KIBRIS’TAN… Tarih içinde Magusa

Bu gün aslında her zamanki gibi politik bir yazı yazmayı planlamıştım. Hatta adını “Dekonfrontasyonun Gizli Hedefi” olarak belirlemiş konuyu yarıya kadar da yazmıştım. Bu çok özel konuda “askersizleştirme”nin ötesinde Rumların çok ciddi olarak addettiğim bir de gizli hedefleri olduğu şüphelerim var. Onu siz sevgili okuyuculara ve belki de konuya ilgi duyan siyasilerimize de aktaracaktım.


Ama dün SAMTAY VAKFI’nın “TARİH İÇİNDE MAĞUSA” sempozyumu vardı. Bu sempozyumunda sunulan bildirilerden ve yapılan konuşmalardan bir Mağusa’lı olarak büyük bir keyif aldım. Ve bunu sizlerle paylaşmanın politik gelişmelerden çok daha önemli olduğunu düşünerek, size aktarmayı tercih ettim.


“Dekonfrontasyonun Gizli Hedefi” adlı yazımdaki görüşlerimi de sizlere Pazartesi günü aktaracağım.


Sempozyuma yüreği Mağusa sevgisi ile dolu, tarihi şehrin yakın tarihini merak eden Mağusalılar katıldı ve açılış konuşmalarını SAMTAY Vakfı Koordinatörü Bülent Fevzioğlu, Vakıf Başkanı Suna Atun ve Gazimağusa Belediye Başkanı Oktay Kayalp yaptı.
Mağusa ile ilgili sempozyumun gerçekleştirilmesi için katkılarını esirgemeyen Belediye Başkanı Kayalp, Paris’teki toplantı ve Europa Nostra’nın tarihi Mağusa kenti ile ilgili kararı hakkında bilgi vererek, yüreklere su serpti.


Konuşmacı İsmet Kotak, katılımcıları 1945-55 yılları arasına götürdü. O yıllar arasında yaşananları, adeta bir film gibi izleyicilere sundu. Türk Gücü’nün kuruluşu, etkinlikleri, okul ücretini biriktirebilmek için limanda hammalık yaptığını sonra Karakol kampında kalan Yahudilere çörek satmak işine terfi ettiğini güzel bir dille anlattı. Dönem içinde yaşamadığım üç yılı ve çocukluğumun geçtiği sekiz yılı adeta birebir yaşamış oldum İsmet beyin anlatışı ile.


Mimar Osman Saner ise Ağustos 1963 tarihinde adaya mimar olarak dönüşünden sonra kente mesleği ile ilgili yaşanan ilginç olayları, Rahmetlik Dr. Burhan Nalbantoğlu ile yakın ve özverili çalışmalarını, Rumların korkunç denecek düzeydeki kısıtlamaları ve yasak mal listesine rağmen nasıl ve hangi şartlarda prefabrik malzemeden Mağusa Hastanesini inşa ettiklerini anlattı. Gerekli inşaat malzemelerini tedarik edebilmek için Rumlardan binbir rica ile karaborsa fiyata malzeme aldıklarını, limana elektrik hattı çekmek için Rumların suriçindeki bir trafoyu kullanabilmeleri karşılığında nasıl eksik ve bulamadıkları inşaat malzemelerini alabildiklerini dile getirdi. En önemlisi de 1974 Barış Harekatında Baykal bölgesinde oturanların 21 Temmuz gecesi gizlice kale içine girdikleri tüneli nasıl ve neler pahasına kazdıklarını anlatarak, dinleyicileri o yıllara götürdü.


Hepimizin yıllardır gazetede yazdığı yazılardan tanıdığımız Eşref Çetinel ağabeyimiz ise 19 ve 20.ci yüzyılda Mağusa sur içindeki yaşamdan bahsetti. Yollarında yürüdüğüm, surlarında koşturduğum, mazgallarında saklandığım Mağusa’mızda kimler yaşamamış ki. “Fincan fincan gözleri” ile Namık Kemal, Eşref ağabeyin konu kahramanı idi. Nerede kaldığı, hücresinde kaç gün yaşadığı, nereye taşındığı, ne yediği, ne içtiği, hangi bir başka sürgün şairle yarenlik ettiği, İstanbul’a mektuplarını gizlice nasıl gönderdiği ve İstanbul’dan kendisine düzenli gelen rakılı, mezeli kumanya sepeti dile getirdi. Mağusa’da yazdığı eserlerini bir bir tanıttı katılımcılara.
              
Gerçek bir, “Tarihe yolculuk” oldu bu sempozyum.


Araştırmacı Ulus Irkad, dijital projektörle ekrana yansıtılan resimlerle 1.ci ve 2.ci dünya savaşlarında Mağusa’da konuşlanmış İngiliz, Fransız ve Ermeni askerleri ile esir olarak Karakol kampına getirilen Osmanlı askerlerinin yaşamlarını anlattı. Fransız askerlerinin çirkin ve yakışıksız davranışları nedeni ile kentten dışlandıklarını, İngilizlerin uzun bir dönem Mağusa sur içini bir garnizon gibi kullandıklarını, Osmanlı askerlerinin Karakol kampında esir edildiklerini, bu askerleri isyana hazırlamak için Alman gemi ve denizaltıları ile 7,000 adet piyade tüfeğinin Mağusa klapsides plajına çıkarıldığını ama isyancıların yakalanarak Girne kalesine sürüldüklerini dile getirdi.      


Ben, tarih kitaplarında, resmi yazışmalarda ve arşivlerde adı Türkçe “Karakol” ve İngilizce “Karaolos” olarak geçen Mağusa’mızın bu ünlü bölgesinin adını nerden almış olabileceğini ve isim kökenini, katılımcılara resimli bir sunu ile anlattım.


Benden sonra söz alan bir başka Mağusa’lı ünlü olan Fuat Veziroğlu ise, akıcı bir dille şiirlerinde ilk aşkı olarak tanımladığı Mağusa kentini anlattı. Mehmetçik köyündeki ilkokulu bitirip şehre gelişini, liseye gidene dek üç yıl kaldığı sur içinin yapısal ve kültürel özelliklerini, kaldığı evleri, meyhaneleri, bakkalları, şehrin önemli ve tipik kişilerini sözel tablolar ile katılımcılara aktardı. Namık Kemal Meydanını dünyanın en büyük meydanı sandığını, surların üstüne çıkıp denize bakarak hayaller kurduğunu ve lise yılları için Lefkoşa’ya gidişini dile getirerek, üniversiteye gidene dek İngiliz ordusunun Kıbrıs’taki askeri kamplarında sivil memur olarak çalıştığını hatta bir müddet Mısır’daki İngiliz askeri kamplarında bile çalıştığını söyleyerek, katılımcıları 1950’li yıllara taşıdı.      


Ogün Erciyas ise Mağusa’mızın Kıbrıs Türk müzik tarihindeki rolünü, 1963 çarpışmalarından sonra Türkiye’den adaya gönderilen Psikolojik Harp eğitimli subayların Kıbrıslı Türkleri, Rumların uyguladıkları korkunç soykırımın, acımasız ambargonun ve insanlık dışı baskıların psikolojik yıkıntılarından kurtarabilmek için askeri eğitimin yanında kültürel faaliyetlerde yaptırdıklarını, müzik ve tiyatro grupları kurdurduklarını dile getirdi. Kurulan bandonun bir çok müzik grubu doğurduğunu, yapılan yarışmalarda bu grupların birincilikler aldığını, liseler arası yarışmalarda bir kez Türkiye 1.cisi ve bir kez de Türkiye 4.cüsü olduklarını, Buğday camisinin hurda ambarından kültürel faaliyet salonuna dönüştürüldüğünü, orada 31 Aralık 1964 tarihinde bir balo düzenlenerek söz konusu yerin bir kültür faaliyeti merkezi haline dönüştürüldüğünü katılımcılara anlattı.


Son konuşmacı Erol Olkar’ın rahatsızlığı nedeni ile sempozyuma katılamamasından dolayı bildirisi SAMTAY vakfı başkanı Suna Atun tarafından katılımcılara okundu. Çocukluk yıllarının tipik bir Mağusa resmini sözel olarak çizen Erol bey, günlük yaşamdan güzel kesitleri en ince detayına kadar kaleme aldı. Limanda çalışan sarı öküzlerin koşulu olduğu arabaları, Namık Kemal Meydanında sıra sıra dizili ve müşteri bekleyen Garrotsaları (fayton), garrotsaların küçük ön ve büyük arka tekerleklerini, oturma koltuklarının kaç tane olduğunu ve garrotsaların nereye ve kaça gittiklerini güzel bir dille anlatarak, katılımcıları yaklaşık altmış-yetmiş sene geriye götürdü.          


Sizlere aktarmaya değer güzel bir sempozyum oldu SAMTAY VAKFI’nın “TARİH İÇİNDE MAĞUSA” sempozyumu. Yakın geçmişimize ait belgesel bir tarih kitabının temeli atılmış oldu böylece.


_____________


* Prof. Dr.

656380cookie-checkKIBRIS’TAN… Tarih içinde Magusa

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.