“Memleket Masası”nın Sözde Demokrasisi

Prof. Dr. NECLA KURUL – Yaşam, kalıplar, sabit noktalar ve bölgelerden oluşmuyor,  tersine içinde sonsuz bir akışın olduğu tekillikler üretimi içindeyiz. Anlıyoruz ki doğa ve toplum içindeki akış halimiz, sabit ve donmuş özneler olmamızı engelliyor. Bağlantıları dışında bir yaşamın olmadığını hissediyoruz. Oluş var! Bir beden Öteki ile karşılaşır, bedenler belli duygusal bağlantılar kurarlar, gözler ormana, yaylalara, dağlara bakar, bir kitap tamamlanır, bir kedi okşanır, eller toprağa dokunur, akciğerler temiz havayı solur, kulaklar bir mekanizmanın hareketini işitir.

 Yaşamın bu moleküler hareketi, öylesine sınırsızca çoğalıyor ki büyük sayıların toplanışlarına itaat etmiyor. Yaşam, çoklu duygular, etkileşimler, karşılaşmalar, bağlantılar ve üretimler yığını (1). Yaşamın bu yönünü görmek sonsuz sayıda olumsallıkları, yaratıcılıkları, bağlantıları müjdeler. Yaşam önümüzde akar ve dâhil oluşumuzu bekler, bir halaya karışmak gibi… “Haydi!” der, yaşama dalarız. 

Yaşam uğraşısının mutlu ve mesut moleküler olumsallığını böyle tanımladık. Yaşam hep iyi karşılaşmalar olmaz. Bedenselleşmenin çoğul arayışları sürerken yaşamın sınırlanmasına dayanan molar politik özne, kah “baba”, kah patron, kah reis, kah öğretmen rolünde gündelik yaşamın her alanında sahne alır. Molar rejim yaşamı, dost-düşman ayrımı ile büyük toplanışlar biçiminde inşa etmeye çalışır. Molar akışlar, hayatın akışına bir biçimde, özellikle devlet/iktidar biçiminde karışır. Yaşam arzusunu, mülkleştirme (edinim) üzerinden kurar, üretimden değil. Molar-oluşun istediği yaşamı/bedeni sömürgeleştirmektir; arzu akışlarının önüne setler çekmek, ayrımlar koymak, duvarlar örmek, çitlemek ve sınırlar çizmek ister. 

Türkiye yaşamında bu molar oluşun hâkim öyküsünü neoliberal-siyasal İslamcı elitler yazıyor ve sahneliyor. Muhalefet de yardımcı rolü üstleniyor. Kabaca iki belirlenim hattını gün be gün hissediyoruz. Devletin/siyasal iktidarın ayrımcılığı körükleyen İslamcı-Türk ataerkil kodları ve hiyerarşi ler, ayrımlar üreten Türkiye kapitalizminin aksiyomatiği! Türkiye’de yaşam büyük ölçüde bu kodlar ve aksiyomatik ile çerçeveleniyor. Yaşam büyük bir eksiklik duygusu yaratılarak yönetiliyor. Bireyin yaşam arzusunun kalbine “ekonomik ve parasal bağımlılıklar” ile ırkçı ve cinsiyetçi kodlar yerleştiriliyor.

Bu öyküde başka neler oluyor? Koronavirüs günlerinde hazırladığı ekonomik paket ile iktidar, yoksulun vergisini iştahlı yeni zenginlerin önüne cömertçe bırakıyor. Yoksula kalan kırıntılar, AKP-MHP Hükümetinin sanki cebinden çıkıyormuşçasına yandaşça, yardım ve hayırseverliğin sahte duyguları ile dağıtılıyor. Servet piramidi dikeyleşiyor, sınıfsal ayrımlar keskinleşiyor. Dolar milyarderlerinin sayısı artarken, milyonlarca yoksul, eksiklik duygusu içinde kendisinden el çektirilmiş, arzusunu yitirmiş nevrotiklere dönüştürülüyor. Koronavirüs günlerinde patronlar evlerinde saklanırken emekçiler temel ekonomiyi sürdürüyor. Ataerkil kurumlar sayesinde bizzat üretilmiş tehlikelere işaret edilerek kadına “düzgün oturması” için evin dört duvar arası gösteriliyor. Tüm masumiyeti ile LGBTİ’ler, hiçbir neden yokken Diyanet İşleri Başkanınca “tüm kötülüklerin kaynağı” olarak kayda geçiriliyor. Söylemde “milletin efendisi olan köylü” kendini geçindiremez durumda, küçük esnaf ya iflas ediyor veya iflasın eşiğinde! 

Yaşamın reddinden beslenen bu siyasal anlayış neye dayanarak böyle davranıyor? Sandıktan çıktı, arkasında büyük oy toplanışları var. Yasa tanımadan yasallığını buradan inşa ediyor. Gerçekte hissettiği sandığa ve yurttaşa güvensizlik! Koronavirüs salgını falan demiyor, atadığı kayyımlarla sandıklardan çıkan siyasal iradeyi yok sayarak seçimlere hazırlanıyor. Artık kimseye inandırıcı gelmeyen terör yaftalamaları ile yurttaşın seçme hakkı yok sayılıyor. Türk ve Kürt özneler keskinleştirilerek aralarındaki bağlantıların, karşılaşmaların ve etkileşimlerin dağıtılması ve böylece ortak mefhumların üretilmesi engellenmek isteniyor.

Ne var ki toplumu yukarıdan kodlarla inşa etmek imkânsız! Egemen arzular bu biçimde çalışsa da, yaşamın kapalı kapılar içerisinde, duvarın ve sınırın iki yanında örgütlenmesi mümkün değil. İnsanlar akarlar ve öteye, kıyıya taşarlar. Uluslar arası mal akışları, emek ve sermaye akışları, göçler, virüsler, duygular, kavramlar, eylemler bir şekilde karşılaşırlar, bağlantı kurarlar, ortaklıklar üretirler. Deleuze’e göre, “toplum sıvıdır…” (2) birbirine doğru akar. Gündelik dildeki yeğin empatiyle er ya da geç Türkler, Kürt-oluşun; erkekler, kadın-oluşun; insanlar ise “hayvan-oluşun” içinden geçen yeni bedenleşmelerle doğaya ve Öteki’ne saygılı bir ortak yaşam, ortak bir zenginlik üretebilirler.  

Bu çerçeve oldukça cılız olan Türkiye demokrasisinin, yani yurttaş katılımcılığının gerilediği bu dönemde “yurttaşın varlığı” sorunu tartışmaya muhtaç. Yurttaş varsa işlevleri, duyguları, politik hareketleri vardır.  Yurttaş yoksa işlevsizlik, his yoksunluğu ve hareketsizlik söz konusudur. Tartışmaya yurttaştan başlama halimiz bizi yine devletle ilişkilendiriyor ister istemez. Devletin Saray ve merkezi hükümet ile yerel yönetimler ayrımı içinde ikincisinin “devlet içinde devlet olmaz” anlayışı ile birinciye boşaltılması, yurttaş işlevleri, duyguları ve politik hareketleri Saray ve merkezi hükümet mekânları ve zamansallığına sıkıştırılmış oluyor. 

İktidarın kodları ve aksiyomatiği sadece yurttaşları değil, CHP’yi, muhalefet partilerini, buradaki politik özneleri de etkiliyor. Meral Akşener’in “Memleket Masası”, tam da iktidarın isterlerine göre şekillenmiş durumda. Akşener, 2018 seçimlerinin sevinçli ikliminde, HDP’yi Kürt siyasal hareketinin temsilcisi olarak tanıdı, ayrıca Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerektiğini ifade etti. Ne var ki siyasetin sertleşen ikliminde Akşener, HDP’yi masadan itti.  Sevinçli zamanlarda HDP’nin ve tabanının varoluşuna rıza gösteren İyi Parti kederli zamanlarda adalet arayan, barış diyen, gelirin adil dağılımından yana olan HDP’yi yok sayıyor. Ne var ki teyit edilmiş olmuyor mu? Sevinçli günler HDP’nin demokrasi masasında kendisini ifade etmesi ile gelecek! Türkiye o zaman tüm farkları kucaklayan bir ülke olacak!

Var olan her şey kendi hesabına Varlığını gerçekleştirir. HDP’de kendi varlığını gerçekleştiriyor, tüm farkların zenginliği ile… HDP geleneksel siyasetten ayrı olarak “fark”ı temsil ediyor. Yatay örgütlenme biçimiyle, tikel farkların bedenselleşmeleri ile sadece geniş bir kesim olan Kürtleri değil, emekçileri, kadınları, gençleri, LBGTİ’leri, doğanın temsilcilerini ortaklıklar üretmeye davet eden siyasal bir anlayış. Bu bağlamda HDP bir farklar zemini, farklanma zemini. Sağ partiler açısından “itaatkâr-sırasını bekleyen Türk-Müslüman Özneyi, onun sabitliğini, entitesini sarsan bir siyaset HDP. Yani saf haliyle siyaset ontolojisi, hiyerarşileri kırıp parçalayan bir siyasal çizgi.

Siyasal anlamda Hannah Arendt’ten esinlenerek gerek konuşma ediminin ve gerekse eylemin iki temel koşulunu apaçık görürüz (3): Eşitlik ve farklılık. Öteki insanları kendimize eşit görmezsek onlarla konuşamayız. “Memleket masası” siyasal eşitliğe inanmadığı koşulda milyonlarca seçmenin oyunu alan HDP’siz kurulur. Bu durumda, taraflar ne birbirlerini ne de kendilerinden öncekileri anlayabilir ve kendilerinden sonrakilerin arzularını karşılayabilirler. 

İkinci koşul farklı olmanın siyasetteki kuruculuğu ile ilgilidir. Kitleler kendi lehlerine fark yaratmayan bir siyaseti desteklemezler, zaten bir yöneten vardır. Siyasette ve yaşamda insanlar fark üretemezlerse ne konuşmalarına ne de eylemelerine gerek kalır. Farklılaşma, fark edilmiyorsa, aynı nakarat tekrarlanıyorsa neden yan yana gelelim ve neden konuşalım?  Bu nedenle Meral Akşener’in önerdiği masada “aynı”lık konuşur, daha kötüsü sadece iktidar konuşur. Sağ siyaset, kodu çözülmüş arzu akışları karşısında kendi özdeşliğini sağlama alırken iktidarla özdeşleşir. Bu tavır, muhalefet partilerinin Millet ittifakı ile ortaya koymaya çalıştıkları “fark”ı yok eder.

Türkiye yurttaşlarının kendilerini en iyi gerçekleştirdiği koşul boyun-eğiş değildir.  Sağlıklı olmak, güçlerinin, yapıp edebileceklerinin farkında olmaktır. Sağlıklı olmak güçlerimizi artırmak için Öteki ile karşılaşmak, bağlantılar kurmak, ortaklıklar üretmek, yaşamı dönüştürme davetini kabul etmek, bildik anlamıyla tekil, kolektif, moleküler etkin ve yaratıcı güç olmaktır. 

________________

Dipnotlar

  1. Nathan Widder, Deleuze’den Sonra Siyaset Teorisi (Çeviren Fahrettin Ege), Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 2014.
  2. Aynı Eser.
  3. Nejla Kurul (2019) Başka Bir Eğitim Hikâyesi, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2019.

 

2418840cookie-check“Memleket Masası”nın Sözde Demokrasisi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.