İNGİLTERE’DEN… Gizli devlet ve milliyetçilik muhalefette

Marksizm, politik iktidarla fazla ilgili, anarşizm de fazla toptancı olduğundan iktidarın farklı katmanlarıyla ilgilenmek için yeterince çaba sarfetmemişlerdir. Gramsci ve Althusser, ideolojik iktidar düzlemine ışık tutan çalışmalar yapmış, anarşist Rudolf Rocker, ideolojik iktidarla ekonomik ve politik iktidar bağlantılarına önem vermiş, N.Poulantzas vb. politik ve ekonomik iktidar arasındaki ilişkileri incelemeye yönelmişse de, bu çalışmalar iktidarın farklı düzeyleri arasındaki ilişkileri netleştirmekte yeterli olamamıştır. Bildiğimiz gibi, iktidar yekpare bir bütün değildir, ekonomik, toplumsal, politik, ideolojik düzlemlerde farklı katmanları vardır; herbir iktidar düzlemi de kendi içinde yekpare değildir; örneğin politik iktidar düzlemi de kendi içinde devlet iktidarı ve hükümet iktidarı; devlet iktidarı kendi içinde yasal devlet iktidarı ve gizli devlet iktidarı; hükümet iktidarı kendi içinde merkezi ve yerel hükümet iktidarı vb. türü katmanlara ayrılırlar. Özellikle toplumsal mücadelenin kritik dönemlerinde bu iktidar katmanlarının herbirinin ayrı ayrı incelenmesinde, aralarındaki ilişkilerin değerlendirilmesinde büyük faydalar vardır. Böyle zamanlarda kaba Marksizm de, toptancı anarşizm de bir işe yaramaz.

Son iki ayda Türkiye’de cereyan eden olaylara ve meydana gelen gelişmelere şöyle bir baktığımızda iktidar katmanları arasındaki çelişme ve bağlantıları değerlendirmek hem mümkün, hem de zorunlu olmaktadır.

Sonunda söyleyeceğimizi şimdiden söylemekte yarar var: Son iki aylık gelişmeler sonucunda, Türkiye’de, gizli devletle birlikte onun manevi çocukları milliyetçilik ve ikiz kardeşi ulusalcılık ideolojik iktidarı kaybetmiş ve ideolojik iktidar düzleminde muhalefete düşmüştür. Bunun belirtilerini burada kısaca sıralamak istiyorum:

1. Ekonomik iktidarın temsilcisi sayılabilecek TUSİAD, milliyetçilikle açıktan çatışmaya girmiştir.

2. Hükümet iktidarının temsilcisi hükümet ve hükümetin başbakanı, kendi içindeki ve tabanındaki islamcı-milliyetçi unsurların ağırlığına ve dayatmalarına rağmen milliyetçilikle arasına belli bir ayrım koymuştur.

3. Genel olarak İslamcı akımı destekleyen gazeteler milliyetçilikle kapışan bir çizgiye daha net bir şekilde ağırlık vermişlerdir. Genel olarak medya alanında milliyetçilik ve ulusalcılık epey mevzi kaybetmiştir.  

4. Hrant Dink cinayetinin yarattığı sarsıntı Kemalist safları bölmüş ve Cumhuriyet gazetesinin çizgisini temsil eden İlhan Selçuk, köşesinde “Hepimiz Ermeniyiz” başlığını atarak net bir şekilde saf tutmuş, milliyetçilikle arasına bundan sonra kapanması çok zor bir uzaklık koymuştur. Nitekim, Aydınlık Dergisinde Emcet Olcaytu, bu tutumun, basit bir hata olmayıp, “saf değiştirmek” olduğunu yazarak “taziyetlerini” bildirmiştir. Öyle ki, Neo-Nazi Türk Solu dergisi, Cumhuriyet’e “Nazileri destekleyen geçmişini” anımsatarak saldırıya geçmiştir.

5. Genel Kurmay, Hrant Dink cinayetinin yarattığı sarsıntı ortamında kendini, bugüne kadar himaye ettiği milliyetçilerden ve ulusalcılardan ayırmaya, onlarla arasına belli bir mesafe koymaya özen gösterme zorunluluğunu duymaya başlamıştır. Genel Kurmay’ın kendi temelini oluşturan gizli devletten ayrılması elbette imkansız gibi bir şeydir, ama Genel Kurmay, gelecekte ortaya çıkması muhtemel skandalları hesaba katarak kendini şimdiden korumaya almış ve gizli devletle bağlarını en azından aleni olmayan bir düzeye indirmiş gözükmektedir.

6. RTÜK’ün “Kurtlar Vadisi” dizisini yayından kaldırması, ideolojik hegemonyası sarsılan milliyetçiliğin devlet iktidarı düzleminde mevzi kaybettiğinin göstergelerinden biridir.

7. Milliyetçilik ve ulusalcılık sol yayın platformunda da mevzi kaybetmiştir. 28 Şubat öncesinde televizyonların gülü olan Doğu Perinçek’e artık hiçbir medya kanalı itibar etmemektedir; Doğu Perinçek’in biraz daha megaloman bir tekrarı olan Yalçın Küçük, böyle dönemlerde kendisinde alışık olmadığımız bir durgunluk içinde görünmekte, bilinen “Sabetayizm” teorilerini ortaya atmakta biraz daha sakınımlı görünmektedir; faşist-milliyetçi Nihat Genç, kendini Trabzonlu Topal Osmanla özdeşleştirdiği oranda sol yayın organlarından, örneğin Yeni Harman’dan pılısını pırtısını toplayıp gitmek zorunda kalmaktadır. Neo-Nazi Türk Solu, kendisine yöneltilen Neo-Nazi nitelemesinin tehlikelerini sezmiş olacak ki, siyasi ve ideolojik muarızlarını “Neo-Nazi” diye suçlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışmakta, bunu kanıtlayabilmek için de, Türklerle geçmişteki Yahudiler arasında benzerlik kuracak kadar zırvalamaktadır.

8. Partiler düzleminde, DYP, ANAP, SP gibi partiler kendilerini milliyetçi cepheden uzak bir konumda gösterme çabası içine girmişlerdir. CHP, öyle sanıyorum ki, ulusalcı ve milliyetçilerle bu kadar içli dışlı bir konumda görünmekten rahatsızdır ve ideolojik iktidarı yitirip muhalefete düşen milliyetçilikle bağlarını gevşetmenin yollarını aramaktadır. Milliyetçiliğin ideolojik merkezi MHP bile, yaklaşan seçimleri hesaba katarak yıldırımları üzerinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Son olaylarda hedef haline gelen ve epeyce hırpalanan  BBP ve Muhsin Yazıcıoğlu bile acaba imajımızı yenileyebilir miyiz diye kara kara düşünmektedirler.

9. Emekli albayların denetimindeki milliyetçi dernekler, toplumun büyüteci altına alınmanın rahatsızlığını yaşamakta ve “vatanı sevmek de mi suç oldu” diye ağlaşmaktadırlar.

Bu yazıdaki saptamaları fazla iyimser bulanlar olacaktır. Bir ölçüde de haklı olabilirler. İnsan bir tezi kanıtlayabilmek için genellikle kendini destekleyen argümanları görür, tersi argümanları gözardı eder. Bu insani bir zaaftır. Ne var ki, karşıt argümanlara önem vermeye çalıştığımda da tam ikna olamıyorum. Örneğin şu, beyaz berelerin yaygınlaştığı, “dip”lerdeki insanlarımızın gittikçe daha çok milliyetçiliğin etkisi altına girdiği, stadyumların faşist gösterilerin alanı haline geldiği argümanı. Bir kere, bu argümanda yoksul sınıflardan korkan “orta sınıf” kokusu almak mümkündür. O varoşlarda yalnız “beyaz bereliler” yok. On iki yıl önceki Gazi olaylarında gördüğümüz gibi “kara “ ya da “kızıl bereliler” de yerine göre ortaya çıkabilmektedir. Stadyumlarda yalnızca “hepimiz Ogün’üz” diyenler bulunmuyor.

Sağ olsun, Çarşı grubu “Hepimiz Hrant’ız” sloganını açarak hem yüzümüzü ağarttı, hem de stadyumların, milliyetçilerin değneksiz gezeceği köy olmadığını gösterdi.

Kaldı ki, ideolojik iktidar, büyük devrim altüst dönemleri dışında, genellikle sokak tarafından belirlenmez. Bu alan, daha çok mürekkeple yıkanan, belirlenen bir alandır. Örnek verecek olursak, 1968 yılında ideolojik iktidar aşağı yukarı solun eline geçmişti. Ama seçimleri yine AP kazanıyordu. 28 Şubat’tan hemen önce ideolojik iktidar Kemalistlerin ağırlığındaydı, ama seçim yapsanız yine Erbakan kazanırdı. 27 Mayıs öncesinde, hem ideolojik iktidar, hem de devlet iktidarı solla ittifak kurmuş olan gizli devletin elindeydi. Ama sokak hâlâ DP’nin destekçisiydi. Bu yüzden, hükümet iktidarına son verip devlet iktidarıyla hükümet iktidarı düzlemlerini birleştirmek için 27 Mayıs darbesi zorunlu oldu.

Bugün de gizli devletle milliyetçilik, ideolojik iktidar alanındaki egemenliğini kaybetmiş ve en azından bu iktidar düzleminde muhalefete düşmüş bulunuyor.

 

1090870cookie-checkİNGİLTERE’DEN… Gizli devlet ve milliyetçilik muhalefette

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.