Kızıldeniz’de bir Osmanlı karantinahanesi: Kamaran

YUSUF YAVUZ ‘ AÇIK GAZETE  – Bugün de kovid-19 salgınının iyi yönetilemediği eleştirilerinin, salgındaki vaka sayısıyla paralel olarak yükseldiği bir dönemde Osmanlı’nın adalarda kurduğu ilk tahaffuzhaneleri, bugün karantina için üniversite yurtlarını kullanan idareyle yan yana konulunca daha özverili ve bilimsel bir çaba gibi duruyor.

Korona virüs salgının tam ortasından geçtiğimiz şu günlerde 19. Yüzyılın ikinci yarısında Kızıldeniz’in güneydoğusunda kurulan Osmanlı karantinahanesi kolera salgını zamanlarından tarihi manzaralar aktarıyor. Hacıların salgını yaydığı iddiası üzerine Yemen’de bulunan Kamaran Adası’nda kurulan karantinahane, Hindistan, Doğu Afrika, Basra Körfezi ve Uzak Doğu’dan deniz yoluyla hacca gidenleri kontrol altında tutmak için inşa edilmiş.

Türkiye bir yıla yakın süredir bütün dünyayı sarsan kovid-19 salgınıyla birlikte yeniden karantina kavramını yeniden anımsadı. Ancak kökeni İtalyanca’dan gelen ve “kırk gün” anlamında kullanılan Karantina, binlerce yıldır toplu ölümlere neden olan salgın hastalıklarla mücadele için uygulanan yalıtma uygulamasına verilen ad olarak yaygınlaşmış.

OSMANLI DÖNEMİNDE 19. YÜZYILDA KURULAN KARANTİNAHANELER

Osmanlı döneminde salgın hastalıklara karşı uygulanan hastaların toplumdan yalıtılmasına, barınma ve korunma anlamına gelen “Tahaffuz”, bu tür mekânlara da “tahaffuzhane” denilmiş. Fotoğraf makinesinin kullanılmaya başlanmasıyla Sultan II. Abdülhamid döneminde oluşturulan Yıldız Albümleri, Osmanlı coğrafyasının dört bir yanından mekânlar, insanlar, coğrafyalar ve bolca devlet protokolünün etkinliklerinin kayıt altına alınmasından oluşan fotoğrafları bir araya getiriyor.

Kızıldeniz’de bir Osmanlı karantinahanesi: Kamaran

Osmanlı’nın ilk karantina uygulaması olarak kayıtlara geçen 1831’deki kolera salgını sırasında inşa edilen “Tahaffuzhaneler”, bir diğer adıyla Karantinahaneler de fotoğraflanarak arşivlenen yapılar arasında.

SALGINLA MÜCADELEDE KARANTİNAHANELERİN ÖNEMİ

II. Mahmud döneminde ortaya çıkan büyük kolera salgını, Afrika’nın kuzeyinden Balkanlara, Kızıldeniz’den Adriyatik’e geniş bir coğrafyada varlığını sürdüren Osmanlı’nın toplumsal ve ekonomik yaşamını büyük ölçüde etkilemiş. 1831’ki büyük kolera salgınında ilk örgütlü mücadelenin başladığı biliniyor. Liman kentlerinde oluşturulan karantinahaneler, deniz yoluyla gelebilecek salgının yayılmasını önlemek, varsa salgına yakalanan hastaların kontrol altında tutulması için kullanılmış.

KIZILDENİZ’DE BİR OSMANLI KARANTİNAHANESİ: KAMARAN ADASI

Selanik, Beyrut ve Gelibolu; limanlarında karantinahane kurulan kentler arasında. Ayrıca İstanbul’da Anadolu Hisarında da bir karantinahane kurulmuş. Ancak Osmanlı döneminde inşa edilen karantinahanelerin en ilginci ve belki de en büyüğü Kızıldeniz’in güneydoğusunda, Yemen’de bulunan Kamaran Adası’nda inşa edileni.  Eski bir Portekiz sömürgesi olan ve stratejik bir yerde bulunan Kamaran Adası’nı ele geçiren Osmanlı’lar burada büyük bir karantinahane kurarak Mekke’ye giden Hacıların ve deniz yoluyla Osmanlı limanlarına gelecek olan gemilerdeki yolcuların karantinaya alınmasını sağlamış. 1881’de kurulmaya başlanan Kamaran Adası’ndaki karantinahane, özellikle salgının kaynağı olarak görülen Hindistan, Doğu Afrika ve Uzak Doğu’daki limanlardan deniz yoluyla Hac için gelenlerin kontrol altında tutulması için kurulmuş. Aynı zamanda Hac sırasında salgına yakalananların da tedavi edildiği bir merkeze dönüşmüş. Osmanlılar ayrıca adaya bir de cami yaptırmış.

MERCANLARLA ÇEVRİLİ ÇIPLAK BİR ADADA SALGIN MÜCADELESİ

Kızıldeniz’deki Kamaran Karantinahanesinin, bir diğer adıyla Tahaffuzhane’nin Yıldız Albümlerinde yer alan fotoğraflar adeta bir kasabayı andırıyor. Mercan resifleriyle çevrili ve en yüksek noktası 24 metre olan çıplak bir adada kurulan karantinahaneden günümüze ulaşan fotoğraflar, covid-19 salgınının gölgesinde yaşamaya çalıştığımız şu günlerde bundan yaklaşık 150 yıl öncesine ait karantina uygulamalarına yönelik manzaralar aktarıyor.

KAMARAN KARANTİNAHANESİNİN 1897 YILINA AİT FOTOĞRAFLARI

Kamaran Adası’nın ve o bölgenin yerel mimari özeliklerinin de yansıdığı karantina yapıları arasında yeni tekniklerle inşa edilmiş binalar da göze çarpıyor. 1897 yılında çekildiği anlaşılan fotoğraflarda, Kamaran Adasındaki karantinahanenin o yıllarda da kullanımının sürdüğünü gösteriyor. Küçük bir balıkçı köyünü barındıran Kamaran Adası 1914’ten sonra İngilizlerin kontrolüne geçince buradaki karantinahaneye elektrik santrali, ray sistemi, arıtma sistemleri, atölyeler ve görevliler için kulübeler eklenerek bir süre daha benzer amaçla kullanılmış.

MECLİSİ MEBUSAN’DA KAMARAN ADASI TARTIŞMASI

Karantinahanelerin masrafları ve yönetilmesiyle ilgili uygulamalar Osmanlı Meclisi Mebusanında da tartışmalara yol açmış. 1911 Nisan’ında, Osmanlı coğrafyasındaki karantinahaneler için ayrılan ödeneğin görüşüldüğü oturumda,  Kamaran karantinahanesinin bütçesi tartışılır. Bahrisiyah ve Sefid (Karadeniz ve Akdeniz) karantinahaneleri için 662 bin kuruş, İran sınırındaki karantinahaneler için 112 bin kuruş, Bahriahmer (Kızıldeniz) karantinahaneleri için 155 bin kuruş, Kamran (Kamaran) karantinahanesi için de 453 bin kuruş olmak üzere 1.382.000 kuruşluk bütçenin önerildiği oturumda dikkat çekici diyaloglar yaşanır.

Kızıldeniz’de bir Osmanlı karantinahanesi: Kamaran

HUDEYDE MEBUSU ZÜHTÜ BEY MÜTEAHHİTLERDEN ŞİKÂYETÇİ

Meclisi Mebusan’ın 6 Nisan 1327 (1911) tarihindeki oturumunda söz alan Kamaran Karantinahanesi’nin bulunduğu bölgedeki kent olan Hudeyde (Yemen) Mebusu Zühtü Bey, Hac yolculuğu için gerekli olan ihtiyaç ve levazımatın temininin sağlanması sorumluluğunu 10-15 yıldır aynı müteahhide verildiği belirterek şunları dile getiriyor: “O müteahhit istediği bir fiyatla satıyor, oradan senede 30-40, bazı senelerde 50-60 bin hacı geçiyor, bunlar 5’er gün, 10’ar gün karantina bekliyorlar, bu mesariften (harcamadan) dolayı pek çokları gali fiyatla erzak alıyorlar. Nazar-ı dikkatlerini celbederim (çekerim). Böyle, bir müteahhide verilmek suretiyle hacıları erzak ve levazımatı tedarik hususunda tazyik etmek iyi değildir. Karantina İdaresi, kendisi yapsın; böyle, bir müteahhide vermek iyi değildir.”

‘TARİFEDE BİR OKKA EKMEK 60 PARA İKEN 10 KURUŞA SATAR’

Karantinahaneler için ayrılan bütçenin görüşmeleri sırasında söz alan Kengiri (Çankırı) Mebusu Mehmet Tevfik Efendi ise Karantinahanelere çok pahalıya eşya alımı yapıldığını belirterek şöyle diyor: “Karantinahanelerden hakikaten eşya pek gali (pahalı) fiyatlarla alınıyor; hatta ben 7 kuruşa bir limon almışım, lakin bu, Hükümetin şeyi değildir. Hükümet Karantinahanelere birer tarife verir, yalnız onu tetkik ve tetebbu etmez. Tarifede bir okka ekmek 60 paraya iken 5 kuruşa, 10 kuruşa satar. Buna mani olacak vesaiti (araçları) düşünsünler.”

‘FAZLA PARA VERENLERİN ŞİKÂYET ETMELERİNİ BEKLEMEYİN’

Aynı oturumda Aydın Mebusu olan İsmail Sıtkı Bey ise dönemin sağlık idaresindeki işleyişe dair görüşlerini şöyle sıralar: “Geçen senenin Meclisi Mebusan zabıtları tetkik edilecek olursa, aynı şikâyetin, aynı suretle, aynı lisanlardan vaki olunduğunu görürsünüz. Eğer 10 kuruş 20 kuruş fazla verenlerin gelip de Sıhhiye Nezaretine (Sağlık Bakanlığı) şikâyet etmelerini beklerseniz, ihtimali yoktur. Bu şikâyete mazhar olamazsınız. Sahibi, bir saat evvel o beliyyeden (beladan) kendisini kurtarmak, memleketine gitmek istiyor. Meclis-i Mebusan kürsüsünde Milletvekilleri geçen sene de şikâyette bulundukları halde halâ Sıhhiye Devairinin (Diresi-idaresi) bundan haberdar olmadığını söylemesi, şayan-ı kabul olmasa gerektir (kabul edilemez). Çünkü zabıtlar tetkik olunursa (incelenirse) görürsünüz.”(1)

İZMİR URLA’DAKİ KARANTİNA ADASI

Kolera salgını döneminde Hacıların hastalığı yaydığı öne sürülmüş ve hastalığın önlenmesi amacıyla II. Mahmud döneminde bir Karantina Meclisi (Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye) kurulmuştu. Bu dönemde kurulan karantinahanelerden biri de İzmir’in Urla ilçesi yakınlarındaki Klazomenai’deydi. 1865’te kurulan karantinahanenin bulunduğu adadaki tesisler, uzun süre bulaşıcı hastalıklara karşı tedavi merkezi olarak kullanıldıktan sonra 1950’lerden itibaren hastane olarak hizmet vermiş. Antik döneme ait yapı kalıntılarının da yer aldığı bu tarihi ada bugün Karantina Adası olarak da anılıyor.

KARANTİNA SÜRECİNİ ÜNİVERSİTE YURTLARINDA ATLATAN İKTİDAR

Osmanlı döneminde 19. Yüzyılda sıklıkla görülen salgın hastalıklarla mücadelede devlet eliyle, örgütlü ve bilimsel yöntemlerle mücadele etmede ilk önemli adımlardan biri sayılan karantinahaneler tıp tarihi için olduğu kadar siyasi ve toplumsal açıdan da önemli bir konu. Bugün de kovid-19 salgınının iyi yönetilemediği eleştirilerinin, salgındaki vaka sayısıyla paralel olarak yükseldiği bir dönemde Osmanlı’nın ilk tahaffuzhaneleri, bugün karantina için üniversite yurtlarını kullanan idareyle yan yana konulunca daha özverili ve bilimsel bir çaba gibi duruyor. Osmanlıcılık ve ecdat söylemleriyle tarihi bir siyasal sömürü aracına dönüştüren ve bu uğurda büyük bir kamu kaynağı harcayan bugünün iktidarının salgına karşı radikal önlemler almak yerine geçici ve günü kurtarmaya yönelik çözümlere başvurması; toplum sağlığını ekonominin bekası uğruna görmezden gelindiğine işaret ediyor.

 

2448660cookie-checkKızıldeniz’de bir Osmanlı karantinahanesi: Kamaran
Önceki haberİngiltere’de koronavirüs vakalarındaki artış ‘ciddi kaygı yaratıyor
Sonraki haberSERGEY MARGULİS: KELİMELERLE ANLATILMAZ BİR ENERJİ DOĞUYOR
YUSUF YAVUZ
YUSUF YAVUZ (GAZETECİ-YAZAR) Isparta, Sütçüler'de doğdu. 1990’da edebiyatla ilgilenmeye başladı. Deneme ve inceleme tarzındaki ilk yazıları 1996 yılında 'Atatürkçü Ses' Dergisi’nde yayımlandı. Aynı yıl yerel ölçekte yayın yapan kanallarda 'Dönence' başlıklı radyo ve televizyon programları hazırlayıp sundu. 1999 yılında Antalya'da kurulan Müdafaa-i Hukuk Dergisi’nde yazmaya başladı. 2001’de Gazete Müdafaa-i Hukuk’ta Muhabir-Temsilci olarak görev aldı. Daha sonra adı 'Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk' olan dergiyle bağını temsilci-yazar olarak sürdürdü. 2001-2007 yılları arasında Kaş Kitap Şenliğini organize ederek başta çocuklar ve gençler olmak üzere yöre insanının kültür, sanat ve edebiyat çevreleriyle buluşmasını sağladı. 2005 yılında Muğla ve Antalya arasındaki sahil bandında yaşanan yabancılara toprak satışına ilişkin yaptığı araştırmalar önemli etkiler yarattı. Deneme, inceleme, röportaj, düz yazı, haber ve yorumları; Cumhuriyet Akdeniz, Odatv, Yeni Harman, Edebiyat ve Eleştiri, Yolculuk, Evrensel, Atlas, Magma, Aydınlık, Birgün, Açık Gazete gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Antalya merkezli VTV Televizyonunda, Pelin Gel Ağan'la birlikte 'İki Ağaç İçin' adıyla 16 bölümden oluşan bir program hazırlayıp ve sundu. Kanal V Televizyonunda, Biyomühendis Çağlar İnce ile birlikte, Yörük kültürünü ve tarihsel köklerini ele alan 'Islak Çarıklar' adlı belgesel haber programı hazırlayıp sundu. Araştırma yazılarından bazıları, 'Yer Bize Çimen Verdi' ve 'Darağacına Takılan Düşler' adıyla belgesel filmlere de konu olan Yavuz, şu sıralar 'Islak Çarıklar' adlı bir belgesel haber programı için çalışmalarını sürdürüyor. Ağırlıklı olarak arkeoloji, çevre, kentsel dönüşüm ve tarım konularını ele alan çalışmalar yapmayı yazılı ve görsel medyada sürdüren Yavuz, yıkım politikalarıyla tarımdan hayvancılığa, kültürden mimariye kırsal yaşamın dönüşümünü ele alan araştırma yazılarıyla tanınıyor. Ziraat Mühendisleri Odası Basın Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Belgesel ödülü, Türkiye Ziraatçılar Derneği Tarım ödülü, Kubaba Derneği kültür hizmeti ödülü'nün yanı sıra Türkiye Ormancılar Derneği gibi çeşitli meslek odası, kurum ve kuruluşlar tarafından ödüle layık görülen Gazeteci Yusuf Yavuz, Likya'dan Teke yöresine uzanan coğrafyadaki su kültürüne ilişkin uluslararası bir sanat projesinin de danışmanlığını ve metin yazarlığını üstleniyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.