Nabız…

THE DOCTOR
“Doktor hasta ilişkileri düzeltilebilir.
Ancak steteskopun her iki ucundaki kişilerin
 bunu yürekten istemeleri gerekir.
 C. Ewerett


 Bu film, ses tellerinde tümör oluşan bir doktorun yaşadıklarını anlatır. Bu doktor kendi hastalanıncaya ve yaşamının kontrolünü başkalarının eline verinceye kadar ve sağlıklı personelinin bazı aşağılayıcı tavırlarıyla karşılaşıncaya kadar hastalarının sorunlarını anlamayan birisidir.


Tıptaki hızlı gelişmelere ve yüksek teknolojik imkanlara rağmen hala “iyileştirilemeyen” pek çok hastalık mevcuttur. Hastalıkların çoğu kronikleştiğinde, artık sadece kontrol altında tutmaktan bahsedilebilir. İyileşme oranının düşük olması nedeniyle bazı insanların tıbbın ilerleme kaydetmediğini yada hastalığın diğer sosyoekonomik ve psikolojik yönüyle ilgilenmediğini düşünmeleri şaşırtıcı değildir.Eski doktorların “Aile” tipi olmaları onları daha empatik yapmakla kalmayıp, daha da başarılı olduklarını göstermektedir. Bunun nedeni eski tip aile doktorlarının daha empatik oluşu ve iletişim becerilerinin daha gelişimi, olmasından kaynaklanmaktadır.


Profesyonel sağlıkçı olsun veya olmasın hasta ile ilgilenen (hasta yakını dahil) herkesin hastada;


Hastaya saygı duyulduğunu
Hastanın desteklendiğini ve katılımcı olması gerektiğini
Hastaya güvenildiğini hissettirmeleri gereklidir.


Hastalık , şikayetin başladığı ilk günden, muayenenin yapıldığı, tanı konulduğu ve tedavi edildiği (yada tedavi edilemediğinde) ölümle karşı karşıya geldiği son günü kapsayan bir süreçtir.Hastaların çoğunluğunun sağlık personeliyle kurduğu ilişkide memnun olmadığı açıktır. Bunun nedeni nadiren teknik yada bilgi eksikliğinden kaynaklandığı, sıklıkla da “etkisiz iletişim”den kaynaklandığı kabul edilir. Yine hastaların çoğu diyalog ve ilişkinin çok huzursuz, sıkıcı bir atmosferde geliştiğini sormak istediklerini konuşma cesaretini bulamadıklarının, kendilerine verilen tavsiye ve bilgilerin net olmadığını ve pek anlayamadıklarını söylemektedirler.


Sağlık personeli hasta diyaloğunda, hastaların sözlerinin sık sık kesildiği, hemen hemen hiç empati yapılmadığı tespit edilmiştir. Bu yazımızda amacımız, sağlık hizmeti sunan kişileri ne suçlamak, nede yargılamaktır. Niyetimiz, bozulmuş ilişkinin düzeltilmesine katkıda bulunmaktır. Çünkü diğer sosyal meslek gruplarında olduğu gibi, sağlık çalışanlarında da “yetersiz iletişim” neredeyse bir kural haline gelmiştir. Zira yeterli iletişim, hastanın olumsuz duygularıyla baş etmesine, sorunlarına çözüm bulmasına, hastalığını yönetmesine ve tedavide “iyileştirici” etki görülmesine yardımcı olacaktır.


İletişim becerileri hastayla ilişkide olan herkes için yarar sağlayabilir. Hemşireler genellikle hastaların duygularına doktorlardan daha duyarlıdırlar.Sağlık personeli-hasta arasındaki iletişim iyi kurulduğunda hastaların tedaviden çok memnun kaldıkları, daha çabuk iyleştikleri ve doktorların tavsiyelerine uymaya daha istekli oldukları görülmüştür. Sağlık personeli yada hasta yakını gibi hasta yada hastalıkla ilgilenenlerin, hastanın umudunu arttırmaları ve yaşamı anlamlandırmaya yardımcı olmaları mümkündür. Ve hastayla ilişkilerini karşılıklı destek, sevgi, saygı ve güven isteyen bir seviyeye çekebilirler.Doktor-hasta ilişkisinin iyleşmesinin potansiyel yararları sınırsızdır. Terapistlerin en önemli terapötik aracının, empatik ve yargılamayan bir yöntemi kullanmakta olmalarıdır. Empati içinde “etkin dinleme” şarttır.


İyileştiricinin görevi “terapötik ortam” oluşturmaktır. Bu trapötik ortam, hastanın duygu, düşünce ve başkaları için yaşadığı kaygıyı doğrudan ve dürüstçe, korkmadan kendini açabilmesidir. Hastalar, genellikle işbirliğine dayanan bir iletişime yatkındırlar. Sağlıkçı-hasta ilişkisinde “kaybeden yok, herkes kazanacak” hissini oluşturmak gerekiyor. Bu ortam tıbbi uygulamaları kolaylaştırır. Ancak hasta ve doktorun farklı bilgi, kültür ve psikolojilere sahip ve kendi hakları olan bireyler olduğunu unutmamak gerekir. Hasta, kendi hastalığını denetim ve yönetiminde tüm haklara sahiptir.


Sağlık personeli ile hasta arasında duygusal gereksinimlerde birleşme olursa, etkin dinleme gerçekleşmiş demektir. İletişim, empati ve etkin dinleme becerisine yönelik tıp fakültelerinde yeterli eğitim verilmez, yada en azından ben böyle bir eğitim almadım. Ancak, tıp fakültesinde eğitimimi tamamlarken, “hücreler arası iletişim” mekanizmalarının öğretildiği fizyoloji ve biyokimya dersleri beni oldukça heyecanlandırıyordu. Hücreler ve hücre sıvılarındaki mekanizmalar arasındaki bu muazzam iletişimde, sosyal hayat için çıkarımlar yapıyordum. Aradan epey zaman geçti, binlerce hastam oldu. Kanser gibi iyleşme oranı düşük hastalıklar ve hastalarla ilgilenmek her ne kadar zor ise de kısmi bile olsa iyileşmeye katkıda bulunmaktan zevk alıyordum. Ama şimdi anlıyorum ki hastalarımla ilgili çok iyi ve yeterli şeyler yapmamışım. Onlara nasıl davranacağımı, hangi sözleri harcayacağımı tam bilememişim. Zamanla bu konuda epey yol katettim. Sunilikten uzaklaşıp, gerçekten faydalı olacak şeyler yöneldim. Artık hastanın kendi tedavisi ile ilgili kararlara daha etkin katılması, duygusal sorunlarında hasta merkezli çözümleri olması gerektiğini düşünmekteyim. Bu esnada hastaların psikolojisi ve sağlığı insancıllaştırılması ve iyileşme felsefesi ile daha yakından ilgilenmeye başladım.


Konuştuğum hastalarım neredeyse hemen hepsi, kendileriyle ve hastalıklarıyla ilgilenen doktor, hemşire yada yakınları dahil hastalara genellikle hastalıklarıyla ilgili bilgi vermekle yetindiklerini, hiçbirinin hastanın korku, kaygı, belirsizlik, depresyon gibi ruhsal yönleriyle ilgilenmediklerini ve hastanın duygularını dinlemek istemediklerini belirtmişlerdir.Bireysel olarak yaptığım gözlemlerde ülkemizde ortalama hastaya ayrılan dinleme ve muayene süresinin 2 dakika olduğunu ve sağlık çalışanlarının nerdeyse hepsinin empatiden yoksun dinlemeyi bilmediklerini ve etkin iletişim gerçekleştiremediklerini tespit ettim. Maalesef sağlık bakanlığı bu yöne eğilmedikçe, yapacağım tüm girişimler neredeyse başarısız kalacaktır. Oysa tüm sağlık çalışanları empati kurma, etkin dinleme ve iletişim becerilerini arttırma yönünde yüreklendirilmeli ve motive edilmelidir. Bu uygulanacak sağlık politikasının en önemli boyutlarından birisi olmalıdır.


Sağlıkçılar hastalarla olan ilişkilerini teknik ve profesyonel bir bazdan ziyade, bir arkadaş-dost gibi düzenlemelidirler. İletişimin tedavide tek başına yeterli olmadığını biliyorum, yinede bana göre iletişim, hastalıkların teşhis ve tedavisinin özünü oluşturur. İletişimin iyi olmadığı bir ilişkide hastaların tedaviye uymadıkları, doktorların bilgisi ve yeteneğinden kuşkuya düşerek onlara güvenmedikleri, iyileşmenin geciktiği ve doktorlara karşı davaları daha sık açtıklarını görmekteyiz. Şüphesiz, her sağlık personeli hastası ile iyi ilişki ve iletişim kurmayı içtenlikle ister. Ne var ki, sağlık personeline doyurucu ilişki kurabileceği iletişim becerileri hakkında çok az eğitim verilir. Elbette memnun almayan yalnızca hastalar değildir.


Üstelik hastaların sağlık personeline ilişkin yakınmaları genellikle abartılıdır. Hastaların çoğu doktorların ilk düşüncesini hasta değil, para olduğunu düşünürler. Bu önyargı, doktorlar arasında sürekli bir gerginlik yaratmaktadır. Hastaların yakınmaları daha ziyade, doktor ve hemşirelerin bilgi verirken kullandıkları sözcüklerin anlamını bilmemeleri, söylenenleri net olarak anlamadıkları, belirsizlik içinde kaldıkları, çok istedikleri halde istedikleri soruları soramadıklarını, şikayetlerini anlatırken sözlerini sık sık kesildiği şeklindedir.Kliniklere başvuran hastaların çoğunluğu doktorları, düşüncelerini önemsemediklerini söylemektedirler. Birçok hasta, doktora gittiğinde muayene edilmeden önce doktorla hiç görüşmediklerini bu nedenle de kendilerini ifade edemediklerini belirtmişlerdir. Hastalar, sağlıkçılar nezdinde istatiksel bir sayı olmadıklarını bir yaşamı olduklarını ve doktorların kararlarının kendileri için ne kadar korkunç olduğunu anlamadıklarını ifade etmektedirler.Kendileri hala hasta iken, sağlık personelinin evlerine ve kendi yaşamlarına umursamazca dönmeleri elbette hastaların çoğunun hoşuna gitmez. Hekimlerin çoğu “hastalık yoktur, hasta vardır” gerçeğini bilmelerine rağmen aksi yönde davranırlar. Hasta değil doktor merkezli düşünürler.


Kabul etmek gerekir ki, tıp mesleği, acı içindeki insanlara yardım etme motivasyonunu giderek kaybediyor, ilişkiyi teknik bir ilişki seviyesinde sürdürüyor. Oysa eski tıbbiyelilerin itibarı ve yüksek statüsü, onların hastalara iyi davranması sonucunda kazanılmıştır. Son 50 yıl içinde tıp bilimi “sanatsal” özelliğinden yavaş yavaş uzaklaştı ve hastalara estetik bir ruh ile hizmet verme yerine teknik bilgi ile hizmet verme eğilimine girdi. Oysa hastalar bilimsel tedavi ve teşhisin değerini bildikleri halde bundan hoşnut değiller, kendilerine bakan sağlıkçıları daha çok eleştiriyor, daha çok mahkemeye veriyor ve daha düşmanca davranıyorlar.


Tıbbiyeliler, hastalığı yok etmenin hastayı iyileştirmekten daha önemli olduğuna inanmaktadırlar. Oysa, tıp ilminin doğuşu, insanın ızdırap içindeki kişiye yardım etme(merhametinden) duygusundan kaynaklanmıştır. Asırlardır tıbbın yüksek statüsü “insancıl ve merhametli” olmasından ötürüdür. Bu gün ise tıp ilimi, statü ve otoritesini daha çok bilimsel çalışma ve daha ileri teknoloji ile elde etmek ve devam ettirmek zorunda kalmıştır. Hastaya daha az, bilgi ve bilime daha çok değer veriliyor, hemşireler daha çok teknolojik bakımla ilgileniyor. Oysa sağlık personeli öğrendiklerinin dışına çıkmamaktan mutsuz olmaktadır.


Tıp doktorları da hastalarının tıbbi olmayan gereksinimleriyle uğraşmaya çok az zaman harcıyorlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği 20 dakikalık doktor-hasta görüşmesinin sadece en fazla hastalara ilgi verilmek için kullanılmıştır. Oysa doktorlar, tıp fakültelerinde hastaların “özgeçmiş”leriyle ilgili sorgulama yöntemlerini öğrenirler. Ne yazık ki hastaların diyaloğu başlatmaya ve kendilerini ifade etmeye dahi hakkı yoktur. Çünkü, hastaların %50’sinin, muayeneden sonra hiçbir bilgi sahibi olmadan ayrıldıkları görülmüştür.


İletişimin niteliği,  hastaların doktorlara dava açma oranını da etkilemektedir. Doktorların tanı ve tedavisi sırasında hastaya takındıkları olumsuz tavırlar(etkin dinlememe, empatik olmayan yaklaşım, sert ses tonu, asık surat, hastayı eleştirme ve küçümseme, doyurucu bilgi vermeme veya çok az bilgi istemek gibi)ın, kötü sonucu oluşması durumunda hastaların dava açma duygularını kışkırttığı varsayımını güçlendirmiştir. Olumlu yaklaşımlar ise, sonuç kötü olsa bile birçok davanın daha başından açılmasını engellemiştir.
İletişimin artması halinde ilave olacak şu yararlar elde edilmektedir;


– Doktor, daha doğru bilgi toplamakta, daha doğru tanı-tedavi ve değerlendirme yapabilmektedir.
– Hastaların gerçek duyguları anlaşılabilmektedir.
– Anlaşılamamaktan doğan zaman kayıplarının önüne geçilmektedir.
– Hastalar sağlık personeline daha fazla güvenmektedirler.
– Tedaviye ve sağlık personeline direnç azalmaktadır.
– Hastanın duygularının dışa vurumu kolaylaşmaktadır.
– Olumsuz söz ve davranışlarda azalma olmaktadır.
– Hastalar sorunun çözümüne daha kuvvetli katılmaktadırlar.
– Sağlık personeli istenmeyen durumlarla daha kolay baş edebilmektedir.
– Zor hastalıklarla daha etkili mücadele edilmektedir.
– Doktorları ve hemşireleri dinleyen hastaların oranı artmaktadır.
– Doktora gitmekten memnun alanların sayısı artmaktadır.
– Hastane anksiyetesi azalmaktadır.
– Hastalar daha erken iyileşmekte ve taburcu olmaktadır.


Sonuç olarak doktor ilaçtan önemlidir. Hepimiz bir gün hasta olabiliriz veya bir yakınımıza-arkadaşımıza hasta olarak bakmak zorunda kalabiliriz. Üstelik tüm bunlar için gereksinim duyduğumuz şey için eğitim gerekmiyor, sadece insan olmak yeterlidir…


[email protected]

722330cookie-checkNabız…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.