Lazona’nın sıcak, sevecen sesi…

Selma Koçiva; kendisi son zamanlarda yazdığı lazca öyküler, şiirler ve deneme yazılarıyla Lazona’nın  sıcak, sevecen sesi olmayı başarabilmiş bir yazardır…

Selma Koçiva’nın öyküsünü ve eserlerini burada tanıtmadan önce okuyucuyu bir  konuda uyarmak istiyorum. İnsanların yaşama ait her türlü birikim ve kendini ifade etme şekli olan dil ve kültürlerini savunmaları ile, milliyetçi ya da etnik kimliğe yönelik şövenizmin çok farklı şeyler olduğunu; bu yüzden doğduğu, içinde yoğrulduğu, geliştiği, dilini, şivesini konuştuğu kültüre sahip çıkmak ve onu yaşatmak isteyen insanlarla, kafatası milliyetçiliğinden farksız bir şekilde etnik milliyetçiliği ve ayrımcılığı savunan  şövenist insanların bir kefeye konmaması ve aradaki nüansın çok iyi vurgulanması gerektiğine inanıyorum.

Bu anlamda Selma Koçiva ayrılıkçı ve şövenist bir yazar değildir ve onun kendi dilinde insanlara seslenme ve kültürünü yaşatma sevdası tamamen insan olmanın gereği ve kendi dilinde ve kültüründe kendini ifade edebilme özgürlüğünün bir mücadelesidir…

Selma Koçiva’nın bireysel uyanışı aslında  ilk olarak geleneksel değerlerle yoğrulmuş kısıtlı bir çevrede bilinçli bir kadın olarak yaşamanın zorluklarıyla başlamıştır. 16 yaşındayken Doğu Karadeniz’e özgü bir gelenek olan ‘beşik kertmesi’ ile köyünden bir akrabası ile evlendirilmek istenince, buna direnmiş ve baskıların artması sonucu evinden, köyünden kaçmıştır.

O dönem Türkiye’de toplumsal muhalefetin tabandan örgütlendiği 12 Eylül öncesi dönemdir ve gençlikte sol örgütlere karşı yoğun bir ilgi bulunmaktadır. Selma Koçiva da lise yıllarında toplumsal muhalefetin içindedir ve dramatik bir şekilde sevdiği genci bir çatışmada kaybetmiştir. Sevdiği genç hemen yanı başında kurşunlara hedef olmuş ve kollarında can vermiştir.

Hem ailesinin ‘beşik kertmesi’ ile evlendirme baskısı hem de sevdiği gencin düzene kurban gitmesi onu çaresizce düzen dışına, dağlara, örgüt evlerine sığınmaya itmiştir. Daha sonra  yaşının küçük olmasından dolayı  büyük cezalar almadan, biraz da  babasının çevresi ve gayretiyle örgüt evinden ailesinin yanına geri dönmüştür. Hala güvende olmadığını hisseden babası onu eğitimini tamamlamak üzere yurt dışına Almanya’ya göndermiştir. Aslında amacı eğitiminden çok onu Türkiye’deki anarşik ortamdan uzak tutmak ve geleceğini güven altına almaktır.

Almanca eğitimini 1981- 1983 yılları arasında  Bochum kentinde tamamlayan Selma Koçiva  daha sonra 1987-1988  yılları arasında Dortmund Yüksek Okulu’nda Sosyal Pedagoji eğitimi almıştır. 1984 yılında Parpali dergisi yazı kurulunda yer almış, 1987-1988 yılında  Dortmund BelediyesiYabancı Kadınlar  Temsilciliği’ne seçilmiştir. 1982-1990 yılları arasında Dortmund aile planlaması ve Danışma Merkezi’nde danışman olarak çalışmıştır. 1990 yılından beri Anne Frank Gesamtschule’de sosyal pedagog olarak çalışmaktadır. 1992 yılında kurulan  Kaçkar Güney Kafkas Kültürleri ve Dilleri Derneği kurucularındandır. Ayrıca 1993-1994 yılları arasında OGNİ dergisi Yazı Kurulu’nda bulunmuştur. Ve hala daha 1998’de Köhl’de kurulan LAZEBURA, Laz  Dili ve Kültürünü Yaşatma Birliği’nin genel Başkanlığını yürütmektedir.

Selma Koçiva’nın  “Lazona” adında bir deneme eseri, Bir avuç Kadın adlı bir öykü kitabı ve şiirlerini derlediği bir şiir kitabı yanı sıra hem Almanya’da hem Türkiye’de yayınlanmış her iki dilde birçok yazı ve makalesi bulunmaktadır.


Selma Koçiva Yine Almanya’da yaşayan bir Türk genci ile evlenmiş ve ondan Arsima adında bir kız çocuğuna sahip olmuştur. Artık hem siyasi, hem kadın kimliğiyle hem de içinde doğduğu büyüdüğü laz kültürünün savucusu ve koruyucusu olarak mücadelesine Almanya’dan devam etmektedir.

Bizim Selma Koçiva ile ilk karşılaşmamız, bu yaz, tatilimi geçirmek üzere gittiğim memleketimde, Artvin’in Ardeşen ilçesinde oldu. Memleketin değişik kasaba ve ilçelerinde her yaz düzenlenen festivallerden birindeydim. Genelde bu festivallerde genç, yaşlı bütün yöre halkı bir araya gelir ve değişik aktivitelere katılarak hoş zaman geçirmeye çalışırdı. Halk oyunları, korolar, paneller, film ve dia gösterileri, tiyatro, müzik, yayla yürüyüşleri vs, oldukça eğlenceli ve hareketli olurdu bu festivaller. Bu arada yörenin aydın, ilerici kesimi de birbirini görmek ve memleket sorunlarını konuşmak için bu buluşmaları fırsat olarak değerlendirirdi. Gerçekten de benim için de öyle oldu; bu festivaller süresince memleketin değişik köylerinden bir sürü genç, orta ve ileri yaştan sanatçı, yazar ve farklı meslek gruplarından insan bir araya geldik ve  Selma Koçiva ile de bu şekilde tanıştık….

Onda ilk dikkatimi çeken şüphesiz kadınca duyarlılığı ve sıcaklığıydı. Siyasi olarak oldukça katı bir tutum benimsemiş olsa da kişiliği çok yumuşak, içten ve sevecendi… Bana kitaplarını hediye etti, ilk gece hemen ‘Bir avuç Kadın’ adlı öykü kitabını bitirdim. Hikayelerinden, sade, sıcak dilinden çok etkilenmiştim. En önemlisi,  -daha önce beni bana bu kadar ben gibi anlatan- bir yazar daha olmamıştı… O zaman insanların kendi yöre ve kültürlerini, kendi içlerinden çıkan insanlardan ve onların gözlem ve yorumlarıyla okumasının ne kadar farklı bir duygu olduğunu, ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavramış oldum.

Selma Koçiva içimizden biriydi ve onunla hemen hemen aynı destan ve öykülerle, aynı oyun ve tekerlemelerle; aynı küçük şeylere kızarak ya da aynı büyük dertleri yaşayarak; aynı olayların, olguların biçimlendirdiği, şekillendirdiği  subjeler olarak, benzer özelliklere sahip mahalle ve sokak aralarında benzer çocukluk  düşleri içinde ve benzer hayal kırıklıkları ile düşe kalka büyümüştük. Ninelerimiz, dedelerimiz, halalarımız, teyzelerimiz birbirine benzerdi ve hemen hemen hepsinin hayat hikayesi birbirinin tekrarı gibiydi… Aynı sesi, aynı lezzeti veriyorlardı… Aynı acıları aynı sorunları farklı isimler altına yaşıyorlardı. Aynı muziplikler aynı espiriler farklı karakterlerle anlatılıyordu. Birimizin sesi hepimizin sesi, birimizin hikayesi hepimizin hikayesi gibiydi…

Oturup konuştuğumuzda aramızdaki ortak dil hemen kendini gösteriyordu; hiç tanımadığımız yakın bir akraba ya da yöre insanından bahsetsek bile yörenin ortak özelliklerinden dolayı tipler, karakterler hemen kolayca zihnimizde canlanabiliyor, gözlerimizin önünde hemen hayat bulabiliyordu. Onun Hatice halası ile Ayşe teyzesinin benimkinden, benim mahallemdeki Şazimet yenge ya da Hava teyzenin de onun mahallesindekinden farkı yoktu… Bu yakınlık, -bu kendini kendin gibi hissetme- duygusu başka türlü anlatılamazdı, yaşanamazdı… İçinizden biri, aynı kültürü, dili, coğrafyayı yaşamış, aynı kültürle yoğrulmuş biri ancak bunu hissettirebilirdi size.

İşte Selma Koçiva bunu başarıyordu… Öykülerinde, şiirlerinde, yazdığı, canlandırdığı her karakterde bize bizi biz gibi anlatıyor, onları içimizden biri, hatta kendimiz yapıyordu.

Keşke Selma Koçiva gibi yöresini bu kadar iyi tanıyan, öykülerinde, hikayelerinde, şiirlerinde onları böylesi canlı ve gerçek kılan yazarlar ülkemizin her yöresinden çıksa ve Türkiye’nin her köşesindeki kültürel güzellik ve zenginlik bu şekilde gerçek şekliyle dile gelebilse, ifade edilebilse ve insanlara, özellikle gelecek kuşaklara çarpıtılmadan, orijinal haliyle yansıtılabilse…

O zaman özenti diziler ve filmlerle, özenti tiplemeler ve gerçeklikle hiç ilgisi olmayan burjuva kılıklı züppe ağa ve köylü benzetmeleriyle Anadolu insanımıza has otantik karakterler bozulmayacak, dejenere olmayacak, gerçek şekli ve gerçek değerleriyle hayattaki karşılığını bulabilecekti belki…

Biz lazlar adına Selma Koçiva’nın sesini bu yüzden çok önemsiyoruz ve onun sıcak sevecen sesinin Lazona’yı  ve laz kültürünün zenginliklerini anlatmaktan hiç yılmamasını diliyoruz…

İyi ki varsın Selma Koçiva…

 

*Yrd. Doç. İ.Ü İktisat Fakültesi

1079660cookie-checkLazona’nın sıcak, sevecen sesi…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.