Kapitalizmde olağan ilişkiler!

Ekonomik sistemleri ilahî nizamlar gibi algılayan halk kesimleri, hatta bazı aydınlar Başbakan Erdoğan’ın Ofer Ailesi ile görüşmesini şiddetle eleştirmektedir. Aynı çevreler Galataport ihalesinde de  bazı kuşkuların olduğunu iddia etmekte ve bu konuda da eleştiri oklarını siyasal erke yöneltmektedir. Bu tür ilişkilerin ahlâka aykırı olduğu doğrudur, ama tüm bu ve benzerî ilişkiler kapitalist âdâba uygundur; kapitalist devlet anlayışı açısından bu tür konularda eleştirecek fazla bir şey yoktur. Bu tür hataların sosyalist sistemde işlenmesi suç olur, ama kapitalizmde böyle bir düşünceye yer yoktur. Zira, kapitalist sistemde emekçilerin yarattığı değere el koyan kapitalistler, kendi açılarından çok da haklı olarak, bu servetlerini her yoldan korumak ve güçlendirmek durumundadır. Bu nedenle, kapitalist sistemlerde siyasal erk burjuvazinin ve sermayenin siyaset alanında çıkarını koruyan bir araçtır. Buna karşın, sosyalist sistemlerde emeğin yarattığı değer toplum adına merkezî yönetim ya da komünler tarafından idare edildiğinden, bu fonlar üzerindeki tasarrufta tüm toplumun kararı aranır. Bu nedenden, kapitalist sistemlerde siyaset burjuvazinin bir aracı olduğu halde, sosyalist sistemlerde siyaset halka ait kaynakların halk adına kullanım mekanizmasıdır. Yine aynı nedenden, kapitalist sistemlerde çok sayıda siyasî partiye ihtiyaç olmadığı halde, sosyalist sistemlerde çok sayıda siyasî parti gereklidir. Nitekim, ABD’de iki parti, halkı oyalarcasına, iktidar koltuğunu aralarında gezdirmekte, ekonomik zenginliğin perdelediği bu komediyi halk da demokrasi sanmaktadır.

Kapitalist sistemlerde sermaye ve burjuvazi, üretim üzerindeki hakimiyeti, elindeki medya ve sair ideolojik baskı araçları ile toplumu kendi hizmetine ve emri altına alır. Sermayenin siyasete girme ve siyaseti kendi çıkarı doğrultusunda yönlendirme yolları arasında bazı güçlü kuruluşlar, hatta sivil toplum örgütleri ve siyasetteki akrabalık, eş-dost ilişkileri söz konusudur. Bu görüntü ve ilişkiler ağı kesinlikle sadece Türkiye’ye özgü de değildir. Bakınız, ABD’deki ilişkiler ağı, bizzat ABD’li gözlemciler tarafından nasıl deşifre edilmektedir. Bütün dünyaya hakim olan ve demokrasiyi etrafa yaydığını iddia eden bir devletin nasıl içten kuşatılmış olduğu aşağıdaki alıntılarda açıkça gözler önüne serilmektedir. Bu pasajları okurken, herhangi bir kapitalist ekonomiyi veya Türkiye’yi düşünmemek olası olabilir mi!

“1939-1962 yılları arasında Yüksek Mahkeme yargıcı olarak görev yapmış olan Felix Frankfurter, ‘Washington’daki gerçek yöneticiler görünmezler, sahne gerisinden iktidar kullanırlar’ demişti. Bir arkadaşına gönderdiği 21 Kasım 1933 tarihli bir mektupta Başkan Franklin Roosevelt, ‘İşin gerçeği şu ki (bunu sen de ben de biliyoruz), büyük merkezlerdeki bir finans unsuru ta Andrew Jackson’ın günlerinden bu yana yönetime sahip olmuştur’.

Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Carrol Quigley merkez bankalarını kontrol eden yatırım bankerlerinin hedeflerine dair şunları yazmıştı: ‘Bankerlerin hedefi her ülkenin siyasi sistemine ve bir bütün olarak dünya ekonomisine egemen olabilecek çapta ve özel ellerde bir dünya finans kontrol sisteminin yaratılmasından başka birşey değildir…Dünyanın uyum içinde hareket eden merkez bankaları ve sıkça yapılan özel toplantı ve konferanslarda ulaşılan gizli anlaşmalarla finans dünyası lehine âdeta feodalist bir tarzda kontrol edilen bir sistem oluşturulmak istenmektedir.’

Şirketler büyüyüp uluslararasılaştıkça ulusal tekeller artık çıkarlarını koruyamaz oldular ve içine girdikleri krizin çözümünü, sahne gerisinden kontrol edilen bir tek dünya yönetim sisteminde gördüler. Plân, çok eskiden beri buydu. Bu projeyi uygulamak için de ABD’yi politik ve ekonomik açıdan zayıflatmak gerekiyordu. 1920’lerde ABD, kolay kredi bulunmasının da ateşlemesiyle on yıllık bir refah dönemi yaşadı. 1923 ve 1929 arasında Federal Reserve para arzını % 62 genişletti. Bu geçici refah döneminin devam edeceğini düşünenler, 1929 Krizi’nde borsa çöktüğünde çok sayıda küçük yatırımcı ile birlikte yıkıldı, ama yıkılanlar ‘içeridekiler’  değildi. Allen ve Abraham’a göre, 1929 Mart’ında Paul Warburg çöküşün yaklaşmakta olduğuna dair bir sinyal gönderdi ve en büyük yatırımcılar piyasayı terk etti. Servetleri yerli yerinde duran bu yatırımcılar, krizde çöken şirketleri değerlerinin çok altında bir paraya satın alabildiler. Bir dolara satılan hisseler, artık beş kuruşa gidebiliyor ve zenginlerin satınalma gücü ve serveti muazzam bir artış gösteriyordu.”

Temsilciler Meclisi Bankacılık Komitesi Başkanı Louis McFadden’e göre: ‘1929 Krizi tesadüf değildi. Ustaca tasarlanmış bir olaydı… Uluslararası bankerler, hepimizi yönetenler olarak ortaya çıkmak için böyle bir umutsuzluk ortamı yaratmaya çalıştılar.’ Curtis Dall (Roosevelt’in damadı ve yatırım şirketi Lehman Brothers’ın yöneticilerinden) çöküş günü New York Borsası’nın işlem salonundaydı. Roosevelt: İstismar Edilen Kayınpederim başlıklı kitapta, ‘Çöküş; New York Borsası’nda gündelik paradaki planlanmış ani bir sıkıntının tetiklemesiyle halkın dünya para babaları tarafından planlı bir şekilde soyulmasıydı.’şeklinde anlatılmıştır. Çöküş, Wall Street’in başkanlığa hazırlanan Franklin Delano Roosevelt’in  yolunu açtı. ‘küçük insanların adamı’ olarak lanse edilse de gerçekte Roosevelt ailesi New York bankacılığının 17. yüzyıldan beri içindeydi. Roosevelt’in amcası Frederic Delano, ilk Federal Reserve yönetim kurulunda görev yaptı.

Roosevelt yıllarında Council on Foreign Relations(CFR) Amerikan siyasi hayatını ele geçirdi. Hazine Bakanı Morgenthau’dan başka, CFR üyeleri arasında Dışişleri Bakanı Edward Stettinus, Savaş Bakanı Henry Stimson, ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sumner Welles de vardı. 1934’ten bu yana hemen hemen tüm Amerikan Dışişleri Bakanları ve Henry L. Stimson’dan Richard Chenney’e kadar tüm Savaş veya Savunma Bakanları CFR üyesi olmuşlardır.

CFR’nin geçmişteki ve şimdiki başkanları arasında su isimler yeralıyor.: George Bush, Thomas Foley, Averell Harriman, David Rockefeller, Donna Shalala, Zbigniew Brzezinski, John McCloy, Douglas Dillon, Adlai Stevenson, Bill Moyers, Cyrus Vance, Henry Kissinger, George Shultz, Alan Greenspan, William Rogers, Lane Kirkland, ve daha birçok ünlü isimler. Üye şirketler arasında da American Airlines, American Express, Archer Daniels Midland, ASARCO, AT&T International, Atlantic Richfield, Avon Products, BMW of North America, Bank of America Bankers, Trust Barclays Bank, Bristol-Myers Squibb, Capital Cities/ABC, Chase Manhattan Bank, Chevron Citibank/Citicorp, Coca-Cola, Deere & Company, Dow Chemical, Dow Jones &Company, Dun &Bradstreet, E. I. du Pont, Estee Lauder, Exxon, Forbes Magazine, Ford Motor Company, General Electric, General Motors, Georgia-Pacific, H. J. Heinz, Hilton Hotels, IBM Corporation, ITT Corporation, John Wiley &Sons, Johnson &Johnson, J. P. Morgan &Co., Peat Marwick, Merill Lynch, Mitsubishi, Mobil Corporation, New York Times, Nippon Steel, USA Occidental Petroleum, Olin Corportation, Paramount Publishing, PepsiCo, Pfizer, Phillips Petroleum, Price Waterhouse, Procter &Gamble, Prudential Insurance, RJR Nabisco, Rockefeller Group, Schlumberger Limited, S. G. Warburg &Co., Siemens Corporation,

Kapitalist sistemlerde siyaset alanında başat karar unsuru, hiç tereddütsüz, sermayedir. Sermaye, siyaset alanını, bir yandan birikimini artırabilmek için kullanırken, diğer yandan da, kendisi için kutsal olan bu amacını toplumsal amaç olarak tüm topluma benimsetmeye çalışır. Diğer bir deyişle, siyaset sermayeye kaynak aktarım aracı olarak işlev görürken, aynı anda, sistemi meşrulaştırıcı alanlarda da boy gösterir.

Böyle bir düzenleme ve işleyiş çerçevesinde siyaseti, toplumun farklı kesimlerinin eşit koşullarda mücadele ve kaynak paylaşım alanı olarak görmek doğru değildir. Tarihin bazı dönemlerinde, konjonktürel nedenlere bağlı olarak toplumun farklı kesimlerinin siyasette temsil edildiği, hatta kaynak dağılımında ciddî pay aldığı dahî görülmüştür. Ancak, bu model sermayeye karşı diğer toplumsal ve çıkar kesimlerin güç kazandığı anlamına gelmediği gibi, böyle bir politika devamlı bir uygulama sistemi olarak uygulama sahnesinde kalamamıştır.

Türkiye ekonomisi 1980’lerden itibaren daha gerçekçi ve görece güçlü kapitalist  raya oturmaya yüz tuttu. O nedenle, 1980 bir tür kırılma dönemi olarak anıldığı gibi, günümüzün iktidar-sermaye ilişkisi 1980’lerdekinden dahî daha etiksiz olarak görülür. Doğrudur; günümüzde politika-burjuvazi ilişkisi anlaşılamaz bir şekilde fevkalâde kişiliksiz ve çıkar dayalı olarak yürütülmektedir. Çünkü, günümüzde burjuvazi ve iç ve dış ekonomik ilişkiler 1980’lerdekinden çok daha farklı noktadadır ve çıkar ilişkileri çok daha girift ve keskin olduğu gibi, sermaye karşısında siyasal erk de eskilere göre çok daha güçsüzdür. Türkiye’de bu dönemde ve bu koşullar altında farklı bir iktidardan farklı bir şey beklemek olası değildir. Aynı şekilde ABD’de son seçimlerde Bush yerine başka biri seçilmiş olsa idi, ABD’nin siyaseti ve dünyaya bakışı da değimeyecekti. Zira, gerçek değişim alt-yapıda olur. Alt-yapı değişmedikçe, siyaset bir üst-yapı olarak sadece toplumsal güç ilişkilerini perdeleme, meşrulaştırma, gerekli yerlerde de baskılamadan ileri bir işlev göremez. Türkiye’de bu gerçeği çok net olarak yaşamıyor muyuz!

__________________

* Prof. Dr.

1594290cookie-checkKapitalizmde olağan ilişkiler!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.