İki gençten biri yaşadığı kötü bir durumu aynen şöyle tanımladı: ‘Disgusting’ bir şey. Demek ki bu genç durumu anlatacak başka bir kelime bulamamıştı. Disgusting kelimesini çok doğal bir kelime gibi kullanmıştı. Sanki kendi dilini , kültürünü, kim olduğunu bilmemek onu daha farklı , daha modern ve beklide daha kimlikli yapacakmış gibi. Yabancı dil öğrenme sorununu çözememiş ve soruna çözümü, eğitimi ana dilinden başka bir dilde yapmakla bulmuş bir toplumda insanların kim olduklarını , tarihlerini, dillerini, müziklerini, edebiyatını bilmesi , merak etmesi beklenebilir mi? Böyle bir topluma kim olduğunu bilen insanlardan oluşmuş gerçekten modern bir toplum denebilir mi? Tanık olduğum bu olay beni çok üzmüştü. Ancak düşündüğümüzde böyle bir tavrın ortaya çıkması bir anda olmamıştı.Modernlik ve kimlik kaybı arasıdaki bu çarpık tavrın kökleri yaşanılmış tarihsel süreçte gizliydi.
Bilindiği gibi , batıda gelişen kapitalizm dünyanın diger ülkelerindeki bütün yapıları çarpıtıp biçimsizleştirirken , bu ülkelerde ciddi sermaye birikiminin gerçekleşmesini engellediler.Gelişmelerinin, kalkınmalarının şartları oluşamadı.Bu ülkeler zaten azgelişmişlik gibi beklide çok onur kırıcı bir etiketi taşımak zorundadırlar. Ancak yaşanılan tarihsel sürecin en korkunç etkisi bu toplumları kişiliksizliğe, kimliksizliğe mahkum etmesidirÇünkü bu süreçte sadece ekonomik yapılar değil kültürel yapılarda çarpıtıldı. Böylece kendi kültürüne,tarihine ,diline yabancı bir insan tipi çıktı ortaya.Böyle bir toplumun tutumu da, batıda ortaya çıkan düzeni doğuran zihniyeti kavramadan kendi dışında gerçekleşen batının bütün düşünce kalıplarını , tüketim kalıplarını gözü kapalı kabul etmek , batılı gibi olmak ,onun gibi davranmak, konuşmak olacaktı.
Belki Türkiye tarihinin hiçbir döneminde şekil olarak Hindistan gibi bir sömürge ülke olmadı. Ancak o da yaşanılan bu sürecin etkilerinin çok da dışında kalamadı.Osmanlı İmparatorlugu’nda 1839 Islahat Fermanı’yla Mustafa Reşit Paşa dan beri istenilen İmparatorluğun batı uyğarlığına girmesiydi.Toplumda yaşanılan gerileme ,çöküş ancak batının sahip olduğu kurumlarla , düşüncelerle aşılabilirdi. Kurtuluş batıdaydı. Ancak batıyı ortaya çıkaran zihniyeti anlamaksızın batıdaydı.Böylece her alanda müthiş bir batı taklitçiliği başladı.Müzikte,sanatta,edebiyatta.
Öyleki batılılaşma süreci ile ortaya çıkan ‘alafranga tip’üzerine bir çok roman yazıldı.Ahmet Mithat Efendi ‘nin ‘Felâtun bey ile Râkım efendi’si , Recaizade Mahmud Ekrem’in ‘Araba Sevdası’gibi.Araba Sevdası’ndaki Bihruz bey bu tipin en iyi örneği olmuştur.Onun için önemli olan birkaç şey vardır.Şık giyinmek ve Beyoğlu’nda dolaşıp kendi dili yerine bolca fransızca sözcük kullanmak…
Zamanla Osmanlı İmparatorluğu’nun yaşadığı sosyal, kültürel, ekonomik çöküntüden nasıl kutulacağı sorusu Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kalkınacağı , modernleşeceği sorusuna dönüştü.Ancak cevap seneler önce verilenden hiç de farklı değildi. O da yüzeysel bir şekilde batıya hayran olmaktan , onu taklit etmekten geçmekteydi.Şimdinin insanı için önemli olan şeylerde Bihruz Bey’inkinden belki şeklen farklı ama öz olarak hiç başka şeyler değildi.
Balzac’ı Stendal’ı Halit Ziya’ya tercih etmek, ancak hemen belirtmek gerekir ki böyle bir tercih sahip olduğu bilğiyi kendini diğerlerinden ayırmak için kullanan bir kesim için geçerli olabilir.Bunun dışında bir de toplumda sadece maddi teselli peşinde koşan bir grup var ki onlar için Balzac , Stendal tercihi değil olsa olsa Armani’nin , Versace’nin X bir markaya tercihi söz konusu olabilir.Bütün bu tercihler,ithal ettiği teknolojiyi hayatının her alanına sokmak,tarihin kendisine bıraktığı mirası, tarihini,dilini bilmemek ve kraldan daha kralcı bir tutumla batı medeniyeti içinde kendini görmek için hiç düşünmeksizin onun kültürünü,dilini adeta kendisinin olmayan bir elbiseyi giyer gibi kabul etmek bu toplumu modern , kalkınmış kılmayacaktır. Çünkü ne kullandığı kendi teknolojisidir ne okuduğu kendi edebiyatçısı ne de konuştuğu kendi dili.Kendini bilen insanlardan oluşmuş modern bir toplum,ancak kendini tanıyan, sınırlarını bilen, bigiyi üreten ,dönüştüren, böyle bir zemine sahip insanların oluşturduğu toplumdur.
Ferid Edgü ‘Descartes’ı , Spinoza’yı , Balzac’ı bir kez okuyan kişi artık aynı kişi değildir..Çünkü o insanlığın değişimini kendi hayatında yaşamaya başlıyor. ’ demektedir.Ancak biz daha kendi değişimimizi kendi hayatımızda yaşamıyoruzki.Biz Halit Ziya’yı bilmiyoruz, dede Efendi’yi, Itri’yi dinlemiyoruz, Ahmet Haşim’i okumuyoruz.Şüphesiz Balzac’ı , Stendal’ı okuyacağız ancak sahip olduğumuz zemini reddetmeden, onu kaybetmeden.
Modern, kalkınmış olmak; bir ülkeyi refah toplumu , sanayi toplumu yapan bütün değerleri,davranışları hiç düşünmeksizin kabul edip , kendi değerlerini toptan reddetmek olamaz. Bunun bizi götüreceği tek yön ancak şu olabilir: Batılı gibi olmak ve kendin olmamak