Laikliğin sekülerizmden farkı

Bugünlerde birçok olguyu tanımlamakta yaşanan kavram karmaşası sanki laiklik konusunda biraz daha yoğun yaşanıyor. Herkes kendi çıkarına uygun bir laiklik tanımlaması ile işin içinden çıkmak istiyor.


İslamî kesim, laikliğin inanç özgürlüğü olması gerektiğini ileri sürerek, Türkiye’de dinin devletin kontrolünde olmasını eleştiriyor ve bu anlamda kendi anladığı laikliğin savunucusu haline geliyor.


Bir başka kesim, laikliğin şeriat taraftarlarının oluşturduğu tehlikeye karşı azınlıkta kalanları koruması misyonuna sığınıyor.


Daha sağduyulu bir kesim de, laikliğin belli bir dini ideolojinin iktidarı ele geçirme tehlikesine karşı, devletin dini kontrol altına alması olduğunu söylüyor.     


Bazıları da laikliğin aslında inanç özgürlüğünü ifade eden sekülerizmle aynı anlama geldiğini, teknik olarak bazı ayrılıklar olsa bile, her iki kavramın gerçek bir ibadet özgürlüğünü içerdiğini belirtiyor.     


Peki laiklik gerçekten ibadet özgürlüğü müdür? Sekülerizmle aynı şey midir?


Bu soruların cevabını 15. yüzyıl Avrupasının aydınlanma süreceine göz atmadan veremeyiz.


15. yüzyıl Avrupasında kilisenin egemenliğine karşı iki farklı itiraz yükselmişti. Bu itirazlar kiliseye son derece bağlı olan Katoliklerin etkin olduğu Fransa ve İtalya’da Rönesans; dinde değişimi gerekli gören Protestanların etkin olduğu Almanya gibi ülkelerde de Reform hareketi olarak kendini gösterdi. Katoliklerin baskın olduğu yerlerde kiliseyi devletin kontrolüne almak, dini devlet eliyle kontrol etmek ve dini toplumsal yaşamın dışında tutmak gerekliliği hissedilmiş ve burada laiklik etkin olmuştur. Ortaçağı sona erdiren aydınlanma sürecinde kilise ile olan hesaplaşmasını bitirmiş ve dini tanrı ile kul arasında bırakmış
olan Protestanların yoğun olduğu toplumlarda ise sekülerizm doğal olarak kendini gösterdi.


Bu anlamda sekülerizm gerçekten de inanç özgürlüğünün uygulamaya geçirilebildiği en ileri aşamayı ifade etmektedir.


Laiklik ise sekülerizmden geri bir aşamadır ve uygulandığı ülkelerde hiçbir zaman din denetim dışı bırakılmamaktadır. Bu toplumlarda din her zaman kontrol altındadır. Böylece mevcut dini ideolojinin sistemi tehdit eden mekanizmaları kontrol edilirken, azınlıkta kalan başka inançların da etkin dini baskıdan korunması amaçlanmaktadır.


Türkiye Cumhuriyeti’nin Fransa’daki laiklik modelini benimsemesinin altında İslam dininin, dünyevî ve uhrevî hayatın her ikisini de kendi kanunlarıyla düzenlemeye aday bir din olmasıdır.


İslamiyet sadece bireyin öbür dünyaya ilişkin beklentileriyle ilgili bir inanç sistemi oluşturmamış; aynı zamanda bireyin dünyevi hayatında nasıl yaşayacağı, kiminle ne şekilde evleneceği, karısına veya kocasına nasıl davranacağı, çocuklarına mirasını nasıl paylaştıracağı gibi dünyevi sorunları da kendi kuralları çerçevesinde çözmeyi amaç edinmiştir.


Yani laiklik pek çok kişinin sandığı gibi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletin dinden elini ayağını çekmesi demek değildir. Laiklikte tamamen ibadet serbestisi yoktur, isteyen istediği gibi yaşar diyemezsiniz. Çünkü devlet kendine tehlike oluşturabilecek hakim dini ideolojiyi sürekli kontrol altında tutmak zorundadır.     


Sekülerizmde ise böyle bir şey yoktur. Sekülerist toplumlarda dinden devlet yönetimine siyasal bir talep gitmez. Çünkü bu ülkelerde din devlet için tehlike oluşturmaz. Din uhrevi hayata yöneliktir, dünyevi hayatı düzenlemez.


O yüzden laik olduğunu söyleyen kişi “Ben Müslüman’ım ve şeriata göre yaşayacağım ama, başkaları beni ilgilendirmez, onlar nasıl yaşarlarsa yaşasınlar” diyemez. Hele devlet adamları bunu hiç söyleyemez.


Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti seküler değil, laiktir ve kendini dini tehditlere ve tehlikelere karşı korumak zorundadır.

669350cookie-checkLaikliğin sekülerizmden farkı

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.