılabilir. Başta Rıza Türmen olmak üzere, CHP’nin kıdemli hukuçularının bu konuyu derinlemesine irdelemesinin ve tartışmaya açmasının zamanıdır.

2526990cookie-checkKanal İstanbul ve Devletin Devamlılığı 
Önceki haberFransa’da aşırı sağ bölgesel seçimlerde kazanamadı
Sonraki haberDemokrasiyi ve barışı savunmak, kamusal hizmetleri ve KESK’i savunmaktır!
Adnan Ekşigil
Adnan Ekşigil 1953’te Istanbul’da doğdu. UCLA’da (University of California at Los Angeles) siyasal bilimler okudu, 1974’te mezun oldu. 1975 – 1981 arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1980 darbesinin ardından, YÖK’ün de kurulmasıyla birlikte fakülteden ayrıldı. 1982 – 1987 yılları arasında Fransa’da yaşadı, çeşitli yayın ve çeviri işlerinde çalıştı ve gençliğinden beri hobisi olan tarımla bağlantılı bazı projelere katıldı. 1983 – 84 yıllarında Sorbonne’un (Université de Paris) Felsefe Fakültesi’nde en sevdiği Fransız düşünürlerden olan Jacques Bouveresse’in seminerlerini izledi ve DEA yaptı. 1991’de, Trakya’da önceden başlatmış olduğu kavak yetiştiriciliğini genişleterek, fide ve fidan üretimine dönük çiftlik kurdu. 1992 – 2004 yılları arasında, Boğaziçi Üniversitesi’nin Felsefe Bölümü’nde, Yeditepe Üniversitesi’nin de Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yarım ve tam-zamanlı olarak belirli aralıklarla dersler verdi. 2007’ten beri zamanının önemli bölümünü Kanada’nın Montreal kentinde geçirmekte olup, halen eski ve “arkaik” tohum koleksiyonculuğu, ağaç fidesi üretimi ve fidancılık ürünleriyle ilgili çeşitli ticari ve deneysel faaliyetlerde yer almaktadır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.