Kırılma noktalarının gülen yüzü..

12 Eylül’e selam, 11 Eylül’e devam: Kırılma noktalarının gülen yüzü.. 
                                             
Said-i Nursi’nin talebelerinden  Zübeyir Gündüzalp, 1947  yılında Ankara Üniversitesinin açılışı sırasında yaptığı konuşmada, şu notları düşüyor: “…Ben Risale-i Nur’a kavuşuncaya kadar, matbuatımızda ve kitaplarımızda Kur’an-ı Kerimin kıymetini anlatan tek bir yazı okumamıştım. Sonradan anladım ki, Kur’an-ı Kerimi yarım asırdan fazladır, bizde yetişen ediplerden ziyade, ecnebi büyükleri takdir ediyorlarmış. Amerika’da, Beyaz Saray’da bütün dünyanın ve kainatın güneşi olan Kur’an-ı Hakim, yeşil ipekliler arasında layık olduğu yüksek mevkie konuyormuş. Mucidler, feylesoflar, psikologlar , sosyologlar , pedagoglar Kur’an-ı Kerimi esas tutarak yazılmış olan eserleri okuyorlar…” (Gençlik Rehberi. Y. Asya Yay. S. 210)



Zübeyir Gündüzalp’in  Ankara Üniversitesinde yaptığı bu konuşmadan on yıl sonra, Isparta’da zorunlu ikamete tabii tutulan Said-i Nursi, Isparta Tugay Camisinin temeline, o günlerde yerel basında vurgulanan biçimiyle “ O mübarek elleriyle..”  ilk harcı koyacaktır.  Tugay ve Cami kelimelerinin yan yana telaffuz edilmesinin siyasi krizlere neden  olduğu günümüz koşullarına karşın, o günlerde estirilen Amerikan rüzgarları ve şimdilerde çokça tartışılan BOP’nin öncülü olan ve soğuk savaş yıllarının vazgeçilmezi, “Yeşil İslam” projesi kapsamında, bir askeri tugaya cami temeli atılacaktır.  Said-i Nursi’nin temel atarken çekilen fotoğrafında, etrafında eşraftan insanlar, talebeleri ve adeta bu görüntüyü görmezden geldikleri izlenimi uyandıran, kolları birbirine bağlı, gözlerinde güneş gözlükleri ve başları yukarıda ordu mensupları yanyanadırlar.


1980’lere gelindiğinde ise, bu kez sahneye nur cemaatinin devletle ve askerle kurduğu ilişki bakımından diğer gruplarında ayrılan, bir adım öne çıkan Fethullah Gülen’in adı gündemdedir..  Nur cemaatinin diğer gruplarının  eleştirilerine aldırmadan, önce haziran 1979’da “Asker” sonrasında ise, CIA destekli olduğu artık herkesçe bilinen,  12 Eylül darbesinin hemen ertesinde, Ekim 1980’de “Son Karakol”  başlıklı yazılarını   “Sızıntı” dergisinde yayımlar. Gülen,  Asker başlıklı yazıda,  özetle şunları söyler: “…İnsanlık, askerle medeniyet ve umrana tırmanır. Fetihler ve sonra kültür akımları, onun sancağı ve mızrağıyla her tarafa ulaşır ve bu sayede yeni yeni medeniyetler doğar; yeni yeni iklimler aydınlığa kavuşur. Sonra taşıyıp geliştirdiği her şeyi, emniyet altına alma ve koruma da yine kendisine düşer. An olur, bir sel gibi çağlar, bir tufan kesilir, temizler her tarafı. Gün gelir buharlaşır, bir sıyanet bulutu kesilir milletin üstünde. Sığmaz kabına ve bir çığlık olup kıta’dan kıta’ya yayılır. Denizler gibi kükrer. Dağlarla pençeleşir, stepleri aşar, Çin seddine ayak öptürür.  O, kendini yerin tek varisi bilir ve gözü dünya hakimiyetindedir. ‘Gün doğusundan gün batısına kadar bizimdir ‘ sözü onda idealleşir ve bu uğurda ölüm, hayatın en tatlı gayesi ve en sevimli neticesi haline gelir …”(Sızıntı- haziran-1979)
  
Adeta darbe çığırtkanlığı çağrıştıran bu  cümlelerden bir yıl sonra, 12  Eylül’ün hemen ardından, Ekim 1980’de de, “Son Karakol” başlıklı yazı gelecektir. Gülen, darbenin oluşturduğu yeni koşullara bir taraftan alışmaya çalışırken bir taraftan da cuntacılara teşekkürlerini sıralar:


” … Karakol, sükunetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Ondaki düzen, huzur ve orada gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Ondaki kargaşa ve bunalımlar ise, arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir (…) Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulüu saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalelerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” (Sızıntı,  Ekim -1980)
 
Nur cemaatinin, darbeye karşı daha temkinli yaklaşan diğer gruplarına kıyasla, darbecilerle “diyalog” kurmayı ilk deneyen  de yine Fethullah Hoca olacaktı. Öyle ki, bu diyaloğun temellerini henüz darbe gerçekleşmeden bir kaç ay önce atacak,  Şubat 1980’de yaptığı bir konuşmada; ” İstihbarat duysun, emniyet duysun, riyaset-i cumhur duysun. Polise, askere kurşun sıkan hainlere, mahkemelerde ceza verilmezse ne devlet kalır, ne de millet” diye seslenerek, anarşist ve teröristleri devletin asker ve polisine bildirmeyenlerin, Allah katında sorumlu olduklarını dile getiriyor, kısacası cemaatinin üyelerini jurnalciliğe teşvik ediyordu.
 
Cuntacı generallerden, liberal Başbakanlara, Vatikan kardinallerinden, CIA artığı ajanlardan, demokrasi havarisi  bilim adamlarına kadar; her grupla, her lobiyle girilen ilişkilerde gelinen nokta: BOP’nin pohpohçuluğu.  Fethullah Gülen hiç değişmiyor;  Abant’tan, Washington’a, Moskova’dan Brüksel’e kadar; dünya başkentlerinde estirilen “hoşgörü ve diyalog”  söylemlerinin gölgesinde, ülkesine hasret, “mazlum demokrat” soslu bir duygu seliyle yine 11 Eylül’ün, 12 Eylül’e süreçte ABD’den ülkesine “mesaj” gönderiyor. Sabah Gazetesinde 11 Eylül’de yayımlanan mesajında;  yine duygusal,  mahsun ve ülkesinin insanlarını terör ve şiddete  “hoşgörüye” davet ediyordu.


Ülkenin son elli yıllık siyasi tarihinde toplumsal kırılmalardan beslenerek, her durumun siyasi ve toplumsal sonuçlarını kendi cemaatine tahvil etmeyi beceren Gülen, bunu hep yapıyor.


FOTOĞRAF: Yusuf Yavuz’un özel arşivinden… 1957/Isparta. Said-i Nursi, tugayda yapılan bir camiye temel atıyor.. Ve askerler onun etrafında bu “mutlu” anı izliyor.

682380cookie-checkKırılma noktalarının gülen yüzü..

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.