NE GÜLÜYORSUN, YANAN SENİN CİĞERİN

Sedat Yıldırım Sarıcı –  Latince’deki ünlü vecize dilimizde de “Ne gülüyorsun? Anlatılan senin hikayendir” çevirisiyle çok kullanıldı.

Sonunda sıra hepimizin hikayesine geldi. Acıtmak için yazmıyorum. Bir acıyı yazıyorum. Şu korona döneminde acıdan yorulanlar yazının gayrısını okumasın, işine gücüne baksın. Kaldırabilenlerle yola devam edelim.

İLAHİ ADALET

Paris’in en ünlü katedrali cayır cayır yandı. Bütün Parisliler gözleri dolu dolu, suskun şaşkın izledi yangını. Biz de televizyonlardan bakakaldık. Şu yalan dünyada hiç yanmaması gereken bir yer varsa önce gariban çocukların kaldığı öğrenci yurtları, sonra da Notre-Dame (Meryemana) katedralidir.

Notre-Dame Katedrali yanarken

19. yüzyılın başlarında bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak isterler. Ünlü Fransız yazar Victor Hugo (1802-1885), halkın ilgisini çekmek ve katedralin yenilenmesini sağlamak için Notre Dame’ın Kamburu adlı romanını yazar ve katedralin yenilenmesinde büyük rol oynar

Notre-Dame katedrali Victor Hugo’nun romanıyla “yoksul duygusallığının” beyanı, romanın müzikale (1998-2020) dönüşmesi ise  “mülteci mazlumluğunun” ilanıdır. Aynı zamanda göklerden indiği iddia edilen öğütlerin, bir rahibin elinde nasıl da zalimliğe dönüşebileceğinin resmidir. Allah cümlemizi Allah’ın adını dilinden düşürmeyenlerin hile ve zulmünden sakınsın.

Victor Hugo’nun kurgusuna göre 1482 yılında Paris’te geçen romanın müzikale dönüşen hikayesi, Endülüs’ten Paris’e göçen güzel çingene kız Esmeralda’nın etrafında dolanır. Esmeralda aslında çingene değildir. Bebekken çingeneler tarafında kaçırılmış, yerine çirkin bir çocuk bırakılmıştır.

Esmeralda’ya büyük katedralin rahibi, yoksul bir şair, kimsesiz bir kambur ve başka bir güzel kızla nişanlı bir yüzbaşı da aşıktır. Esmeralda ise kendisini ıssız bir sokakta hırsızların saldırısından kurtaran yüzbaşıya aşıktır. Sonradan anlaşılır ki Esmeralda  bebekken kaçırıldığında yerine bırakılan çirkin çocuk şimdi kendisine sırılsıklam aşık olan bu kimsesiz kamburdur.

Esmeralda

“Notre-Dame de Paris” romanı müzikale dönüşürken, günümüze uyarlanarak sığınmacıların (mültecilerin) felaketine değinilir.

MÜZİKAL KALİTESİZLİĞİ

Müzikal denilince elbette akla ilkin Londra gelir. Yıllarca perdelerini açık tutan çoğu müzikali Andrew Lloyd Webber bestelemiştir. Bir çok müzikal sadece bir tek, bazen de iki melodik parçayla durumu kurtarmış, geri kalan iki saat dans, akrobasi, hokkabazlık, dekor ve kostümlerin göz kamaştırmasıyla geçiştirilmiştir.

Gösteri dünyasında öyle müzikaller de oldu ki, bir tek güzel müziksel eser bile bulamadan, verdiğimiz zamana üzülerek salondan ayrılmak zorunda kaldık. Ve yine öyle müzikaller de oldu ki, hiç bir yeni beste yaratılamadan, uyduruk bir hikaye üzerine daha önce liste başı olmuş şarkıların peş peşe eklenmesiyle iş bitirilmiş oldu. Evet, şarkılar muhteşemdi ama hikaye vasat olunca bu tür müzikallerin ömrü de bir kaç mevsimden öteye gidemedi.

Yalnız “Jesus Christ Superstar” müzikali diğerlerinden farklı olarak gerçekten de çok az müzikalde duyabileceğimiz eşsiz bestelerle doludur. “Notre-Dame de Paris” ise neredeyse müzikalde yer alan bütün parçaların olağanüstü güzelliği, düzenlemelerdeki gelenekselcilikle yenilikçiliğin bileşimiyle eşsiz bir yapıdadır. Bu eşsizlik, sorumluluklarını omuzladıkları kaybolan ya da cansız bedenleri kıyılarda, sınırlarda bulunan sığınmacıların anısına saygı duruşu abidesi gibidir.

Bin yıl öncesi Anadolu’ya göç mazisiyle ana yurdundan kopup başka ellerde emanet yaşamayı en iyi bizim toplumumuz anlayabilir. Böylesine bereketli topraklarda kendimizi bereketsizliğe mahkum edip, altı belki de yedi milyon vatandaşımızı da el kapısında çalışmaya gönderdiğimizden, emanet yaşamanın uzmanlığında derinliğimiz artmıştır.

El kapılarındaki emanet yaşantı nasıl oluyormuş, ben de bir tadayım diye Londra’da otuz yıllık bir deneyimim oldu. Son yirmi yıldır çalıştığım kurumdan eve gitmek için yola koyulduğumda London Bridge civarındaki üç müslüman gencin bıçaklı kamalı saldırılarıyla kana bulanan yerden geçtim. Saldırı oraya varmamdan henüz bir kaç saniye önce sonlanmıştı. Yerler kan, etraf yaralılarla doluydu. Elinde kılıca yakın uzunlukta bir hançer tutan bir polis, acelece bölgeyi terk etmemi istedi. Hayatımda ilk defa bu kadar ambulans ve polis arabasını yan yana görüyordum.

3 Haziran 2017 akşamı gerçekleşen saldırı sonucu üç saldırgan öldürülmüş, üçü Fransız, ikisi Avustralyalı, biri İspanyol, diğeri Kanadalı ve bir de İngiliz olmak üzere sekiz kişi daha hayatını kaybetmiş ve 48 kişi de yaralanmıştı.

Saldırıyı gerçekleştiren üç müslüman gençten Khuram Shazad Butt’ı arkadaşlarıyla birlikte 2016 yılında Channel 4 televizyon kanalında gösterilen The Jihadis Next Door (Cihadcı Komşular) belgeseline izlemiştik. Bu belgeselde sunucu, ISIS (Irak-Şam İslam Devleti, DEAŞ) örgütünün hazırlamış olduğu insan kıyımının görüntülendiği videoyu gösterip “bu videoyu nasıl değerlendiriyorsunuz” diye somuş, “yüksek çözünürlüklü kameralarla çekilmiş” cevabını almıştı. Yani bu çocukların bu işi bir gün yapacakları gün gibi aşikârdı.

Seksenli yılların sonlarında sığınma (iltica) talebiyle İngiltere’ye gelen mülteci arkadaşlarımdan kalacak yer bulamadıklarında kiliselerde sabahladıklarını duymuştum. London Brigde terör saldırılarının olduğu sebze-meyve halinin (Borough Market) bitişiğindeki Southwark Katedrali de, kapısını evsizlere açan bir yerdir. Bu saldırıdan sonraki Ramazan’larda ayrımcılığın önüne geçilmesi, dostluğun pekişmesi amacıyla katedralde iftar yemekleri sunulmuş, biz de iş yeri olarak hazırladığımız yemeklerle bu güzel niyete destek olmuştuk.

İLK KURBAN MÜSLÜMANLAR 

Biz dönelim Fransa’ya. Geçen ay El Cezire televizyonundan Marwan Bishara, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile uzun bir söyleşi gerçekleştirdi.

Erdoğan’ın, ‘tedaviye ihtiyacı olduğunu‘ söylediği Emmanuel Macron, söyleşide “siyasi liderlerin çarpıtmaları sonucu bahsi edilen karikatürleri desteklediğim zannedildi, halbuki karikatürler bir hükümet projesi değil, bağımsız gazetelerde yayınlandı” dedi.

Macron, “Bugün dünyada İslam’ı çarpıtan insanlar var ve savunduğunu iddia ettikleri bu din adına öldürüyorlar, katletiyorlar… Elbette bu İslam için bir sorun. Çünkü ilk kurbanlar Müslümanlar oluyor” diye sürdürdüğü söyleşide “Terör kurbanlarının yüzde 80’inden fazlası Müslüman, bu da hepimizin sorunu” diye eklemede bulundu.

Söyleşiyi gerçekleştiren Marwan Bishara ise “bu tür gerilimlerin kazananı pek olmuyor ama kaybedenler varsa, öncelikle Avrupa’daki Müslümanlar olacaktır” diyor.

Daha fazla siyaset bizi yorar. Müzikale dönelim ve Asylum (Refugee – Mülteci) parçasını dinleyelim.

https://www.youtube.com/watch?v=nDh6-cx6fZ8

Sözleri de çevirdim:

Asylum (Refugee – Mülteci)

yaban elde emanetiz
yalın ayak mülteciyiz
kimsesiz ana baba
davetsiz misafiriz
ey Paris! bataktayız
parmakla sayılmayız
belki milyon olacağız
kapını çaldığımızda
acep neler duyacağız
kimi adam, kimi kadınız
sorar Paris, var mıdır adımız
elbet dünya değişecek
sınırların silindiği gün
gelecek bizlerle yeşerecek

Victor Hugo’nun romanının sonunda askerler Esmeralda’yı asarlar. Kimsesiz kambur bu işi rahibin tezgahladığını anlar, onu katedralin balkonundan aşağı iter. Rahip düşer ve ölür. Kambur ortalıklardan kaybolur. Ararlar ama bulduklarında artık çok geçtir. Cansız bedenini idam edilenlerin atıldığı çukurda yatan Esmeralda’ın üstüne kapanmış olarak bulurlar.

Kambur ve Esmeralda

Annesiz babasız, yersiz yurtsuzlar birbirlerine kavuşmuşlardır. Bugün Akdeniz’de, Ege’de kavuştukları gibi. Bilmem yüzerken siz de benim gibi ceset tadını fark ettiniz mi?

Notre-Dame Katedrali cayır cayır yandı. Yangının sebebini kimse çözemedi.

Kimsesiz kambur ve Esmeralda’nın sonunu hatırlamak istemeyen ilahi bir elin işi olabilir mi?

Esmeralda’nın kardeşi Alan Kurdi
2474700cookie-checkNE GÜLÜYORSUN, YANAN SENİN CİĞERİN

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.