Çocukken ‘bir kilo demir mi ağır bir kilo pamuk mu’ bilmecesine karşılık,
‘ne ağır olabilir ki mesela gözyaşlarından’ derdim…
O içinde köpüren duygunun kirpiklerini suladığı
buğulu bakıştan daha ağır ne ağır olabilir?…
İnsanın önünü kesen,
demir yahut pamuk mu bilmecesi değil ki…
Sen neyi sorgularsan, ‘O’ en ağır çeker çünkü…
Hayat bazen öyle sıkışır öyle sıkıştırır ki;
bir başkası tanımlasın, bir başkası tartsın istersin eksiğini…
bu hem delice içinden çıkmaya,
hem de içine delice girmeye çırpındığın
garip bir çember çelişkisi …
evirir çevirir koyuverir önüne,
onca savunduğun fikrin tam tersini …
inandım derken aldandığını,
kaçtım derken aslında kaçanın sen olmadığını,
korktuğunda cesaretin gücünü hatırlatır durur.
Hayat hep hatırlatır…
sevginin, hüznün, acının, hastalığın, özlemin
zihnine aşıladığını…
neyin neye karşılık ağırlaştığını…
bir zihin kantarı olduğunu.
Unutmam dediğini unutmuşsun
Yapmam dediğini yapmışsın
Kırmam dediğin kırılmış
Gitmez dediğin gitmiş
Gitmem dediğinden sen gitmişsin…
Yollar
yanılgılar
yanılsamalar
dağınıklıklar
kesişmeler
başlangıçlar hepsi hepsi
zihninin kantarında..
Sen gerçeğe asıldıkça
her şey apaçık ortada…
Kağıtlar biter, kalem biter,
yazan el ağırlaşır.
Yazdıklarınla söyleyemediklerin,
unuttuklarınla vazgeçtiklerin,
tercihlerinle zorundalıkların
zihninin kefesinde…
ne neyden ağır çeker şimdi…
Hayat, huzurlu filan bir şey değil …
Hayat; başına gelenleri, huzura çevirme yolculuğu.
Eğer bir kararın eşiğindeysen
orada; senin sen olduğun,
senin sahiciliğini bulman gereken bir şeyler vardır…
Ne gözyaşlarından daha ağır olabilir ki?…
______________________