AKP hükümeti, son otuz yılda bir çok kez gündeme getirilmesine karşın hayat bulamayan Türkiye’de nükleer santrallar inşaa edilmesine yeşil ışık yakmış gibi gözüküyor. Hükümet son bir yıldır yürüttüğü “nükleer enerjiye geçiş” projesi üzerindeki yoğun çalışmalarını sonuçlandırma aşamasına getirmiş gibi. Nükleer santral kurulması söz konusu iller arasında Sinop, Mersin, Konya ve Sakarya’nın adı geçmekte. Hatta son olarak AKP Konya milletvekili Remzi Çetin partisinin il merkezinde yaptığı konuşmasında santralın özellikle kendi ilinde kurulması için çağrıda bulundu.
Türkiye’nin nükleer santrallara gerçekten gereksinimi var mı? Nükleer santrallların dışında başka alternatifler bulunması mümkün değil mi? Dünyada nükleer enerjinin yeri ne? Bütün bu sorulara detaylı bir biçimde yanıt verilmeksizin böyle bir kararın alınması son derece yanlış gözüküyor.
Dünyanın hızla artan enerji gereksiniminin karşılanması amacıyla nükleer santrallerin alternatif olarak kullanılması yeni bir şey değil. Batılı ülkelerin uzun yıllar önce kullanıma soktuğu nükleer santralların olumsuz yanları uzun zamandır tüm dünyada tarşılmakta. Son 25 yıl içersinde ABD’de bir tane bile yeni nükleer santral kurulmamış durumda. Keza elektrik gereksiniminin yüzde 22’sini varolan 12 nükleer santraldan karşılayan İngiltere’de yeni nükleer santralların devreye sokulması gündemde değil. Finlandiya, Almanya, Belçika,Hollanda ve İsveç halihazırda ülkelerinde olan nükleer santaralleri devre dışı bırakmaya uğraşıyorlar. Keza Avusturya, Danimarka ve İrlanda nükleer enerji karşıtı politikaları benimsemiş bulunuyorlar. Ancak bunun altında yatan gerçek nedenin bu ülkelerin, nükleer enerjinin kötülüklerini anlayıp ders çıkarmaları olduğunu düşünmek safdillikten öteye geçmez. Şüphesiz bir parça kamuoyu baskısının etkisi olsa da, gerçek sebeb nükleer enerjinin zaten diğer fosil kaynaklara göre yüksek olan maliyetinin artık daha az katlanılır hale gelmiş olmasıdır.
Geçtiğimiz yıllarda Chernobil ve benzeri nükleer santral kazaları bunların ne denli tehlikeli olabileceğini tüm dünyaya gösterse de, keza nükleer atıkların uzun dönemli saklanmasının zorlukları ve bu atıkların doğaya sızdıklarında ortaya çıkan çevre kirliğinin endişe verici boyutları herkes tarafından bilinmekteyse de, şu anda nükleer santrallar için yeni bir niş pazar yaratılmış durumdadır, bu da Asya. Halen Hindistan, Çin, Japonya ve Güney Kore’de 16 adet nükleer santralın yapımı sürmekte. Benzer bir şekilde Güney Afrika Cumhuriyeti ve Brezilya da bu alanda yatırım yapmanın hazırlıklarını sürdürüyorlar. Küresel ısınmanın çok ciddi boyutlara ulaştığı dünyamızda bazı uzmanlar dördüncü nesil nükleer santralların alternatif oluşturması gerektiğini savunuyorlar. Bu anlamda füzyona dayalı nükleer enerjinin hava kirliliğine, sera gazlarına ve küresel ısınmaya bir katkısının olmadığı doğrudur, ancak nükleer santrallerin daha önemli tehlikesi olası radyoaktif kirlenmedir. Uluslararası Atomik Enerji Ajansı’nın açıklamalarına göre de halen dünyanın elektrik gereksiniminin sadece yüzde 16’sı nükleer santrallardan karşılanmaktadır ve bu da yılda karbon emisyonundan yaklaşık 600 milyon ton tasarruf edilmesi anlamına gelmektedir.
Ancak yine bilimadamlarının çalışmalarına göre tüm dünyada zararlı emisyonların yarattığı hasarın durdurulması için ise tüm karbon emisyonların yüzde 80 oranında azaltılması gerekiyor. Bu amaçla devreye sokulan Uluslararası Kyoto protokolunda ise hala dünyanın kirlilikte başı çeken iki ülkesi, ABD ve Çin’in imzası bulunmuyor. Ayrıca Kyoto prokolü 2012 yılına kadar bu anlaşmaya imza koyan ülkelerin bir sera etkisine yol açan emisyonlarını sadece yüzde 5 oranında azaltmasını zorunlu kılıyor. Zaten imza koyan ülkelerin de bu hedefi tutturmaları bile olası gözükmüyor.
Diğer yandan görünüşte yenilenebilir enerji kaynakları tüm dünyada ilgi ile karşılanmakta ise de görüldüğü gibi veriler dikkatle incelendiğinde konuşulanlarla, uygulamaların ne denli çelişkili olduğu açıktır. Gerçek şu ki tüm bu kararların kapitalist ülkelerin egemenliğinde alındığı gerçeğini gözardı etmemiz gerekiyor. İçinde bulunduğumuz çağda, kapitalist hükümetlerin öncelikler çokuluslu tekellerin çıkarlarını göz önünde bulundurdukları, bu çokuluslu tekellerin de kısa dönemde en yüksek karı hedefledikleri düşünülürse sıradan insanların ve çevrenin çıkarlarının korunmasının aslında gündem dışı olduğu açıktır. Halen Güney Kore’deki nükleer santral inşasını yürüten çokuluslu konsorsyumun kağıt üzerinde Güney Kore’nin nükleer santralın yan ürünlerini nükleer silah üretimine kaydırmamasını güvence altına almayı taahüt etmesi, çokulusluı silah tekellerinin kimler olduğu düşünüldüğünde ortaya çıkan manzara tek kelimeyle traji komiktir.
Dünyamız hava kirliliği, sera gazları, asit yağmurları gibi çevresel sorunlar nedeniyle çok ciddi boyutlu çevre felaketlerinin tehdidi altındadır, bu anlamda ne Türkiye’nin ne bir başka ülkenin enerji gereksiniminin karşılanmasında nükleer santrallar gerçek bir çözüm değildir. Gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakmak istiyorsak, bu tür girişimlere karşı çıkmak zorundayız.